“Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır! Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak, bunun üzerine o taş, o ağaç Yahudi’yi kovalayan kimseye: Ey Müslüman! Arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür! diyecek. Yalnız gargad ağacı bir şey söylemeyecek, çünkü o Yahudilerin ağaçlarındandır’ buyurdu.”
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Siz Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Arkasında Yahudi’nin saklandığı taş: ‘Ey Müslüman, arkamda Yahudi var, gel onu öldür’ der’ buyurdu.”
Buhari 2740, 3369, Müslim 2922/82
“Ebu Hureyre’den (r.a.) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Biriniz (önden ve arkadan çıkan şeyler gibi, abdesti bozan durumlarla) abdesti bozulunca, abdest almadıkça, Allah onun namazını kabul etmez” [Buhârî, Sahih, Hadis no: 6954; Müslim, Sahih, Hadis no: 2, 225]
Bu hadis-i şeriften çıkarılan hükümler:
1. Abdesti bozulan kimsenin, yeniden abdest almadıkça namazı kabul olunmaz.
2. Hades (abdestsizlik yani önden ve arkadan çıkan şeyler), ister isteyerek olsun, isterse istemeyerek olsun, abdesti bozar, namaz sırasında olursa, namazı geçersiz kılar.
3. Hadis-i şerifte geçen “kabul olunmaz” ifadesinden maksat; namazın geçersiz olmasıdır.
4. Hadis, namazın sahih yani geçerli olması için abdestin şart olduğuna delâlet eder.
İmam Nevevî (rh.) bu mevzuda şöyle demiştir:
“Bu hadis, namaz için abdest almanın farz olduğu hususunda kesin bir delildir. Nitekim İslâm ümmeti, namazın sahih / geçerli olması için abdestin şart olduğunda ittifak etmişlerdir”
Yine, İmam Nevevî (rh.) demiştir ki:
“İslâm ümmeti, abdestsiz veya teyemmümsüz namaz kılmanın haram olduğu ve farz ve nâfile namaz arasında hiçbir fark olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir (görüş birliği içerisindedirler).”
Abdestsiz namaz kılmanın hükmüne gelince…
İtikat ve fıkha dair eserlerde denilmiştir ki:
Namaz için abdestin farz olduğunu inkâr etmedikçe, hafife almadıkça (istihfaf) ya da alay edip eğlence (istihza) olsun diye böyle bir fiili işlemediği sürece kişi dinden çıkmaz. [Ebu’l-Muîn en-Nesefî (Mâtürîdî akâid-kelâm âlimi, vefatı: 1114), Tebsıratü’l-Edille, 1, 38]
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.) ise, abdestsiz namaz kılmayı helâl sayma niyeti olmadan veya namazla alay etme kastı taşımadan tembelliğinden dolayı abdestsiz namaz kılan kimse de kâfir olur, demiştir.[İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzü’d-Dekâik, 1, 151, 302. 5, 132; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr (Dürrü’l-Muhtâr’a yaptığı Hâşiyesi), 3, 719]
Kâfir olanın ise tekrar dinine dönebilmesi için, “tecdîd-i iman”da bulunması (imanını yenilemesi) gerekir.
‘Bu kimse kâfir olmaz, ama büyük günahlardan birisini işlemiş olur’, diyenlere göre de, böyle bir hareketten dolayı pişmanlık duyup tevbe veistiğfar etmek lazımdır. Bu şekilde kılınan bir namaz, eğer vakti çıkmamış ise güzelce abdest alıp iade edilmeli; vakti çıkmış ise kaza edilmesi gerekir.
Abdestin farziyetini inkâr, istihfaf veya istihza ve eğlence olsun diye abdestsiz namaz kılan kimsenin kâfir olduğunda ise ihtilaf yoktur.
S o n u ç
Mezhep imamımız İmam-ı Azam hazretlerine nazaran kişi, bile-bile abdestsiz olarak namaz kılarsa, namazı hafife aldığı için kâfir olur. O bakımdan diğer görüşleri de bilip yerine göre değerlendirmekle birlikte, özellikle bu görüşü nazar-ı dikkatten uzak tutmamak icap eder. Zira zat-ı âlileri, içtihatlarında isabet derecesi en yüksek ve kıyamet sabahına kadar müntesipleri devam edecek olan Hanefî mezhebinin müessisisi / kurucusudur.
***
Mevzu hakkında ilave bilgi
Abdullah bin Mes’ud’dan (r.a.) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın kullarından bir kula kabrinde yüz sopa vurulması emrolundu. Adam, (ceza) bir sopaya indirilinceye kadar Allah Teala’ya yalvarıp yakardı. Yalnız bir sopa vurulunca kabri ateşle doldu. Ateş ondan kalkınca, adam ayıldı.
