58- Eğer bir kavmin, sözleşmeye aykırı bir hainlik yapmasından korkarsan, savaştan önce aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez. (Enfal Suresi)
Meşru devlet başkanına silâhla karşı koymaya, isyan etmeye, fıkıh dilinde “bağy” denir.
Sözlükte “haktan ayrılmak, zulmetmek, haddi aşmak” anlamına gelen bağy, fıkıh terimi olarak ifade ettiği siyasî anlamın yanı sıra “Allah’a karşı gelme, dinin çizdiği sınırları aşma” manasında dinî-ahlâkî bir terim olarak da kullanılmaktadır.
Kelime Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde hem sözlük hem de terim manalarında geçmektedir. (Meselâ bk. Kasas, 28/76; Şûrâ, 42/27; En‘âm, 6/164; Hucurât, 49/9; hadislerdeki kullanışları için bk. Buhârî, Cihâd, 108, Ahkâm, 4; Müslim, Fiten, 70-73)
“Bağy” suçu sabit olan isyancılarla savaşmak ve bu sırada onları öldürmek helâl kabul edilmiştir.
İslâm devletinin isyancılara karşı, işin başında kesin tavır koyması bazı hadislerde öngörülmüştür. Allah Resulünün şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“İşiniz toplu ve düzenli iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse, onu hemen öldürün.” (Müslim, İmare, 59)
Müslim aynı hadisi şu ifadelerle rivayet etmiştir:
“Nice fitne ve fesatlar olacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek ve onları dağıtmak isterse, kim olursa olsun onu, hemen kılıçla öldürün.” (Müslim, İmare, 60)
Bu hadisler, bir ülkede Müslümanların bir kimseyi emirü’l-mü’minîn seçerek etrafında toplamalarına rağmen, bazılarının isyan edip bu seçilen zatın aleyhine baş kaldırmaları halinde, bunların ölüm cezasını hak ettiklerini gösterir.
Yalnız, onların Müslüman olduğu ve suçlarının siyasî bir suç teşkil ettiği gözden uzak tutulmamalıdır. Bunun sonucu olarak sadece zaruret halinde ve isyanı bastıracak ölçüde bir şiddete izin verilmiştir.
Ele geçenlerin yaralıları öldürülmez, malları ganimet olarak dağıtılmaz ve telef edilmez, aile fertleri esir alınmaz.
İmam Şâfi ve Ahmed b. Hanbel’e göre kaçan asiler takip edilmez; nitekim Hz. Ali Cemel Olayında kaçanları takip etmemiştir.
Ancak Ebu Hanîfe ise, bu kaçış diğer isyancılara katılmayı sonuçlandıracak ve yeni bir isyana yol açacaksa, onların takip edilip yakalanması görüşünü benimsemiştir.
İsyanın bastırılmasından sonra, harp hukuku hükümleri uyarınca asilerin isyan sırasındaki öldürme ve yaralama gibi suçları ayrıca cezalandırılmaz; yine bu esnada yaptıkları zararlar tazmin ettirilmez. Sadece isyanlarıyla ilgili olarak ta‘zir cezasına çarptırılırlar.
İmam Azam Ebu Hanife’ye göre ise, ta‘zir olarak ölüm cezası da verilebilir.
Hukukçuların bir kısmı isyan başlamadan asilerle savaşılamayacağı kanaatindedir. Onlar bu görüşlerini Hâricîlere hitaben,
“Siz başlamadıkça biz sizinle savaşa girmeyiz.” (Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 73)
diyen Hz. Ali’nin uygulamasına dayandırmaktadırlar.
Çoğunluğu teşkil eden hukukçulara göre ise, asiler hazırlık yapmakta ve isyan edeceklerine muhakkak nazarıyla bakılmakta ise savaşa başlamak için fiilen isyan etmeleri beklenmez, çünkü bu durum fitnenin büyümesine sebep olur. Ancak barış yoluyla kendilerine engel olunabileceği umuluyorsa, bu yol tercih edilmelidir.
