Diyalog anlayışında hıristiyan cephe kadar olmasa da, müslüman tarafta, S. Nursi’nin önemli bir konuma sahip olduğu, pek iyi bilinmez. Gerçekte, bugün olup bitenlerin altında, günün şartlarından, modernlik ve küresellikten, siyasî, iktisadî, kültürel yeni biçim alışlardan, şucu bucu cemaatlerden önce -ki bunların rolünü inkâr etmiyoruz- S. Nursi’nin büyük rolü olmuştur.
VATİKAN’A GÖNDERİLEN RİSALE-İ NUR
Nursi, 1950’de Roma’ya Papa XII. Pius’a, Risale-i Nur Külliyatını İstanbul’daki hııristiyan görevli vasıtasıyla gönderdi. 22 Şubat 1951 ‘de Papa’nın teşekkür cevabını, ama Thomas Michel’in de belirttiği gibi, Papa’nın şahsî cevabını değil, kâtibinin cevabını aldı. Risale-i Nur Külliyatı gerçekten okundu mu, okunmadı mı, değerlendirildi mi, değerlendirilmedi mi bilmiyoruz. Dolayısıyla 1962-1965’deki Katolik atağına tesir ve ilham teşkil edip etmediğini de bilmiyoruz. Bildiğimiz odur ki, diyalog dayanaklarından Roma Kilisesi’nin yalnız başına kalmadığıdır. Yine bildiğimiz odur ki, S. Nursi’nin hıristiyanlarla ilişkiye girmek istediği, Hıristiyanlıkla ilişkiye ait ciddî, ciddiyeti oranında tartışılabilir fikirler beyan ettiğidir.
Şiddete karşı şiddet kullanılmasına karşı çıkan S. Nursi, Risale-i Nur talebelerinin askere katılmak yerine Kur’an’ı çalışmak suretiyle zamanlarını daha iyi değerlendirebileceğini söyler13′.
13 S. Nursi, Lem’alar, 100.
İlimle meşgul olanların savaşa katılmayabileceklerini Kur’an-ı Kerim söylemiştir132. Ama bunun Risale-i Nur talebelerine hasredilmesi, ilgi çekicidir ve ayrıca Kur’an bunun yanında “sizinle savaşanlarla savaşın”m buyurarak, savaşın da, yerinde zaruretini ve önemini belirtmiştir.
DİNSİZLİĞE KARŞI NURCU-HRİSTİYAN İTTİFAKI
Nursi kendisi de fiilen hıristiyan kesimlerle savaşa katılmış biri olmakla beraber, onun artık maksadı, hıristiyanlarla ittifak kurma imkânlarını aramaktır. Bunun için talebelerin iyi yetişmesi, Kur’an’ı ve Nur Külliyatı’nı iyi takip etmeleri, aynı zamanda hata ve kusurları hoş görebilme faziletini yakalamaları elzemdir. S. Nursi’nin kendi dindaşlarına karşı yönelttiği, “hatalarına, yanlışlarına ve kusurlarına nazar-ı insaf ve insan ile bakmaları” isteğini, Thomas Michel, hıristiyanlaıa karşı da düşünmüş olduğu şeklinde yorumlar. Yine Thomas Michel’in de belirttiği gibi gerçekten S. Nursi, ona karşı çıkıp eziyet edenler dâhil, herkesle “diyalog” içindedir ve özellikle son zamanlarında Kitap Ehli ile diyalog arayışı için teşebbüslerde bulunmuştur.
S. Nursi’ye göre, düşünce ayrılıklarına rağmen, çağın mütecaviz dinsizliğine karşı hıristiyanlarla ittifak sağlanabilir. “Yalnız kendi dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak değil, hristiyanların hakiki dindar ruhanileriyle de ittifak edilmelidir.”134 “İman ehli, değil müslüman kardeşleriyle, hıristiyanların dindar ruhanileriyle ittifak etmek, ihtilafları nazara almamak, niza etmemek gerekir.”135
Tevbe [9] 122. Ayetin açıklamalı meali şöyledir: “Mü’minlerin şehirlerini, yurtlarını tamamen terk etmeleri, düzenlerini bozup dağılmaları, topyekûn savaşa gitmeleri doğru değildir. Ülkelerinde devam ettirdikleri eğitimin yanında mü’minlerin her kesiminden bir grup dinde, ilimde ve teknikte, geniş ve derin bilgi elden etmek, anlayışlarını geliştirmek, kendi toplumlarına döndüklerinde onları bilgilendirmek, uyarmak niyetiyle ilim tahsil etmek ve ilmî toplantılara katılmak için yeryüzündeki gelişmiş ilim merkezlerine gitmelidirler. Umulur ki, uyanık ve dikkatli davranarak kendilerini koruma imkânı kazanırlar.” (Bkz. Ahmet Tekin, Kur’an ‘m Anlaşılmasına.Doğrıı).
m Bakara [2] 190.
——————————————
134 S. Nursi, Lem’alar, 146.
135 S. Nursi. Emirdağ Lahikası, /, 27. Mektup, 1766.
——————————————
S. Nursi’ye göre, bu ittifakı bozmak isteyenlere dikkat etmelidir. “Misyonerler ve hıristiyan ruhanileri, hem nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı (kuzey, komünistlik cereyanı); İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacaktır.”136 Ona göre Müslümanlık-Hıristiyanlık ittifakını bozmaya çalışan komünistlere karşı üç zümre, nurcular, hıristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır. Dinsizler zekât, faiz yasaklığı burjuva karşıtlığı ile müslüman halka yakınlaşma gibi aldatıcı tehlikeye girebilirler137. Görüldüğü üzere, müslümanlardan bazılarının diyalog anlayışının altında nurcu-hıristiyan ruhani-misyoner ittifakı diyebileceğimiz bir anlayış yatmaktadır. Gerçek şu ki, bugün müslüman-misyoner ittifakından bahsetmek çılgınlıktır. Böyle bir ittifaktan, sadece içinde bazı solcular ve 2. Cumhuriyetçilerin de bulunduğu bir kısım aydın rahatsız olmuyor.
THOMAS MİCHEL – SAİD NURSİ YAKINLIĞI
Nursi’nin, bugün hoşgörü ve diyalog dediğimiz şeyler üzerine görüş ve tavsiyelerini keşfettiğini söyleyen Thomas Michel, I. Dünya Savaşı’nı takip eden gerilimli yıllarda, onun ufuk açıcı bir düşünür olduğunu belirtir. Michel’in tespitine göre S. Nursi, hıristiyanlarla ihtilaf meselelerini nazara almamak, dindar ruhanileriyle ittifak etmek gerektiğini öngörmektedir. Çünkü ona göre dinsizlik ve komünizm şeklindeki mutlak küfür hücum ediyor. Müslümanlar, hıristiyânlarda kendi tabiî müttefiklerini bulurlar. Paylaşabilecekleri çok önemli müşterek vazifeleri vardır. Bu fikirlere tamamen katıldığını söyleyen Thomas Michel, trajik hadiselerin kurbanı olan müslümanlar kadar, masum hıristiyan ların da masum şehitler olarak S. Nursi tarafından görülmesini, ona şeref kazandıran unsurlardan olduğunu belirtir.
