Küfür tek millettir. Son üç yüz yıldır topun ağzında Müslümanlar, İslam ve ahlak var. “Ahlak ne alaka?” Diyeceksiniz belkide. Bugün dünyanın en çok ihtiyacı olan şey ahlaktır. Bir müslümana yakışan edeptir. Edeb, eline, beline ve diline hükmetmendir. Şehevi arzuların, nefsani dürtülerin önüne geçebiliyormusun? İslamın ana temeli de bu değil mi? Nefsin ve şeytanın isteklerine dur demek değil mi? Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bugün ekranlarda birbirlerine atıp tutan siyasiler kesinlikle kulislerde ve perde arkasında DOSTLAR! Muhsin Yazıcıoğlu bunu söylemişti. Çoğunluğun yönetimde söz sahibi olması gereken demokraside, ne yazık ki bunun tam tersi fiilen icra edilsede, tüm dünya da ve ülkemizde yönetim bizim seçtiklerimizde değil. Monarşiyi bitirmedeki niyet halk egemenlikleri değildi. Tam tersine tüm dünyayı köleleştirmek ve yönetmekti. Bakın geçtiğimiz hafta da ekonomimizi yönetmek için abd’li bir şirketle anlaşıldı. Bunun temelinde yatan hakikat, egemenliğimizin o şirkete paravan bir bahaneyle verilmesidir. Yani Türkiye özgür değildir. Zaren basit bir mantıkla bunu anlamak kolaydır. Bugün tüketimde dışa bağımlılık çoktur. Bu demek oluyor ki bizler kediyiz ve kasaba minnet etmek zorundayız. Dükkanının önünde yalanıp duruyoruz! Kıbrıs harekatında bu yaşandı. Amerika ambargo uyguladı. Kaddafi’de bize mühimmat felan verdi. Yani devletimizin ekomosini işletmek için şirkete verebiliyorsak, egemenlik haklarımızı da teslim ediyoruz demektir. John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları” adlı kitabından bir bölüm iktibas etmek istiyorum. “* kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç para verip otobanlar, yollar yaptırırız.. * sonra onlara arabalarımızı satarız.. * daha sonra bankalarını satın alırız.. * o bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız.. * böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle.. o ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. o ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır.. aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton yığınları oluşur ve bizim şirketlerimiz kazanır.. o ülkedeki birileri de nemalandırılır. toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkânsızdır. plan böyle işler.. sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; “bize büyük borcunuz var. ödeyemiyorsunuz. o zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, birleşmiş milletlerde bizim için oy verin!. elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! onları amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!” ve bu arada; sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemlerini ele geçiririz.. bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir…”
Bizler 3. parti dünya devletiyiz. Bizler efsanelerle yaşayan bir toplumuz. Dedelerimizin başarılarından, dindarlığından, dürüstlüğünden ve insanlığından övünürüz. Onların gittiği yolun aksi istikametinde gitmeyi ise kurnazlık sayarız. Şark kurnazlığıdır bir nevi. Bizler böyle soylara mensubuz ama dünyada yaşarken atalarımızın tersine yaşamayı bir görev biliriz. Abdülhamid’i tanımaym yüzbinlerce insan, ekranda gördüğü adamı Abdülhamid sanıyor. Görüyormusunuz toplulukları kandırmanın ne kadar kolay olduğunu. Tahsin Paşa’nın hatıratı yayınlandı ve o kitap için düzenlenen imza töreninde kitapları dizide oynayan karakter imzaladı. Çünkü halk o aktörü