Devlete isyan ve bu isyanın bastırılması İslâm hukukunda bir iç mesele olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan yabancı bir devletin asilere yardım etmesi düşmanca davranışa teşebbüs kabul edilir.
Kaynaklar:
– Lisânü’l-aArab, “bgy” md.
- Kāmus Tercümesi, “bgy” md.
- Müsned, V, 66.
- Buhârî, “Ahkâm”, 4, “Cihâd”, 108.
- Müslim, “İmâre”, 3940, “Fiten”, 70-73.
- Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 73-77.
- İbn Kudâme, el-Mugnî, Kahire 1367, X, 48 vd.
- İbn Receb, Câmiu’l-ulûm, Kahire 1393/1973, s. 243 vd.
- İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, Kahire 1356, IV, 498.
- Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, Kahire 1386/1967, VIII, 382 vd.
- İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, Kahire 1307, III, 428 vd.
- Elmalılı, Hak Dini, II, 1375-1378; VI, 4462 vd.
- Abdülkadir Ûdeh, et-Teşrîu’l-cinâǿî, Kahire 1959, I, 102, 661 vd.
- Muhammed Ebû Zehre, el-Cerîme, Kahire 1976, s. 160-168.
- Hâlid Reşîd el-Cümeylî, Ahkâmü’l-bugāt ve’l-muhâribîn fi’ş-şerîati’l-İslâmiyye ve’l-kānûn, Bağdad 1979.
- Muhammed Selîm el-Avvâ, Fî Usûli’n-nizâmi’l-cinaǿiyyi’l-İslâmî, Kahire 1983, s. 130-133.
- Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul 1988, s. 135-139.
- Abdürrezzâk es-Senhûrî, Fıkhu’l-hilâfe ve tetavvüruhâ, Kahire 1989, s. 219.
- Joel L. Kraemer, “Apostates, Rebels and Brigands”, IOS, X (1980), s. 48-59.
- TDV İslam Ansiklopedisi, Ali Şafak, Bağy md.
Abdülhamid Han zamanında beynelmilel arenada siyonizmin hararetlenmesi karşısında Abdülhamid Han hazretleri, doğru bir refleks ile Filistin’e yahudi yerleşim çabalarının önüne geçmiştir, geçmek için elinden geleni yapmıştır. Bugün cühela tayfanın gönüllerini okşamak gayesiyle, tarihi hakikatlere uymayan bir canlandırma, bir anlatım, bir hikaye ağızdan ağıza laçkalaşdı gitti. Sloganlaşan ve sekülerleşen manevi hayatın tezahürü olarak bunların menşei asla araştırılmıyor. Çünkü gerek yok! Üstad televizyon dizi ve programları, hakikatin en can alıcı noktalarını insanlara en güzel şekilde izah ediyor ve onları en iyi ve hakiki bilgi ile güncelliyor. Hayatımız dizi desek yalan olur mu? Özellikle manevi, sosyal, aile ve toplum hayatımızı uçkur seviyesine düşürmede en birinci amil diziyken, “hayatımız dizi değil” demek, yalanın daniskası olmaz mı? Fatmagül’in suçu ne vizyona girdi, bir ay olmadı, aynı teknik şartlarla tecavüz suçu işlendi. Murat Kekilli’nin “bu akşam ölürüm” saçmalığı yayınlandı ve intahar vakaları arttı. Biz millet olarak aptalız, kimse kusura bakmasın, kendimi de kayırmıyorum. Bizde hakiki sürü psikolojisi var. Neyse. Abdülhamid Han’ın tüm Filistin’i kurtarma çabaları, basiretsiz, renksiz, keyfiyetsiz, kemiyetsiz, ferasetsiz, cahil, hain, satılmış, iş güzar, mason, siyonist, hayalperest, maceraperest, aptal ve daha sayılabilecek nice kötü hususiyete haiz, yahudi hürriyeti idam mangası gibi çalışan bir avuç serseriyle beyhude gitti. 