————————————-
Komünistlik ve temel felsefesi materyalizm-marksizm, Kuzeyden değil, Batıdan gelmiştir. Sistemli ve yaygın dinsizlik de Batıdan gelmiştir. Y.S.
136- S. Nursi, Emirdağ Lahikası, I, 1712.
l37 S. Nursi, Emirdağ Lahikası, 1, 1712; 138 Tarihçe-i Havai, 434. I39 Maide[5]51.
————————————-
“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”1 âyetine ait, S. Nursi’nin, zaman içinde birçok şeyin değişebileceği, en büyük müfessirin zaman olduğu yolundaki yorumunu beğenen ve 1910-191 1’de hıristiyanlarla dostluk ilişkilerini inşa etme arzusundan dolayı , sorgulama konusu edilmesini kınar. “Müslüman İseviler” unvanını çok beğenir. Michel, “düşmanlık vakti bitti” hükmüne ulaşan Nursi’nin, müslüman-hıristiyan ilişkilerini sevgi üzerinde temellendirmenin yollarını aradığını belirtmiştir ~ . Bu yaklaşımından dolayı Thomas Michel, Risale-i Nur Cemaati’nin takdirini kazanmış görünüyor. S. Nursiyi şahsen tanımış olmak istediğini, ciltler dolusu eserlerini okuduğunu belirten Michel, kendisinin zaten tek Allah inanışına sahip olduğunu, S. Nursi’nin bakış açısının kendi iç dünyasıyla hemen kaynaştığım ifade etmektedir140.
KÖPRÜ DERGİSİNİN MÜLAKATI
– Köprü Dergisinin Kış-2003 sayısında Thomas Michel’le yapılân mülakatta soruldu: “Bizler nur talebeleri olarak ‘dindar İsevîler’le birlikte ateizme karşı ortak mücadele etmek istiyoruz. Bu, Bediüzzaman’la başlamış ve bugüne kadar devam etmiş bir yaklaşım. Hıristiyan dünyasında da benzer eğilimler ve bu doğrultuda geliştirilmiş projeler var mı?”
Thomas Michel, olduğunu söylüyor.
Köprü Dergisi yine soruyor: “Bediüzzaman dinsizlikle mücadelede ‘hakikî dindar İsevîlerle’ elele verip birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylüyor. Soğuk savaş döneminde demirperde ülkeleri aracılığıyla yayılmak istenen dinsizlik sebebiyle mücadele komünizme karşıydı. Bugün ise vahiyden bağımsız bir bilim anlayışı çerçevesinde yürütülen dinsizlik politikası var. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz? Bu tehlikeyle mücadele etmek isteyen hıristiyanlar var mı?”
Michel buna da olumlu cevap veriyor.
Köprü Dergisi soruyor: “Biz Risale-i Nur Enstitüsü olarak bu konuda yaptığımız çalışmaları sizinle paylaşmak istiyoruz. Bir diyalog oluşturmamız ve yayınlarımıza katkıda bulunmanız mümkün olabilir mi?”
Michel, elbette diyor. Bunun normal vatandaşlar seviyesinde de yapılması gerektiğini söylüyor .
S. Nursi’nin ve cemaatinin dinlerarası diyalogdaki yerini ve duruşunu belirtmek bakımından önem arz eden bu alıntılarımızın, bu öneminin yanında, gerçekçi tahliline de temas etmek gerekir kanaatindeyiz. Buradaki yanlışların geçiştirilmesi daha büyük yanlış olur. Birincisi ruhban seviyesindeki diyalog arzusu, bizden önce hıristiyan dünyaya ait olup, bunun proje ve dizaynını onlar yaptılar. Sonra, tarihçeyi bilmeden veya gerçeğe aldırmadan sorulan sorular olmuştur. İkincisi, el ele verilecek “dindar İseviler” mevcut dindar İseviler olduğuna göre, pek ender istisnaları bulunabilirse de, tesliste dindarlık söz konusudur. Esefle belirtelim ki bizim çok ciddî müslüman bilim adamlarımızdan da, onların “bizim teslisteki unsurlar, sizin ‘Allah’ın sıfatları’ndaki anlayışa benzer’ demelerine aldanmış veya diyalog için taviz vermiş olanlar görülüyor “. Aslına dönmüş hakikî İsevîler, henüz mevcut görünmüyor. Bu bakımdan dinsizlikten önce veya onunla birlikte teslisle ve İsa-tanrıcılıkla mücadele etmek gerekir. Batı’da dinsizliğin artışı bu yüzden olmuşsa, yani dinsizlik mevcut Hıristiyanlığa karşı oluşmuşsa, bu mücadele çok daha önem kazanır. Üçüncüsü, Batı’da komünizmle mücadele, onun dinsizliği dolayısıyla olmamıştır. Bu maksatla mücadele eden sadece bizdeki bir avuç milliyetçi idi. Komünizmle mücadeleyi kapitalizm yaptı ki, o da diğeri kadar materyalisttir. Ama mücadeleyi kapitalizm kazandı. Papa II. John Paul’ün, komünist sistemin çöküşünde rol aldığı gerçektir ama arkasında kapitalist sistem ve A.B.D.’nin gücü vardır. Bu güç olmadan rolün başarılması mümkün değildi. Ayrıca komünist sistem, kendi içinde çöküşe başlamış, demokrasi vb. temayüllerle Gorbaçov gibi biri de yıkıcı ekibe katılmıştı., Bu yıkılışta, İslam’la ve müslümanlarla işbirliği asla vaki olmamıştır. Aksine İslam dünyası, hak, adalet, sömürüye karşı oluş saikleriyle kendine uydurabilme çabaları da göstererek, yavaş yavaş tipik bir komünizme kaymaktaydı. Mısır’da, diğer Kuzey Afrika ülkelerinde, Irak ve Suriye’de, Endonezya’da olanları ve Sukarno ile Cemal Abdünnasır’ın “biz Allah’a inanan komünistleriz” dediğini insanlık unutmuş değildir. Kısacası Batı, yine kendi menfaat ve haz dünyası için, ferdiyetçiliği sonuna kadar götürebilmek için, kendi ürettiği ucubeyi, yine kendisi, şeklen de olsa, çökertmiştir. S. Nursi’ bunlardan habersiz, gerçek dışı ve konu ile ilgili “bilgi”den mahrum olarak hüküm vermekteydi ve takipçileri de aynı yolu tuttular.
