İSTANBUL’UN FETHİ HADİSİNİN SIHHATİ
لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
“Kostantiniyye elbette ve elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur”.
Şüphe yok ki, İstanbulun fethi, tarihte çok büyük bir hadisedir. Tarihi olduğu kadar, manevi yönü de çok büyüktür.
Peygamber Efendimiz(S.A.V.)’in, İstanbul’un fethini müjdelemiş olması, bütün Müslüman devlet adamlarının hayalinde bu müjdeye nail olmak ümidini doğurmuş, bunun için bu fethin kendilerine nasip olmasını istemişler ve İstanbul’u defalarca muhasara etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in fethi müjdelediği hadis-i şerifin “sahih” olduğunu hadis âlimleri beyan etmişlerdir. İstanbul’un fethi ile alakalı birçok rivayetle beraber iki farklı haber varit olmuştur. Birincisi, İstanbul’a ilk sefer yapan ordunun mağfiret edildiği, ikincisi ise İstanbul’un mutlaka fethedileceği haberleridir. Ayrıca İstanbul’un coğrafi özelliklerinden bile bahsedilmiştir.
İddia nedir?
İstanbul’un fethi hadisinin mevzu/ uydurma olduğu, peygamberimizin böyle bir fetih hadisesine işaret etmediği, İstanbul’un fethinin, hadisle irtibatlı olmadan bağımsız bir hadise olduğu şeklindedir.
Cevaben:
İstanbul’un fethini haber veren hadis-i şerifler vardır ve birden çoktur. Bu haberlerin lafız ve muhtevalarında farklılıklar olmakla beraber ‘İstanbul’ şehrinin fethedileceğini haber vermektedir.
Hadis-i şeriflerde “kostantîniyye, kayser şehri –medinet’ü kayser, herakl şehri, bir tarafı deniz, bir tarafı kara olan bir şehir” şeklinde ifadeler geçmektedir.
Bununla beraber hem İstanbul’un fethedileceğini ve hem İstanbul’a ilk sefer düzenleyen ordunun mağfiret olunduğunu haber veren hadisi şerifler vardır. Fethi haber veren hadisi şerifler “kostantîniyye elbette fetholunacaktır, siz yakında kostantîniyye yi fethedeceksiniz” gibi ifadelerle müteaddit şekilde ifade edilmektedir.
Buna rağmen hadisi şeriflerin sıhhati hususunda ihtilaflar olmuştur. İstanbul’un fethi manasındaki hadisi şerifler lafzen muhtelif olsalar bile manen mütevatir olabilecek derecededir.
Buna rağmen zayıf veya uydurma iddiaları niçin yapılmaktadır? Bunun cevabı olarak hadis ıstılahındaki bu tabirlerin ne manaya geldiğini tahlil etmek gerekir.
Hadis ıstılahları:
Hadis dilinde ‘sahih, zayıf ve mevzu’ ne demektir beyan edelim.
Sahih hadis: senedi başından sonuna kadar muttasıl[kesintisiz] olarak adil ve zabıt olan râvîlerin nakli ile sabit olan hadistir. Yani ittisal, adalet ve zabıt vasıfları kendisinde bulunan hadistir.
Zayıf hadis: Kendisinde üç vasıftan [ittisal, adalet ve zabıt] biri bulunmayan hadistir.
Mevzu hadis: Peygamberimiz (S.A.V) adına yalan uydurmak ile cerh edilmiş râvînin rivayetine denir.
Bu tariften anlaşıldığına göre, rivayetlerinde yalan kullandığı bilinen bir kimsenin rivayetleri mevzu hadistir, ama bu râvînin zaman zaman doğru rivayet yapması da mümkündür. Bu yönü ile ‘mevzu hadis’ ‘zayıf hadis’ başlığı altında mütalaa edilmiş, zayıf Hadis daha umumi, mevzu hadis ise daha hususi kabul edilmiştir. Buna göre fetih hadisine mevzu/uydurma diyenler zayıf olduğunu söylemek istemişlerdir.
Birde, mütalaa yalnızca bir metin üzerindedir. En meşhur rivayet olan “İstanbul mutlaka fetholunacaktır, Onu fetheden emir/komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” lafzıdır. Hâlbuki İstanbul’un fethi hakkında birbirine benzeyen ve benzemeyen birçok hadis rivayetleri vardır. Bu Hadisin lafzı tenkid edilse bile, fetih haberi manen mütevatir derecesindedir.
Hadis-i şerifin tenkidi (değerlendirilmesi):
Bu hadisi şerifin sıhhati hakkında Hâkim, “isnâdı sahîh” derken, meşhur ricâl âlimi Zehebî, Hâkim’in kanaatine iştirak ile hadisin “sahîh” olduğunu belirtmektedir. Bu hususta ikisinden başka tenkid( değerlendirme) yapan kimse rivayet edilmiyor.
Umumi değerlendirme:
İstanbul’un fethi ile beraber ‘roma-rumiye’nin fethinden bahsedilmekte ve bu ismin, İstanbul’dan farklı bir yer olduğu rivayet edilmektedir.