30 sene ilmek ilmek işlenen planlar yumağını, tam bir aptallık örneğiyle mahvu perişan etmek, bu ittihat terakki eşkiyalarına ve onları fiilen olmasa bile manen destekleyen basiretsiz sürüsüne nasip oldu. Milyonlarca, hatta milyarlarca müslümanın vebali altında kalmakdan ALLAH bizleri muhafaza eylesin. Gündem de, milliyetçilik damarlarını kabartmak için bazı skeçler ve hikayeler anlatılmak isteniyor. Herzl’ın Sultan Abdülhamid Han’la, sanki bir Filistin pazarlığına oturtulmuşcasına, toprak karışılığı borçları kapatma pazarlığı içerisinde rengi verilmek istenmekde, Abdülhamid Han’ın efsaneleşen cümleleri ezberlenmekte. Böyle bir pazarlığın asla gerçeklikle alakası yoktur. Bu pazarlığı yapanlar İttihat v Terakkidir! “Belki bu pazarlık konusunu en iyi, 1913 yılında A. Muhsin imzasıyla yayınlanan bir kitapta, Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indiren İttihatçıların Filistin için Yahudiler, Masonlar ve Siyonistlerle yaptıkları işbirliğini anlatan şu cümle ifade eder:” Vatanın bir parçasını satılığa çıkarılmış bir arsa gibi pazarlık etmek küstahlığını bu budalara kim verdi?” (Pazarlık Yok, Çamlıca Basım, Ömer Faruk Yılmaz s.13). Öyle bir pazarlık yok. Olmasına imkan mahal yok. İttihat ve Terakki bu vatana, müslümanlara, tüyü bitmemişlere, kıyamete kadar gelecek tüm İslam alemine ihanetleri tescillidir. Bu ihanetin bedeli müslümanlara ödetiliyor. Halifelik makamına sebep oldular! İslam devletinin yıkılmasına sevep oldular. Bunlar öyle hainlerdi ki, ALLAH’ın emrettiği nikah akdini bile fesada uğratıp, avrupa tarzı nikah akdini kanunlaştırdılar. “İttihatçılar bütün bunlar yetmezmiş gibi, yüzyıllardır islam din ve medeniyetinin temsilcisi olan bu milletin her türlü dini ve ahlakş hassasiyetlerini ortadan kaldıran kanunlar ve düzenlemeler yaptılar. 1916’da evlilik hukukunu bozdular ve savaşın şiddetinin zirvede olduğu bir döneme denk gelen 7 Kasım 1917’de Aile Kanunu’nu çıkardılar. Bu kanunla evlilik, boşanma ve diğer aile meseleleriyle ilgili İslam kuralları kaldırıldı, tamamen Batılı kurallara göre düzenleme yapıldı. Evlilik anlaşmaları(akitleri) dinden uzak(gayr-ı dini) sistemlere göre tanzim edildi.”(a.g.e. S.236) “Mülk ve sözleşme sistemi, vakıflar, eğitim ve mekteplerin bütün nizam ve usülleri değiştirildi. Karma eğitim modeli getirildi. Kilise ve sinagog yapımı ve tamirine ilişkin bütün engeller kaldırıldı.”(Bilal Şimşir, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986, s. 141) “İttihatçıların yaptığı, Batılıların seküler (dinden uzak) reformlar dedikşeri düzenlemeler, Osmanlı devlet ve millet sisteminin yapısında büyük değişiklikleri beraberinde getirdi. İlk defa 1913’te yapılan bir düzenleme ile mahkemelerde hakimlikler de dinden tecrid edilmeye başlandı ve azınlıklara göre düzenlendi.”