—————————————-
Thomas Michel, Tevkici Çizgisinde Müslüman-Hıristiyan Diyalogu, 90-93.
Bkz. Hayrettin Karaman, Dinlerarası Diyalog Nedir?, 45.
Hıristiyanlarla dostluk inşa etmek arzusu dediği, S. Nursi’nin İngiliz Muhibler (Sevenler) Cemiyeti’nde uzun süre üye olarak çalışmasıdır.
139 Thomas Michel, Tevhid Çizgisinde Müslüman-Hıristiyaıı Diyalogu, 8-28. M0 Thomas Michel, Tevhid Çizgisinde Müslüman-Hıristiyaıı Diyalogu, 7-8.
—————————————-
Dördüncüsü ve en önemlisi, normal vatandaşın seviyesindeki diyalog arzusudur. Bu konunun önemi, bu derece tuhaf bir anlayışa sahip olunabilmesidir. Müslüman Türkler, bin yıldır Rum, Ermeni ve Yahudilerle beraber yaşamaktadırlar. Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan müslümanlar da senelerdir hıristiyan halkla birliktedirler. Bunların birbirine söyleyecekleri ve aktaracakları şeyler varsa -ki vardır- söylemişlerdir, söylemektedirler ve söyleyebilirler. Engeller hıristiyan taraftan ve devletlerinden gelmiştir.
Bu açılımımıza vesile olan S. Nursi’nin ve cemaatinin, diyalog sürecindeki yerine dönersek, karşı tarafın misyoner uzmanları bu işi çok iyi değerlendirmektedirler.
THOMAS MİCHEL’E GÖRE İKİ BÜYÜK AHLAK ALİMİ: PAPA VE SAİD NURSİ
Thomas Michel diyor ki, “Papa John Paul, ve S. Nursi’nin fikirlerini mukayese ettiğim zaman şok edici birçok benzerlik görüyorum.” Michel, savaş ve barış analizi, barışın esas olduğu, mevcut medeniyetin insanlığın yarasını tedavi etmediği, hıristiyan-müslüman ilişkileri, hoşgörü ve diyalog konularında tahliller yapıyor; Papa VI. Paul ve Papa II. John Paul’ ün ve S. Nursî’nin uyum ve mutabakat içinde olduklarını belirtiyor ve bunları mukayese ettiği zaman birçok benzerlik gördüğünü, özellikle II. John Paul (2005’te ölen) ile S. Nursi’ye, bu iki büyük ahlak âlimine insanlık kulak verirse, daha güzel bir geleceğe sahip olacağını143 , söylüyor.
S., Nursi, İslamiyet ile Hıristiyanlık arasında yıkık bir köprünün bulunduğu, bu köprünün bir operasyonla düzeleceği kanaatindedir. Hıristiyanlık hakikî aslına dönecek, onun tabiriyle “tasaffi” edecektir (saflaşacak, kendi özüne, aslına dönecektir). ”Hıristiyanlık bir nevi İslamiyet’e inkılâp edecektir.” 144
Anlaşılması ilk planda güç olan “bir nevi” kavramına S. Nursi, kendine göre açıklık getirmektedir. Onların, Allah’ın birliğini kabul etmeleri yeterlidir.
SAİD NURSİ’DEN EHLİ KİTAB’A HİTAB: KUR’AN SİZE DİNİNİZİ TERK ETMENİZİ EMRETMİYOR!
“Kur’an size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak itikatlarınızı ikmal ve yanınızda bulunan dinî esaslar üzerine bina ediniz, diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız zaman ve mekânın değişmesi tesiriyle, tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessirdir.”145 S. Nursi’ye göre “Hz. İsa’nın hakiki dininin, İslamiyet’in hakikatiyle aynileştirilmesi” söz konusudur, ama bunun nasıl olacağı, manâ ve şümulünün sınırları belli değildir. Arınacak (tasaffi edecek) “Hıristiyanlığın bir nevi İslamiyet‘e inkılâp edeceği,” müphem ve muğlak bir söz olarak kalmaktadır. Ancak, S. Nursi bu “bir nevi”nin adını bile koymuştur: Müslüman İseviler (müslüman hıristiyanlar). Hıristiyanlar dinlerini terk etmeden” asıllarına, yani tevhide dönerlerse, bunlara müslüman hıristiyanlar denebilecektir. Bu takdirde de, bir nevi İslamiyet’e inkılâbın, iki din arasında artık yeni bir anlayışı ima edeceğini söylemek kaçınılmazdır.
——————————————–
143 Thomas Michel, Tevkici Çizgisinde Müslüman-Hıristiyan Diyalogu, 49-82.
144 S. Nursi, Mektubat, 58; Mektubat s. 54’den naklen: Köprü Dergisi, “Dünya Barışı İçin Müslüman-Hıristiyan Diyalogu”
145 S. Nursi, Kaynaklı-lndeksli Risale-i Nur Külliyatı, C.2, İsârâtıı’l-l’caz-Bakara Suresi ayet 4, s.l 175); Ayrıca bunlardan naklen: Köprü Dergisi, “Dünya Barışı İçin Müslüman-Hıristiyan Diyalogu”, 20.
—————————————–
Bugün aslını muhafaza edip etmediği meselesine girmeden söyleyelim, yaşayan bir din olarak, önümüzde duran sisteme baktığımızda, Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlüsüne inanmayana hıristiyan denemeyeceğini biliyoruz. Teslisi atmış, bir Allah’a inanmış, Hz. İsa’yı sadece Peygamber olarak görmüş ve hele İslam’ın seslenişine kulak veren biri için geride ne kalır ve o kişi için “Hıristiyan kalabildiği’in anlamı nedir? Tebliğ gayeli diyalogun esas gayesi, “tevhide (İslamiyet’e) doğru mu, “saf Hıristiyanlığa, gerçek İseviliğe doğru” mudur? Bunların aynı şey olduğu bile ifade edilir olmuştur’*.
Thomas Michel, en çok hoşuna giden bu kısımdan, “Hıristiyanların iyi olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleri’ni anladığını söylüyor. Michel’e göre, S. Nursi’nin “müslüman hıristiyanlar” unvanına layık cemiyeti. Hz. İsa’nın din-i hakikisini (hakiki dinini) İslamiyet’in hakikatiyle birleştirmeye çalıştığı bir cemiyettir. Arınmanın türü, hıristiyanların İslam’a girmek için dinlerini terk etmesi değil, ondan ziyade, onların hayır olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleridir. Michel buna S. Nursi’nin “Kur’an size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor” fikrini ekliyor 147. Dikkat edilirse, bu yorumlarda İslam’ın o eşsiz inkılâbı, bir çırpıda yok farz edilmekte ve yaptıkları sadece ayrıntılardaki değişikliğe indirilmektedir.