Tahsin Paşa olarak görüyor. Devlet televizyonlarında halkı hipnotize eden iki dizi dikkatimi çekiyor. Diriliş ve Payitaht Abdülhamid dizileri. Baş rol karakterlerinin ikiside solcu, gezi eylemcisi ve eskinin din düşmanları idi. Bugün hepsine evliya nazarıyla hürmet ediliyor. Bu akil(!) şaklabanlar, haksız kazancın dibine vururken, hipnoz ettikleri insan yığınını da, kemer sıkmaya, aç kalmaya, devletin bekası için sürünmeye davet ediyor. Lakin kendileri zevk ve içerisinde oynaşıp duruyorlar. Madem bu ülke ölmeye değerdi, neden çocuğunu amerikada doğurtturdun? Lafla peynir gemisi yürümüyor. Resimle bu yazılanların ne alakası var diye sormaya hakkınız var. Alaka şurdan gelir. Bugün H. Nuh’un gemisi gibi bir gemiye ihtiyaç duyulsa, o gemiyi işgal edecekler aynı ideolojiden beslenen şeytan taparlar olacaktır. Sözüm o ki, onların hepsi birdir, tek millettirler ve asla kendilerinden başkasını maddi ve manevi olarak istemezler. George Carlin’in dediği gibi:” Politikacılar geleneksel olarak üç şeyin arkasında saklanmışlardır: Bayrak, İncil ve çocuklar. “Hiçbir çocuk arkada kalmasın.” Oh, öylemi? Kısa zaman önce onlara üstünlük sağlamaktan bahsediyordun. “Avantaj”,”arkada kalan” Biri burada hızını kaybediyor. Ancak bir sebebi var. Bir sebebi var. Bunun bir sebebi var. Eğitimin rezil oluşunun bir sebebi var. Asla düzelmemesi ile aynı sebep. Asla düzelmeyecek. Boşuna beklemeyin. Elde ettiğinizle mutlu olun. Çünkü bu ülkenin sahipleri bunu istemezler. Gerçek sahiplerinden bahsediyorum. Büyük ve zengin. Gerçek sahipleri. Herşeyi denetleyen ve herşeye karar veren büyük ve zengin iş hissedarları. Politikacıları unutun. Onlar önemsiz. Politikacılar size seçim hakkı tanındığı fikrini sürdürmek için varlar. Hakkınız yok. Seçim hakkınız yok. Sahipleriniz var. Size sahipler. Herşeye sahipler. Bütün önemli topraklara sahipler. Kollektif şirketleri denetliyorlar ve sahipleriler. Uzun zamandır senato, meclis, hükümet binaları, belediyelerin sahipleriler. Hakimler arka ceplerinde. Bütün büyük medya ve haber şirketlerinin sahipleriler. Duyduğunuz bütün haber ve bilgileri denetliyorlar. Sizi hayalarınızdan tutuyorlar. Her sene milyrlarca doları lobileşmek için kullanıyorlar. İstediklerini elde etmek için lobileşiyorlar. Ne istediklerini biyoruz. BAŞKALARINA DAHA AZ ve KENDİLERİNE DAHA ÇOK İSTİYORLAR. Ne istemediklerini size söyleyeyim. Eleştirel düşünen varandaşlar istemiyorlar. İyi derecede bilgilendirilmiş ve eğitim görmüş insanlar istemiyorlar. Bu ilgilerini çekmiyor. Bu onların işine gelmiyor. Bu çıkarlarına aykırı. Biliyormusunuz? Mutfak masasının etrafında 30 sene evvel batan bir sistemin onları nasıl becerdiğini düşünecek kadar zeki insanlar istemiyorlar. Bunu istemezler. Ne istiyorlar biliyormusunuz? Uslu çalışanlar istiyorlar. Uslu çalışanlar. Makineleri çalıştırıp, belgeleri yazabilecek kadar zeki ve pasifce git gide boktanlaşan işlerde, daha az maaşla, daha uzun sürelerde, daha az haklarla, fazla mesainin olmadığı, almaya geldiğinde yok olan emeklilerle çalışacak kadar aptal insanlar. Şimdi de emeklilik maaşımızın peşindeler. Emeklilik paramızı istiyorlar. Geri istiyorlar ki Wall sokağında ki sabıkalı arkadaşlarına verebilsinler. Ve biliyormusunuz? Alırlar. Sizden hepsini öyle ya da böyle alırlar, çünkü buraya sahipler.(aklını gösteriyor eliyle) bu büyük bir cemiyet. Siz üye değilsiniz. Sizler ve ben büyük cemiyete üye değiliz.”