(Pazarlık Yok, Ömer Faruk Yılmaz, s. 230 çamlıca basım). Kamal Adıtürk’ün yaptığı inkilapların temelinin nereden geldiği az çok anlaşılmış oldu sanırım. Burda bir meselede aklıma gelmiş oldu. Darül Harb ve Darül İslam vaziyeti bu ülkede ne durumdadır? Bazı arkadaşlar Darül Harbi tercih ettiğim için beni Cuma namazı kılmamakla itham ediyor, bazılaroda Vehhabilikle itham ediyor. Bunların ikiside komik ithamlar. Öncelikle Vehhabiliği benimsemiş olsam, vehhabiliğe neden hakaret ediyim ve tüm rezilliklerini ifşa gayretim olsun. İkincisi Cuma namazının tek şartı Darül İslam mı? “Beş vakit namazın şartlarından başka Cuma namazının iki şartı daha vardır; 1: Vücûbunun şartları, 2: Sıhhatinin, yani Cuma namazının sahih olmasının şartları. Cuma namazının Vücûbunun şartı yedidir:
1- Erkek olmak, (Kadın ve Hünsaya farz değildir)
2- Hür olmak,(Esir veya hapiste olana farz değil) 3- Mûkim olmak,(90 km. Yola gidene farz değil)
4- Sıhhatli olmak,( Namaza gidemeyecek kadar hasta olana farz değil)
5- Gözleri sağlam olmak,( Âmâya; görmeyene farz değildir.)
6- Ayakları sağlam olmak,( kötürüme farz değildir)
7- Namaza gitmeye mâni’ ve gitmemeyi mübah kılan bir özrü bulunmamak,(Düşman korkusu, şiddetli yağmur çamur gibi şeyler Cumaya mani hallerdir.
Cuma namazının sıhhatinin şartı altıdır;
1- Cuma namazı kılınacak yer, şehir olmak( izin ve beraat verilen köylerde olabilir.)
2- Emir veya Vekilinin kıldırması,
3- Öğle namazı vaktinde kılınması
4- Cemaatin huzurunda hutbe okumak
5- İmamdan başka üç kişi bulunmak
6- Cuma kılınan yer herkese açık olmak.”(Resimli Muhtasar İlmihal, Hanefi Mezhebi üzere Zaruri dini bilgiler. S.151-152)
Görüldüğü üzere Cuma namazının tek şartı islam devleti değil! Emirinin veya Vekilinin kıldırmasından mana, HALİFE-i RUYİ ZEMİN EFENDİMİZİN(Halifeliğin kaldırılması) kendisi yada tayin ettiği komutan veya vali… Bunuda buraya bırakıyorum belki bir gün lazım olur. Darul Harb için diyeceğim tek bir şey var, Ümmet olarak muhtariyet hakkımı, Muttefegun aleyh olan İmameynin içtihadı üzere kullanıyorum. Bu topraklarda İslam ahkamının kaldırılıp, yerine küfür veya şirk ahkamının getirilmesiyle, İslam darı, darül harbe intikal etmiştir. İttihat ve Terakkinin yaptığı gyri islami kanunlara bakıldığı zaman, bu eşkiya takımının islamla olan alakalarıda kafada şekil bulmaya başlar. İslamdan nasipsiz deyip geçmekde faide görüyorum. ALLAH-u alem. Şimdi bazıları tevbe etmiştir vs diyecekler, ortam gerilecek. Gizli işlenen günaha gizli tevbe, alenen işlenen günaha alenen tevbe gereklidir. Abdülhamid Han’ı hal’ ettikden iki yıl kadar sonra, siyonizmi koynuna alan ittihatçiler, devleti yıkmaya başladılar. Sanki herşey plan dahilindeydi. İsmi Enver, Celal ve Talat olmasa, bunlar gavuroğlu gavurdur dersiniz ama adamlarda zahirende olsa islam emaresi var. “İttihat ve terakki mensupları, idareyi ellerine aldıkdan andan itibaren sadece ve sadece kendi iktidarlarının devamını sağlamak uğruna, basını tamamen susturdular, muhalifleri hapislere, sürgünlere ve hatta suikastlere uğrattılar, ekonomiyi tamamen kendi harcamaları ve adamlarının menfaatleri için perişan ettiler.”