S. Nursi’nin ve onu takip eden diyalogçuların ideal tipi Thomas Michel gibi görünüyor. Michel, kendisi tek Allah inanışına sahip olduğunu söylüyor. Ahlaklı bir kimse olduğuna da şüpheyi celbedecek bir bilgiye sahip olmadığımıza göre, Thomas Michel Müslüman İsevî tipini çağrıştırıyor. Bütün bütüne dinini terk etmemiştir. Hatta Cizvit Rahibi ve misyoner olarak görevini ifaya devam etmektedir. İslamiyet hakkında da bir hayli bilgisi vardır. Fakat Hz. Muhammed (s.av.) için açık ve kesin bir kanaat ifade etmiyor.Hz. İsa’ya da, peygamberden öte bir şahsiyet olarak inanıyor.Bütün bunlarla birlikte müslüman-hıristiyan diyalogunun ve Müslüman İsevî unvanının ideal bir tipi olarak görülüyor.
——————————————–
146 Köprü Dergisi, “Dünya Barışı İçin ‘ Müslüman-Hıristiyan Diyalogu”, II.
147 Thomas Michel, “Bediiizzaman Said Nursi’nin kişiincesinde Miislüman-Hırisliyan Diyalogu ve İşbirliği”.
———————————————-
SAİD NURSİ’NİN GELDİĞİ NOKTA: MÜSLÜMAN(!) İSEVİLİK
“Müslüman İsevi tabiri ve anlayışı yanlıştır. Yanlışlığı, hem bizzat İslam’a, hem de kültür sosyolojisi kanunlarına uymamasın-dandır. Daha önce, yanlış kavramlar konusunda belirttiğimiz gibi, “Müslüman Türkler”,”Müslüman Araplar”, “Müslüman Almanlar”, “Müslüman Rumlar” veya “Hıristiyan Araplar”, “Hıristiyan Türkler, “Budist Amerikalılar” vb. olur. Fakat “Müslüman Musevi”, “Müslüman İsevi”, “Budist Müslüman”, “Müslüman Budist” olmaz. Müslüman İsevî, eğer Müslümanlık üst-sistemin bir alt birimi gibi ise, aynı çarpık mantıkla pekâlâ Müslüman Muhammedi de olur. Müslüman Budist, Müslüman Musevî olabileceği gibi. Yok, eğer Muhammed (s.a.v.) tek başına bir dini ifade ediyorsa, hem İsa’nın bugünkü hale gelmiş dininden, hem Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dininden olmak mümkün olmaz. İkisini de kabul etmek, iki peygamberi de sevmek ayrı şey, iki dinli olmak farklı şeydir. Esasen “Müslüman İsevi” tabirinin daha kötü bir anlamına zihnimiz kayabilir. Bu deyimde İsevilik üst-sistem, Müslüman bunun alt birimi olarak anlaşılabilir. İsevî üst-sistemin adı, bunun içinde Müslüman olan İsevî alt birimdir, yani İsevîlerden Müslüman olanlar anlaşılır., Bu şekilde Budist İsevî, Musevî İsevî de olacak demektir. Çünkü üst-sistem İsevîlik, öbürleri alt birimlerdir. Yahut ikinci bir sıfatlarıdır. Müslüman İsevî tabirini kullananlar, bunların hiçbirini kastetnemiş olabilirler. Fakat yanlış bir tabirden doğru bir anlam çıkarma! çok müşkül bir şeydir. Ayrıca bir kişi kavminin kimliğini terk etmeksizin bir dine girmiştir. Fakat bir kimse ya Müslüman’dır ya İsevî, ya Budist’tir ya Musevi’dir. Bir kültür, bir vahiy diniyle bütünleşirken, aynı din üzere olan bir başka kültürden, kendi ifade bakımından ayırmıştır, işte tam bu noktada,,”bir Türk, ateist olacağına hıristiyan olsun daha iyidir” zihniyetini değerlendirme» gerekiyor. Bu şekilde düşünmek, ‘ha Müslümanlık,ha Hıristiyanlık fark etmez’ demektir. İşte diyalog anlayışının altında yatan budur. Fakat bu, bizimkiler için böyledir. Hıristiyan, ateist olacağına Müslüman olsun’ diye düşünmemiştir ve misyonerlerin düşüncelerine baktığımız zaman buna asla yer olmadığını anlarız. Müslüman diyalogcuların diyalogu savunalım derken, misyonerliği bile savunmaya rıza gösteren bu zihniyeti, hayret uyandırıcı bir cehaleti ifade etmektedir. Ateistin arkasında, hıristiyan dünya gibi devasa bir kültür topluluğu yoktur. Ateistlik on-onbeş ferdi hadiseden ibarettir. İçinde bulunduğu kültürün ana çekirdeğinin çoğundan kopmamıştır. Oysa Hıristiyanlığa geçince her şey değişir. Kültür kodları yerinden oynar. Kendi tarihiyle ve kimliğiyle hesaplaşmaya başlar. Bulunduğu topluma giderek yabancılaşır. Ateist olacağına hıristiyan olsun zihniyeti taşıyanlar, dini ve imanı toplumdan kopuk, çengelle asılı duran bir şey gibi görmektedirler.
Bir insan iki kültürlü olamayacağı gibi, iki dinli de olamaz. Hele, bir dinin inancından kopmadan, kendini diğerinde tekâmül ettirmek, nasıl mümkün olabilir? “İslam’la inanışlarını tamamlamak”, Kitap Ehlinin esas dinlerini devam ettirebilir anlamına gelmez. S. Nursi’ye göre Hıristiyanlığın İslam’la ittihadının anlamı, İncil’in Kur’an ile birleşerek Kur’an’a tabi olunmasıdır . Kastedilen, mevcut Inciller ise, bu ittihat mümkün değildir. Asıl vahyedilen İncil kastediliyorsa, o, zaten Kur’an’a tabi olmuş ve Kur’an’in içinde yer almıştır. Yeni “Müslüman Hıristiyan” veya “Hıristiyan Müslüman” tipi, hangi kitaba tabi olacaktır?