Nerede demokrasi? Bu anlatılanlar gibi değil mi bu ülke? İyiye giden ne var? O gemide biz yokuz ne yazık ki? Biz aynı gemide olsaydık, o gemide batmıştı. Köle düzeni budur işte. Para kazanırsın ve kendimi özgür sanırsın. Sanrıdır bu! Sana çizdikleri sınırlar içerisinde özgür olduğunu düşünerek nefes tüketirsin. Eline aldığın akıllı telefonunla her bilgiye(!) özgürce(!) ulaşabildiğini zannedersin. Halbuki yönlendirilirsin. Televizyonda böyledir. Medya bu şekilde çalışır. Objektiflik, doğru haber sloganları safsatadır. Bu seferde saygıdeğer bir abimize söz vermek istiyorum. Adolf Hitler der ki:” Basın, Dünya Savaşı yıllarında tamamen art niyetli birtakım karanlık güçlerin elindeydi. Gençlik yıllarımda Viyana’dayken halkı eğitmeye yönelik bu gücün sahiplerini tanıma fırsatım olmuştu. Beni ilk hayret ve dehşete düşüren, toplumun en kutsal değerlerine ve eğilimlerine ters düşse bile basının belli bir fikri empoze etme başarısının çok kısa bir zamanda gerçekleştirilmesiydi. Basın, birkaç gün içinde, oldukça önemsiz hatta komik bir olayı kısa bir sürede çok önemli bir devlet meselesi haline getirerek aslında en önemli bir meseleyi kamuoyunun dikkatinden kaçırıp unutturma gücüne sahip oluşuydu. Bu fikir ve düşünce çetesinin, tespit ettikleri hedeflere ulaşmak için yapmayacakları şey yoktur. Bunlar, ev aile ilişkilerini gündeme getirecek kadar ileri giderler. İçlerinde sansasyon yaratmaya yönelik ihtirası olanlara kurban seçtikleri talihsiz kişiye son öldürücü darbe vurma imkanı sağlayacak bir olay buluncaya kadar domuzlar gibi her tarafı eşelerler. Eğer kurbanlarına ait resim ve şahsi bir açık bulamazlarsa seçecekleri tek yol vardır, basit bir yoldan iftira atmak. Art arda tekziplere rağmen, bu iftiralardan iz kalmasının yanında yüz ağızdan birden çıkan iftiralar diğer suç ortağı gazetelerde de yazılmış olduğundan, kurbanın bütün tekzip ve isyanlarının hiçbir şey ifade etmeyeceğini zaten bilmektedirler. Bir gazetenin sorumlu olduğu kamu vicdanından ve görevinin ne olduğuna dair açıklamalarla açık açık yalan söylerler. Bu belanın kendini gösterdiği miting ve kurultaylarda daha da ileri giden bu reziller; aralarda “gazetecilik şeref ve haysiyetinden” uzun uzun bahsederek bulunduğu topluluğun tasdikini alırlar.
(Birinci Dünya Savaşı dönemindeki basından bahsediyor.)”
Özetle özgür değiliz. Özgür olduğumuz düşüncesinde yaşamamız için bir takım piyeslerle bizleri aldatıyorlar. ALLAH Adem babamızdan bugüne değin gönderdiği din ile bizlere yardımcı olmuştur. Bizi maddi ve manevi şekilde dünyada köleleştiren zihniyetin tüm savaşı, ALLAH’ın dininedir ve aslında olan ALLAH’ın kendisinedir. Çünkü bu çete şeytana tapar. Farmasonlar, masonlar, siyonistler, kabalistler, yahudilerin radikalleri, sebatayistler, pakraduniler ve isimlerini yazmakla bitiremiyeceğim şeytana tapan yüzlerce loca ve okült sistemler, tüm dünyada insan ırkına karşı bir cinayet işlemektedirler. Bu cinayet içinde düzinelerce hatta yüzlerce argümanları vardır. Yani onlar batıl davaları için her şeyden vazgeçiyorlar. Özetle Müslümanlar daha savaşın farkında değil. Hapishanede olmak için demir parmaklıklar ve duvarlar mı olması gerek? Selametle…