(Pazarlık Yok, s. 229). 1909’da tahtan indirdikleri Abdülhamid’den iki yıl sonra devlet ne haldeydi? Kendi adamlarının izahatına bakalım:” Bizde ilk defa yenileşmeye doğru atılan ilk biyük adımı 1839 yılında işan edilen Tanzimat Fermanı teşkil eder ki, Japonya’nın yenileşmesi olan Meiji Restorasyonu (1868)’ndan tam 29 sene öncedir. Tanzimattan beri geçen zaman zarfında nasıl bir terakki meydana getirebildik?! Hiç! Hiç diyorum, çünkü bütün ıslahatımız ve inkilablarımız ecdadımız tarafından fethedilen memleketleri devlet idaremiz altında tutmak maksadına matuf iken buna asla muvaffak olamadık ve bugün Rumeli’den Edirne’ye kadar geri atılmış, Anadolu’da dahi yeni tehditlere düçar olmuş bulunuyoruz. Suriye ile Güneydoğu Anadolu toprakları ise iki müthiş karışıklık halinde başımızın üzerinde duruyor. Hilafet bile tehlikededir. Ve bütün bu tehlikeleri ortadan kaldıracak kuvvetimiz bulunmamaktadır.”(Ahmed Cevad, Haram Yiyicilik-Felaketlerimizin esbabı, İstanbul 1329, s. 32-33). Bu çetenin başa gelmeside ihanetlerle doludur. Nereden tutsanız elinizde kalır. Benim en çok dikkatimi çeken ise, 31 Mart vakası sonrasında Enver Paşa’nın(hiç içimden ona paşa demek gelmiyor), bulgar cenabetlerine, Halife’nin ve tüm islam aleminin maneviyatını çiğnetmesidir. “Hareket ordusu ise, 25 Nisan 1909 sabahı Yıldız Sarayına girerek kontrolü ele geçirmiştir. Yıldız sarayı herhangi bir askeri direnişle karşılaşılmadan hareket ordusu ikinci fırka komutanı Mirliv Şevket Turgut Paşa tarafondan teslim alınmıştır. Bu esnada binbaşı Enver Paşa Bey de Yıldız sarayına girmiş ve Hareket ordusu gönüllüleri adı altında beraberinde bulunan meşhur Bulgar komitacılarından Yane Sandanski, Paniça, Keta, Krayko; Arnavutlardan Çirçis, Bayram Fehmi, Avdül gibi Balkanların meşhur eşkıya çeteleri, Yıldız’ı tarihinde benzeri görülmedik bir şekilde yapmalamıştır.”( Son Yıldız Düşerken, Murat Candemir, Çamlıca Basım Hamidiye Kitaplığı, s. 32-32). ALLAH hainleri sevmez! Abdülhamid Han’a insanlar kolayca ulaşıp dertlerini söylerken, bu hürriyet malları, hem Halifeyi, hem islam devletimizi, hemde müslümanları şapşal hülyalar uğruna yıktılar. Veblleri vardır ve cehnnemden çıkmamaları ümid edilir. Rıza Tevfik ne güzel diyor:
“Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!”
Tükürmekle kalmadılar, mahvettiler, yaktılar, yıktılar, öldürdüler, İslamı ifsad ettiler ve bugün çekilen sıkıntıların ana sebepleri oldular. Ben şahsen hakkımı helal etmiyorum. ALLAH’ın sevmediği hainleri, ben sevemem! Hubbu fillah buğdi fillah. Bu mevzu yazmakla bitmez. Selametle…