Sadece Allah kavramına sahip olunmasının, alt tarafı başka şeylerle dolu olduğu takdirde, yetmeyeceğini, diyalog için de netice alınamayacağını, yine bizzat Kur’an’dan öğreniyoruz. “Müşriklere, gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan Allah’tır, derler”149 âyetlerinde bunu görmüştük. Müşrikler de Allah diyorlardı ama sonrası malumdur. Müşrikler, Allah ile putları nasıl birbirine karıştırmışlarsa, hıristiyanlar da Allah ile İsa’yı birbirine karıştırmışlardır.
—————————————————
148 S. Nursi, Emirdağ Lahikası, 65;
149 II, 118. Ankebut [29] 61; Lokman [31] 25.
—————————————————
Müslümanların, müslümanlığı ve buna layık doğruluğu göstererek diğer grupların İslamiyet’e girişlerini sağlayacaklarına inancını belirten S. Nursi, nihai gayesi bu olmakla beraber, hıristiyanların öze dönerek kendi kimliklerini yaşayabileceklerinde. bunun bizim için yeterli olduğunda ısrarlıdır.
SAİD NURSİ’NİN EHLİ KİTAP HAKKINDAKİ ‘DOSTANE’ YAKLAŞIMI
Yeni bir tip, adeta bir sentez oluşturma fikrine götüren dinî ilişkiye rağmen, S. Nursi çelişkiden kurtulamamıştır. Çünkü öbür taraftan, “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” âyetini yorumlarken, dostluk ilişkisinin dinî değil, sosyal ve siyasî olduğunu söyler. Ayrıca ayetin yoruma açık olduğunu, zamanın da en büyük müfessir olduğunu, yani zamanla anlayışların değişebileceğini, zaman ve şartlara bağlı olarak ilişki ve ittifak kurulabileceğini, dostluk yasağının sırf dinî dostluk manâsında olduğunu, onların zatı için değil, sıfat ve sanatları için sevilebileceğini dile getirir. Bu yaklaşım bugünkü diyalog anlayışına dayanak teşkil eden yaklaşımlardan biridir. Hatta bugün dinî bir dostluk dönemine girilmiştir.
Nursi, bu dostluk ve sevgiye, Kitap Ehlinden bir kadınla bir müslüman erkeğin evlenme meşruiyetini misal vermiştir. “Ehl-i Kitaptan bir haremin olsa, elbette seveceksin”der. Buradan Hıristiyanları sevmeye kapı açılabilmektedir. Ancak müslüman bir kadın hıristiyan bir erkekle evlenme yasaklıgına, tek taraflı bu prensibin aslının olduğuna hiç temas edilmemiştir Bu fikirler bize, bugünlerde Türkiye televizyon kanallarından birinde oynayan “Yabancı Damat” dizisini hatırlattı. Geleneklerine bağlı bir Müslüman Türk ailesinin kızı ile bir Yunanlı genç evlenmek için mücadele ediyor. Dizi, dinî geleneği ince biçimde kınama, geleneklerle mizahlı alay şeklinde sürdürülüyor. Hıristiyan toplum olan Yunanlılarla dinî, siyasî, sosyal, kültürel diyalog kurulabilmesi için dinî geleneklerin yıkılması şart olmaktadır.
S. Nursi’ye göre Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, başta hıristiyan ruhanilerle ittifak edip, aralarındaki ayrılık kaynağı olan tartışma konularını geçici olarak göz önünde bulundurmamaları, kavga etmemeleri gerekir’151
————————————
150 Muide [5] 51.
151-S. Nursi, Kastamonu Lahikası, 187; Tarihçe-i Hayal, 214.
———————————-
SAİD NURSİ: SAVAŞTA ÖLEN VEYA FELAKETE UĞRAYARAK ÖLEN HIRİSTİYANLAR ŞEHİTTİR
Nursi’nin Kitap Ehli ile müslümanların ilişki ve diyalogundaki kanaatleri bunlardan ibaret değildir. Daha ileri gittiği yerler bulunmaktadır. I. Dünya Savaşı’nda olanları hatırlatarak, hıristiyanlarla ilgili önemli fetvalar vermiştir. Bu savaşta ölen hıristiyanlar da ona göre şehit sayılırlar. Genel olarak “Semavî ve beşerî musibet ve felaketlere uğrayan hıristiyanlar masum ve mazlumdurlar ve mükâfatları da büyüktür. Bu hıristiyan mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadettir. Felaketi çekenlerin, mazlumların imdadına koşanlann ve insanlığın rahatını, hukukunu ve din esaslarını muhafaza için mücadele edenlerin yaptıkları fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki,o musibeti onlar hakkında bir şeref sebebi yapmaktadır.152. S.Nursi’ye göre “hatta mazlumlar kâfir bile olsa, çektikleri belalardan dolayı âhirette ilahi rahmet hazinesinden mükâfatları vardır, ne dinden olurlarsa olsunlar bir çeşit şehit hükmündedirler.” 153
Bunları herhangi bir fikir adamı, bir felsefeci, bir ideolog, bir sivasetçi söylese bile yadırganır. Fakat bu sözleri bir İslam ilahiyatçısı ve müslüman dava adamı söyleyince iş çok değişir.
HANGİ HIRİSTİYANLAR ŞEHİT?
Aynı şeyi bugün Irak’ta ölen Amerikan askerleri için de söyleyebiliriz. Arada bir fark yoktur. Üç-beş paralı asker dışında oraya giden askerler de kendi iradeleriyle gelmediler, gönderildiler. Masum ve mazlum olmaları, aynı görüş açısından mümkündür.
Thomas Michel, S. Nıırsi’nin “hıristiyan şehitler”e yönelik fetvasını, 1969’da, Uganda’da Papa VI. Paul’ün söylediklerine benzetir. Papa da müslümanlar için benzer bir düşünce belirtmişti.
————————————–
152 S. Nursi, Kastamonu Lahikası, 45;
153 Tarihçe-i Hayal, 261. S. Nursi, Kastamonu Lahikası, 45.
————————————–
Demek ki diyalogun iki cephesi de birbirine yaklaşmış, dinî diyalogun yeni bir hız kazanmasının zemini oluşmuştur. Ancak anlaşılması güç hususlar, cevabı müşkül sorular kalmaktadır. I. Dünya Savaşının bir parçası olan ve çok insan kaybına sahne olan Çanakkale Savaşlan’nda, Avustralya’dan, İngiltere’den, Avrupa’dan Müslüman Türkler’i yok etmek için kalkıp gelmiş ve savaşta ölmüş hıristiyanlar da şehit midir? Âhirette mükâfatları var mıdır? Mazlum ve masumdan kasıt, ortaçağda kilisenin zulmettikleri midir? Yoksa kapitalizm heyulasından sonra sömürülen, ezilen hıristiyan toplumları içindeki halk kitleleri midir? Bilmeden, ne olduğunu anlamadan müslümanlara karşı savaştırılan hıristiyan kimseler midir? Mamafih bunlardan özel olarak bahsedilmektedir. Masum ve mazlum hıristiyanlar elbette vardır ama kimler kastedilmektedir? Eğer ezilen halk kitleleri ise, onların çoğu ateist ve Marksist oldular. Komünistler dahil, bunlar da mazlum ve masum sınıfına girerler. Girebilirler ama bunları Müslümanlığın şehitlik ve -ahirette mükâfat anlayışıyla mukayese etmeye gerek var mıdır? Eğer Müslümanlığa yakın bir itikat ve hayat tarzı üzere yaşayan hıristiyanlar kastediliyorsa, “kâfir bile olsalar” neyi ifade etmektedir?