İstanbul’un fethi hadisesi, muhtelif hadisi şeriflerin ifadelerinden anlaşıldığı gibi, ayeti kerimelerin vecihlerinden de anlaşılmaktadır. Hadisi şeriflerin zikri geçti, Ayeti kerimelerin vecihlerinin izahına gelince:
الم{١} غُلِبَتِ الرُّومُ{٢} فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ{٣} فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ{٤} بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ{٥} وَعْدَ اللَّهِ لاَ يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ {٦} سورة الروم (٣٠) صـ ٤٠٤
Meali şerifi: 1- Allah daha iyi bilir, 2- Rumlar yenildi. 3- Bununla birlikte onlar bu yenilgilerinin ardından yakında galip gelecekler. 4- Hem uzak değil. Birkaç yıl içinde. Önünden de sonundan da emir Allah’ındır, Hem de o gün müminler sevinecek. 5- Allah’ın yardımıyla. Allah dilediğine yardım eder o aziz ve rahimdir. 6- Allah’ın vaadi olarak, Allah, vaadinden caymaz. Lakin insanların çoğu bilmezler. Elmalılı(meal kısmı tefsirden hulasadır)
6. ayetin izahının devamında: Allah’ın vaadi. Bu anlatılan galibiyet ve yardım, öyle bir vaattir ki, onu Allah Teâlâ vaat buyurdu. Allah, vaadinden caymaz. Dolayısıyla bunlar mutlaka gerçekleşecektir. Burada açık olarak iki vaat var. Birisi Rumların, mağlubiyetlerinden sonra galip gelecekleri; birisi de müminlerin, Allah’ın yardımı ile sevinecekleridir. Bu iki vaat, çok geçmeden gerçekleşti. Bu şekilde bunun Hz. Muhammed(s.a.v)’in peygamberliğini ispat eden ilâhî bir âyet, bir mucize olduğu ortaya çıktı.
Şu halde bu iki açık vaat arasında “Önünde de sonunda da emir Allah’ındır.” ifadesiyle anlatılan diğer bir vaat daha vardır ki, Rumların, İranlılara galip geldikten sonra ilerde Müslümanlara yenileceklerine işaret eder. Nitekim baştaki malum, meçhul sığasıyla okunduğu takdirde Ebu Said el-Hudrî ve diğerlerinde rivayet edilen şaz kırâete göre: “Rumlar galip geldi, fakat onlar, bu galibiyetlerinden sonra ilerde mağlup olacaklar.” diye doğrudan doğruya bu mânâ açıkça ifade edilmiş olur.
Bu ise öncekilerden daha uzak ve geleceğe ait olması bakımından daha mühim olan bir mucizedir. Fakat öbürleri gibi Hz. Peygamberin zamanında ortaya çıkmayıp, sonra gerçekleşeceğinden âyette işaretle gösterilip, peygamber tarafından açıklanmıştır.
Gerçekten İranlılara galib gelen Hirakl’in kendi hayatında Rum orduları, Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanındaki Yermük savaşından itibaren(13 h.) İslâm mücahitleri karşısında yenilmeye başlayarak, Hz. Ömer zamanındaki Şam fetihlerinden, İstanbul’un fethine kadar devam etmiş ve böylece bu mucize de tam olarak gerçekleşip ortaya çıkmıştır. Elmalılı
Bu izahtan, Rum/Roma’nın İran karşısında önce mağlup olduğu sonra İran’a galip geleceği daha sonra yine mağlup olacağı anlaşılıyor. Fakat ikinci mağlubiyetleri kime karşı olacaktır? Bunun cevabını peygamberimizin beyanlarında görüyoruz. Ayrıca meydana gelen tarihi hadiseler, bu nebevi ve mucizevi beyanları teyit ediyor. Zira beyanı geçtiği üzere herakl/Hirakl’in kendi hayatında Rum orduları, Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanındaki Yermük savaşından itibaren(13 h.) İslâm mücahitleri karşısında yenilmeye başlayarak, Hz. Ömer zamanındaki Şam fetihlerinden İstanbul’un fethine kadar devam etmiştir.
Netice olarak, son mağlubiyetleri İstanbul’un fethi ile olmuş ve müjdeli haber tahakkuk etmiştir.
Ancak: hadisi şeriflerde İstanbul’un başka fetihlerinden de bahsedilmektedir. Tehlil, tekbir ve tesbih ile ve ehl-i beyt tarafından fethedileceği haber veriliyor.
Nitekim: ibn-i mace den gelen bir rivayette “siz benî asfar ile savaşacaksınız… İstanbul’u tesbih tekbir ve tehlil ile fethedeceksiniz” Ve ibn-i mace den gelen diğer bir rivayette: Dünyadan yalnız bir gün kalmış olsaydı Allah cc onu uzatırdı, ona ehli beytimden bir racül malik oluncaya kadar, deylem dağı ve kostantîniyye ye malik oluncaya kadar.