Meleklere;
– Neden bana vurdunuz? dedi. Melekler,
– Sen abdestsiz olarak bir vakit namaz kıldın ve bir mazlûmun yanından geçip yardım etmedin, dediler.” [Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, 4, 231; Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, Hadis no: 2774]
İmam Nevevî (rh.) şöyle demiştir:
“(Kişi, abdestsiz ise) abdestsiz bulunduğunu ve (cünüb ise) yıkanmadığını ve bu vaziyette namaz kılmanın da haram olduğunu bildiği halde namaz kılarsa, büyük bir günah işlemiş olur. Bize göre bu kimse, helâl saymadıkça bu davranışıyla kâfir olmaz. Ebu Hanife (rh.) ise şöyle demiştir: ‘Alay ettiği için kâfir olur.’ Bizim bu mevzudaki delilimiz; abdestsiz veya cünüb olarak namaz kılmak, zinâ ve benzeri bir günaha benzeyen bir mâsıyettir (günahtır).” [Nevevî, el-Mecmû‘, 2, 84; Nevevî, Ravdatü’t-Tâlibîn, 10, 67)
“Hazret-i Ömer (r.a.)zamanında Şam civarında bir kal’a muhasara edildi. Öğleye kadar kal’a feth edilemedi. Hazret-i Ömer gadaba geldi.
İslam askerlerini huzuruna çağırdı. “Kal’a feth edilemedi. Kafirler İslam askeri karşısında bu kadar dayanamazdı. Aramızda birisi bir kusur işlemiş olmasın” buyurdu.
Askerler hayret edip, tövbe ve istiğfar etmeye başladılar. O sırada bir kişi ağlayarak Hazret-i Ömer’in (r.a.) huzuruna geldi. “Ey mü’minlerin emiri! Bu gece teheccüde kalktığım zaman karanlık olduğu için misvakımı aradım, fakat bulamadım. Bu sebeple misvaksız namaz kıldım. Sizin aradığınız kusuru ben işledim” dedi. Hazret-i Ömer ona; “Tövbe ve istiğfar etmeye devam et” buyurdu. O da tövbe ve istiğfar okumaya başladı. Bir saat sonra kal’a fetholundu. (Evliyalar Ansiklopedisi)”
Osmanlı’da vaziyet farklımıydı? Osmanlı askeride ceddi gibiydi. iki tane kıssa anlatalım
“Yavuz Sultan Selim’in ordusuyla yaşadığı bir hadiseye…
Mısır’a giderken ordu-yi hümâyûnun Gebze yakınlarından geçtiği yerler, hep bağlık-bahçelikti. Sultan Selîm Han:
“Acabâ askerlerim, sahibinden müsâadesiz üzüm ve elma koparıp yediler mi?!.” diye düşüncelere daldı.
Sonra yeniçeri ağasını huzûruna çağırttı:
“–Ağa fermânımdır; Bütün yeniçeri, sipâhî ve azap askerlerimin heybeleri yoklansın! Heybesinde bir elma veya üzüm salkımı çıkan asker olursa, derhâl huzûruma getirilsin!” diye emretti.
Yeniçeri ağası, derhâl harekete geçerek heybeleri araştırdı. Daha sonra Sultân’ın huzûruna gelerek:
“–Sultânım koparılmış hiçbir elma ve meyve izine rastlamadık!..” dedi.
Yavuz, bu habere çok sevindi. Üzerindeki ağırlık ve zihnindeki düşünceler kalktı. Sonra ellerini açarak:
“Allâh’ım! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Bana haram yemeyen bir ordu ihsân eyledin!..” diyerek duâ etti ve ağaya:
“–Şâyet askerlerim izinsiz meyve koparmış olsalardı, Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü, haram yiyen bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olmaz!..” dedi.
Yavuz’un bu güzel hâli neticesinde ilâhî nusret ve inâyet tecellîleri dâimâ ona yâr olmuştur.
BİR MENKIBE DE KÂNUNİ SULTAN SÜLEYMAN ZAMANINDAN…
Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu.
Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti.
Çok geçmeden mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu:
– Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?
– Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.
– Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?
– Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.
Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.
Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
– Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?
– Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı…
Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar.
Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı: “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!..”
Fatih Sultan Mehmed Han’ın esnaf olan diyaloğunu bilirsiniz öyle değil mi?
Aslına bakarsanız bizim çağımızda ki İslam hassasiyet ile Fatih çağındaki müslümanların islam hassasiyet arasında arşınlar var.