‘ALLAH’IN RAHMETİNİ KİMSE SINIRLANDIRAMAZ’ DÜŞÜNCESİ
Allah’ın mağfiretine, cennet ve cehennemle ilgili iradesine kimsenin ambargo koyması söz konusu değildir. Rahmeti gazabını geçmiş olan yaratıcının affının, lütfunun, kereminin sınırı ve durağı yoktur. Yüce Allah’ın va’d ve vaîdinin dışında düşünme gibi bir fanteziye cüret edersek, diyebiliriz ki kâfir bile olsa, istediğini istediği gibi affeder veya cezalandırır. Bu, insan idraki, iradesi, anlayışı ile ilgili bir mesele değildir. Fakat yine O’nun bize verdiği ölçüler ve ölçütlerle, beşer aklının değerlendirmelerine, kesin yargıda bulunmamak kaydıyla izin verilmiştir. Aksi halde hiçbir iman, din ve ahlak kuralı bu dünyada uygulanamaz. Nitekim S. Nursi de aynı yola başvurmuş, cennet ve cehennemlikleri teşhise kalkmıştır.
BÜTÜN BU FİKİRLERİN KAYNAĞI: KEŞFİYAT
Taraftarlarınca, onun bu konudaki erişilmez ufku, “ilgiyi yalnız kendi cemaatine hasreden sektaryen sadakatin üstüne çıkmıştır” deniyor. Bu da normaldir. Fakat o bu konudaki fetvalarını Kur,’an’a, hadise, kıyasa, icmaya, kısacası nassa ve bilimsel metodolojiye dayandırmamakta, kendi keşfiyatına dayandırmaktadır. İlmî, kelamı, fıkhî bakış açılarına göre yapılabilecek tartışmaların önünü kapatmış, başka bir yoldan meseleye bakmıştır. “…Onların (mazlum ve masum kâfirlerin) ilahi rahmet hazinesinden öyle mükâfatları vardır ki, gayb perdesi açılsa, mâzlumlar için merhamet tezahürü görünüp, elhamdülillah diyeceklerini bildim ve kafi surette kanaat getirdim” ” demektedir. Artık bu, yakin keşfe ait bir bilgidir ve keşfin sonucundaki bilginin tartışması yapılamaz. Kanaat, kesin bilgiye dayalı bir mutmain olmadır. Ancak bu kanaat ilhama dayalıdır ve herkes bilir ki ilham delil sayılmaz.
SAİD NURSİ: BAZI KUR’AN AYETLERİ RİSALE-İ NUR’A İŞARET EDİYOR
Nursi, bazı ayetlerin Risale-i Nur’u ve sahibinin başından geçen olayları işaret ettiğini, yineHz. Ali‘nin aynı işaretlerde bu lunduğunu belirtir. Bir hayli olağanüstü olay, birçok İslam velisi ve ulemasıyla gaybî irtibat, kendisinin gördüğü bazı “rüya-yı sadıka”lar zikredilir 156. Yazılarınınkutsal ve ilahi olduğu, kendisi tarafından belirtilir. “Risale-i Nûr, Kur’an-ı Kerîm’in bu asırda en yüksek ve kudsî bir tefsiridir ve hakikatleri semavîdir.”157
DİĞER BİR KAYNAK: İLAHİ (!) İLHAMLAR
Sadece bahsettiği hakikatler Allah’ın sözünü ettiği hakikatlerdir, şeklinde anlaşılması yeterli olmaz günkü mesele burada bırakılmamıştır. Kendi iradesi dışında “kalbime ihtar edildi”158 ifadeleriyle desteklenmiştir. Bizi burada ilgilendiren, böyle bir manevî derinlik, ilahî destek ve güven oluşunca, artık hıristiyanlarla veya başkalarıyla ilişkilere ait bilgi ve hükümlerin, kendiliğinden önem ve güven kazanacağıdır. Hıristiyanlarla ittifak, S. Nursi’ye önceden ilahi işaretle işaret edilmiştir, “…bazen de o, şahs-ı manevîyi bir hadimine vermişler ve hadime mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek ve o zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir… O zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiye’yi İttihada İslam’a bina ederek İsevî ruhanileriyle ittifak edip Din-i İslam’a hizmet etmektir.” 159
————————————————
156-159 Bkz. S. Nursi, Asa-yi Musa, 5; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 12, 32, 55; Mektubat, 510; Nursî, İşârâtu”t-İ’caz”, 281; S. Nursî, Gençlik Rehberi Risalesi, 21;Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 2062.
———————————————–
RİSALELER DOĞRUDAN KUR’AN’IN MALIDIR, DOLAYISIYLA SEMAVİDİR !
Müritleri yahut talebeleri bunlara inanmışlar mıdır? inandıkları gibi daha ileri adımlar atmışlardır. Samsun’da 1959 yılında basılmış bir beyannamede, Konyalı bir öğretmen, Risale-i Nur’un mahiyeti hakkında şunları söylemiştir: “Evet, Kur’an ve Risale-i Nur: Bunlardan birincisi Arş-ı A’zamdan nüzul ile… kelimetullahtır ve semavîdir ve doğrudan doğruya bir mucize-i kübradır… İkincisi ise dindarlara en dessas taarruzların yapıldığı ve dalaletin ortalığı istila ettiği bir za-manda, Kur’an’ın kendi kendini müdaraa için yine onun yani Kendinin Lemaat-ı ‘caziyesinden tereşşuh etmiş bir nur-ı mücessemesindir. (?) Demek Risale-i Nur da doğrudan doğruya Kur’an’ın malıdır ve bu sebebe binaendir ki semavîdir. Arzî değil-“dîr. Bir mevhibe-i ilahiyedir.’ Bu Müritlerine göre Allah’tan inme bir kitabın tercümanlığına mazhar olan bir zatın, “İsevî ruhanilerle” ittifak” etme yetkisi elbette olacaktır.