Nuaym bin Hammad’ın rivayetinde ise “İstanbul’a üç defa gaza/sefer yapacaksınız. Birincisinde bela ve şiddete maruz kalacaksınız, ikincisinde sizin ile onların arasında sulh olacak tâ ki Müslümanlar orada mescitler yapacaklar ve onlarla beraber İstanbul’un dışından savaşacaklar sonra oraya dönecekler, üçüncüsünde ise hz. Allah orayı tekbir ile fethedecektir…” buyrulmuştur.
Bazı izahlarda henüz bu üçüncü fethin tahakkuk etmediği, bunun ehl-i zikir kimseler tarafından fethedileceği ifade edilmektedir.
İki hadise:
Birincisi: Peygamberimiz Rum’un büyüğü Herakl’e mektup göndererek İslam’a davet etmiştir.
ثم دعا (هرقل ) بكتاب رسول الله – صلى الله عليه وسلم – الذي بعث به دحية الكلبي إلى عظيم بصرى فدفعه إلى هرقل فقرأه فإذا فيه: “بسم الله الرحمن الرحيم من محمد عبد الله ورسوله إلى هرقل عظيم الروم، سلام على من اتبع الهدى، أما بعد: فإني أدعوك بدعاية الإسلام، أسلم تسلم، أسلم يؤتك الله أجرك مرتين، وإن توليت فإن عليك إثم الأريسيين قل ياأهل الكتاب تعالوا إلى كلمة سواء بيننا وبينكم ألا نعبد إلا الله ولا نشرك به شيئا ولا يتخذ بعضنا بعضا أربابا من دون الله فإن تولوا فقولوا اشهدوا بأنا مسلمون.
Resulullah (s.a.v.) efendimizin mektubu Dıhye bin Halife el Kelbi vasıtasıyla Herakl´e gönderilmişti:
“Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla, Allah’ın kulu ve resulü Muhammed´den Bizans´ın büyüğü Herakl´a…. Hidayete tabi olanlara selam olsun. İmdi ben seni islam daveti ile çağırıyorum. Müslüman ol selamete kavuş. Allah sevabını da iki kez versin. Eğer yüz çevirirsen tebaanın vebali senin boynuna olur. “Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah´a kulluk edelim ona hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Biriniz diğerine Allah´tan başka ilah edinmesin.” Eğer yüz çevirirlerse: “Şahit olun biz müslümanlarız!” deyin.” (al-i imran: 64)
Taberaninin beyanlarında devamen ve özetle insanlara İslam hakkındaki düşüncelerini sormuş, onlar şiddetle kaçınca onlara ‘ben sizin kendi dininizdeki sağlamlığınızı ölçmek istedim’ demiştir. Herakl’in imanına dair ifade açık değildir.
İkincisi: Ebu Eyyüb el Ensari hazretleri bu müjdelere nail olmak için İstanbul’a kadar gelmiş ve burada vefat etmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri’nin İslâm ordusuyla İstanbul’a gelip burada şehid olacağı ve surların dibine defnolunacağı, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in önceden bildirdiği gayb haberlerindendir. Nitekim Hazret-i Ebû Eyyûb son nefesini vermeden önce, Resulullah -salla’llâhu ‘aleyhi ve sellemden: “Kostantîniyye sûrunun dibine sâlih bir kimse defnolunacaktır.” sözünü işittiğini söylemiş ve: “Umarım ki o kişi ben olurum!” diyerek, kendisini surların dibine defnetmelerini vasiyet emişti. (İbn-i Abdürrebîh, “el-‘Ikdü’l-Ferîd”, II, 213.)
Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri’nin kabrinin uzun yıllar burada kalmış olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim olaya ışık tutan bir başka rivâyete göre; Yezid, Ebû Eyyûb’un tabutunu askerlerin ortasına alıp çarpışa çarpışa ilerlerken Bizans kumandanı bu garip durumu görüp: “Bu da nedir?” diye sormuş, Yezid ise: “Bu bizim Peygamber’imizin sahâbesidir. Bize senin beldende gömülmesini vasiyet etti, biz de onun bu isteğini yerine getireceğiz!” demişti. Bizans kumandanı: “Sen ne akılsız adamsın! Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz!” demeye kalkışınca, Yezid: “Eğer onun kabrini açtığınızı veya cesedine bir şey yaptığınızı duyacak olursam; ben de bütün Suriye’de öldürmedik Hıristiyan, yıkmadık kilise bırakırsam, bu ölüye ikrâmıma sebep olan Zât-ı Peygamber’i -salla’llâhu ‘aleyhi ve sellem- inkâr etmiş olayım!” cevâbını verdi. Bunun üzerine Bizans’lı komutan işin ciddiyetini anladı; “Ben onun kabrini elimden geldiğince koruyacağıma dâir Mesîh adına söz veriyorum!” dedi ve vaadini yerine getirdi. Surların dışına defnedilen Hazret-i Ebû Eyyûb’un kabri, zamanla hıristiyan Rumlar’ın bile saygı duyduğu bir mekân ve kuraklık zamanlarında yağmur duâsında bulunmak üzere akın ettikleri bir makam hâlini almış, burada uzun yıllar en küçük bir zarar dahî görmeden kalmıştır.