FETHULLAH GÜLEN’İN TEMEL REFERANSI: SAİD NURSİ
Bugün ayrı bir kol, hatta ilgisiz bir yeni oluşum gibi gösterilmek istenen F. Gülen ve cemantine ait zihniyetin temeli de S. Nursi’ye bağlanmak durumundadır. F. Gülen de S. Nursi ile Hz. Peygamber (s.a.v.) arasını birleştiren bir mu’cizat çizgisi kurmuştur. (!) Fethullah Gülen şöyle der: “Benim meseleler, “Bediüzzaman’ı okuduktan sonra benim için çok daha inandırıcı olmuştur… Efendimizin (s.a.v) insanlık çapında yaptığı şeyleri ister mucizatıyla ister reşhalarla Bediüzzaman’da gördüğüm zaman kendi kendime şöyle dedim: Demek ki ben şimdiye kadar uzaktan bakıyormuşum, uzaktan bana göz kırpan o yıldızlar, neredeyse çocukların ellerini uzatıp yıldızları avlamaya çalışması gibi şimdi benim avlayabileceğim ufka girdi.”161
Bugün dinlerarası diyaloga, müslüman taraftan neden S. Nursi’nin çok önemli bir kaynak ve dayanak teşkil ettiği, dinlerarası diyalogla neden en fazla bu cemaatin ilgilendiği, proje, plan ve programlarını neden buna göre düzenledikleri rahatlıkla anlaşılmaktadır.
———————————————-
160-Neda Armaner, Nurculuk, 29.
161-Mehmet Gündem, Fetlutllah Gülen’le 11 Gün.
——————————————-
SAİD NURSİ’NİN ARADIĞI HIRİSTİYAN TİPİ
Dini aşırı ferdileştirmcsi, bizim de onlara benzeyip seküler ve laikçi bir zemine oturma temayülümüz sebebiyle Protestanlığı yeterli bulmayan S. Nursi, yine de Hıristiyanlığın zamanla Protestanlık fikrine yaklaşmış olduğu ve Protestanlığın da tevhide doğru yaklaşmaya başladığı kanaatindedir. Buna rağmen kendisi de takipçileri de Protestanlaıia değil, Katoliklerle ilişki ve diyalog kur-muşlardır:j^mda. Papaya ciilliyatını gönderen, Protestanları bazı noktalarda beğenen, Ortodoks Rum Paniği ile görüşen S. Nursi, hangi mezheple diyalog kuru Protestanlığın o gün doğru değerlendirilememesi fazla yadırganmaz. Ancak Protestanlık hakkında olumlu kanaatlerinin oluşmasındaki yanlışlar bir gerçektir. Kur’an’a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e en fazla düşmanlık eden, Protestanlığın kurucusu Luther’dir. Kur’an’ın şeytan tarafından” yazıldığını söyleyen o’dur’ Avrupa’da her asırda İslam’a, peygamberine ve müslümanlara haddi hesabı olmayacak saldırıların olmasında Protestanlığın katkısı açık seçiktir. Öbür taraftan bugün Batı’da din ile ilgisini kesmiş, sekülerleşmiş (dünyevileşmiş) kesimler de Protestanlardır. Kiliselerini satanlar Protestanlardır. Dinlerine bağlı olanlarının ise tevhide gittiği söylenemez. Ama yine de bu sekülerleşmiş insanlar, kültür hâlinde de olsa, dini devam ettiriyorlar: Londra’da büyük binaların cephelerine İsa Allah’ın oğludur diye yazdıklarını gözlerimle görmesem, ben de tereddüt ederdim. Anglikan Kilisesi, Protestanlık içinde bir kilisedir. Fakat sekülerleşmiş, felsefîleşmiştir. Max Weber, Protestanlığın nasıl bir dünyevî felsefe haline geldiğini; Rene Guenon, Protestanlığın nasıl bir felsefe olup geleneksel olmasının daha uygun olacağında kararsızdır.dini temsil etmediğini bizlere öğrettiler ve bizler de bunu gördük. Bugün dini sadece kullanarak, dünya hâkimiyetini kurmak isteyenler, vahşi ve yutucu kapitalizm ile işbirliği yapan ve en çok uyuşanlar, Protestanlardır.
Bkz. Ömer Faruk Harman, “Hıristiyanların İslam’a Bakışı”, 104.
” S. Nursi, dinin özüne sahip veya arınması muhtemel, tam olarak bozulmamış Hıristiyan tipini, diyalog için aramaktadır. Ruhanilere de bunun için özel önem verdi ve itina gösterdi. Neden ayırım ve arayış içinde oldu? Bunu yine ondan öğrenmek mümkündür. S. Nursi’ye göre iki Avrupa vardır. Biri hakiki Hıristiyanlık’tan aldığI “feyîzle” sosyal hayata faydalı sanatları, adalet ve Hakkaniyete hizmet eden fenlen takip eden Avrupa’dır. Diğeri tabii felsefenin zulmetiyle yozlaşmış ve insanlığı sefahate ve “sapkınlığa sevk eden bozulmuş Avrupa’dır. Bu yorum bugünkü bir kısım hıristiyan ruhbanca da beğenilmiş, imanlıların müşterek medeniyetinden söz edilmiş ve bu konu diyaologun malzemelerinden birisi olmuştur. “Katolik hıristiyanların manevî lideri Papa II. John Paul’ün bütün sözleri, Risale-i Nur’da tarif edilen böyle bir medeniyeti işaret etmektedir, gerçek hıristiyanlar ve gerçek müslümanlar arasında bir medeniyet çatışması yoktur”163 denmiştir.
163- Thomas Michel, Tevlıid Çizgisinde Müslüınan-Hıristiyan Diyalogu, 58.
İyi şeylerin hakiki dindar, hakiki hıristiyan kafadan çıktığını biz uyduruyoruz. Hakiki din orada hiç yaşanmamıştır ki böyle bir algı kurabilmektedir. Ferdî zühd hayatı olarak yaşanmış bazı örnekler, başkalarıyla ilgisiz kalan bu örnekler, medeniyeti doğuramaz. Hatta ferdî zühtten ahlak bile doğmaz. Çünkü sosyal hayata açılma imkânı yoktur. Zühd hayatını yaşayanların başında hıristiyan ruhanî gelmez mi? İcat edilmiş matbaa cihazını, elli sene Nötre Dame Kilisesi’ne hapsedip, kullanılmasını engelleyen bu ruhban değil midir?
Biribirine tepki içinde sürüp geliyor görünse de, gerçekte iyi ve kötü Avrupa birdir ve ona aynı fikir süreci içinde bakmak gerekir. Kötü Avrupa’nın özelliği gibi görülen “Tanrının yerine insanı koyma”, yani insan-tanrı veya tanrı-insan anlayışı, yani hümanizm, İsa ve Tanrı ilişkisi anlayışından kaynaklanmıştır. Hümanıst anlayışa, insana değer verme diye bakılmaktadır ki bizim büyük yanılgılarımızdan biri budur.
Hürriyet Gazetesi, 10 Ağustos 2005
S. Nursi, hakiki Hıristiyanlık’tan feyz alan, adalete, sosyal hayata faydalı hale gelen Avrupa’ya değil, tabii felsefeyle bozulmuş Avrupa’ya hitap ettiğini söylüyor’. İttifakı, hakiki Hıristiyanlığa bağlı ve tevhid potansiyeli taşıyan, iyi Avrupa ile, onların temsilcisi ruhanilerle kurmak istiyor.
Cemaatin bugünkü temsilcileri de aynı şeyi takip ediyorlar. F.Gülen’e göre Avrupa, şeriat-ı fıtrî (fıtrattan gelen insan hakları, demokrasi, evrensel hukuk) bakımından doğru yolda ve bizden ileridir. “Avrupa daima geniş dünyadır.” Daha medenîdir. Şeriat-ı fıtrinin hakkını vermiştir. Bir gözümüzü daima oraya dikmelidir. Medenî Avrupa düşmanımız değildir. Rekabet halinde bir dostumuz olabilir. Onlarla bütünleşmelidir.
DİĞER ÇELİŞKİLER
Cemaatte bu etkiyi yaratan S. Nursi’nin ittifak arzusunda, “mütecaviz dinsizlik” en önemli sebebi oluşturur. Bu dilsizliğe başta komünizm olmak üzere, laik ve dünyevîleşmiş bütün tasavvurlar dahildir. Bu mütecaviz dinsizlik Batı’ya has olmayıp, kendi toplumundakiler ve özellikle yetkililerdekiler de kastedilenin içine girmektedir. S. Nursi, buna bir dinî yorum da eklemiştir. Deccal, ateist akımları temsil eder. Kuzeyden gelen komünizm de bu cümledendir. O Deccalı, Hz. İsa’nın reisliğindeki hakiki Hıristiyanlık öldürecek ve dağıtacaktır. Bu yorumlarının neresini düzelteceğini insan bilememektedir. Önce komünizmin temel felsefesi Marksizm, kuzeyden değil Batıdan gelmiştir. Batı’nın materyalist felsefesinin bir ürünüdür, ikincisi, o Deccalı, tasaffi etmiş Hıristiyanlık ve Hz. İsa değil, kapitalist A.B.D. ile komünist dünyanın kendi içinden çıkan Gorbaçov ve benzerleri çökertmiştir. Üçüncüsü, sistemin çökertilmesinde, müslümanlarla maddi-manevî işbirliği söz konusu değildir. Bu çöküşün altından da ne gerçek Hıristiyanlık, ne “Müslüman İsevilik” çıkmıştır. Deccal (!) belki kılık değiştirmiş olarak sembolize görevine devam etmektedir.
Bkz. Said Nursi, Lem’alar, 111.
Dinsizlik de komünizm de, bunların zıddı gibi görünen, fakat aynı maddeci felsefeyi bir başka biçimde paylaşan liberalizm de, diğer birçok sekülcr ve maddeci felsefe de, sistemli bir fikir ve felsefe manzumesi olarak hıristiyan dünyasından doğmuştur. Burada ferdî dinsizlikleri kastetmiyoruz. Sistematik ve doktriner şeklini işaret ediyoruz. Ya tanrı-insan (insan-tanrı) anlayışı merkezli mevcut Hıristiyanlık ruhuna uygun olarak, ya yine aynı mevcut dine tepki olarak, ama aynı insan hâkimiyeti, daha doğrusu insan ilahlığı felsefesinin daha uygun olanı araması olarak, gelişmişlerdir. Batı dünyası, sektiler anlayışında bunları gizli-açık barındırmaktadır. Konumuz, açısından bakarsak, Hıristiyanlıkla diyaloga girip bu alanda ilerlemek, bu sırları paylaşma sürecine bizi sokabilir, Zaten başlamış olan, fakat henüz bir yabancılaşma gibi görünüp tepkisini de beraberinde getiren bozulma sürecimiz, yeni bir din anlayışıyla daha kolay benimsenerek artabilir ve kimlik değişimi hızlanabilir. Dikkatli müslümanlar, hıristiyanların diyalog bahanesiyle bize yeni bir üstünlük kurma isteği ve projesi ile karşı karşıya mıyız, di ye düşünüyor.
Görünen o ki. S. Nursi. mü’minlerle ittifakı, içerde aramakla yetinmemiş, dışarıda da aramıştır. “Dışa sığınma” diyeceğimiz durum işte budur. S. Nursi, “küfür birdir” İslami prensibinden hareket ettiği için, dış ve iç diye bir mesele onun için söz konusu değildir. Biz bu kavramları, siyasî, sosyal, kültürel alanları hesap edip sosyolojik anlam yükleyerek kullanıyoruz. Şu var ki, sığınma zeminini ararken, dış (Batı dünyası), S. Nursi nazarında iman bakımından kemal derecesinde olmadığından, onu tamamlayıp olgunlaştırmalıdır.
Dünyanın imanını kurtarmak esas gaye olduğuna göre, dış ve iç ayrımı, bu nokta-i nazardan da, S. Nursi için zaten söz konusu olamaz. Bazılarının yorumuna göre S. Nursi, İslam’ın bir millî kurtuluş vasıtası yahut devleti güçlendirecek bir ideoloji olarak kullanılmasını reddetmiştir. Ona göre din, kişilik ve kimliği oluşturmak için bir değerler kaynağıdır 166. Ama şu inkâr edilemez ki, kişilik ve kimliğin bugün millî toplumun ve millî devletin ve bağımsızlığın dışında oluşamayacağı açık bir gerçektir. Dini de milletten, problemler yaratıyor diye devletten soyutlamanın, sosyal gerçeklere ve bizzat İslam’a aykırılığı ortadadır. Oysa S.Nursi’ye göre, müslümanlar, hıristiyanlar ve yahudiler arasındaki ilişkilerde, kimin yönetip kimin yönetildiğinin önemi yoktur. Beraber yaşama şekillerinin belirlenmesi yeterlidir167.
—————————————-
166-M. Hakan Yavuz, “Kamusal Alanda İslam, Nur Hareketi Örneği”, 47.
167-S. Nursi, Şualar, 14. Şua, 212-213;
1 Yorum
aşağılık herifler pis müsteriler rahat yüzü görmeyin emi