İSRA ve MİRAC
Allah-u Teala insanların arasından seçtiği peygamberlerden bir kısmına ruhani ve manevi miraçlar ikram buyurmuştur. Hz. İbrahim’e göklerin melekûtunu göstermesi, Hz. Musa’ya Tur-i Sina’da tecelli etmesi gibi.
Peygamberlerin serdarı, beşeriyetin medarı iftiharı bulunan Peygamber Efendimize (sav) nasip olan İsra ve Miraç, en kâmil şekilde ve cismani şekilde vaki olmuştur.
Miraç; zaman ve mekân hudutları dışında cereyan etmiş bulunan ulvi bir tecellidir. Beşer idrakinin sınırlarını aşan sır ve hikmetlerle dolu bir tecellinin en müşahhas örneğidir Miraç.
İsra ve Mi’rac’ın vukuunda hadis, tefsir, kelam ve tasavvuf âlimleri ittifak halindedirler. Bu hususun izah tarzlarında göze çarpan ayrılıklar bu ulvi hadisenin, kristalize edilmiş bir elmas gibi, her cephesinden ayrı bir hikmet ve manevi renk göstermesinden ileri gelmektedir.
Miraç hadisesi hicretten bir buçuk sene önce bir gecede cereyan etmiştir.
İSRA, Mİ’RAC, MESCİD-İ HARAM ve MESCİD-İ AKSA TABİRLERİ
İSRÂ: Hüda vezninde ‘’Sürâ’’ dan if’aldir. Sürâ, mesrâ, sirayet, gerek piyade gerek süvari olsun gece yürüyüşü demektir. İsra da öyledir. Ancak burada olduğu gibi müteaddi olması halinde yürütmek demek olur.
Mİ’RAC: Yükseğe çıkmak ma’nasına olan uruc’tan alınmıştır ki, merdiven demektir. Bu itibarla Mi’rac, Resulullah’ın yeryüzünden âli makamlara yükselme vâsıtası demektir. Miraç hadislerinde: (بى عرج = yükseğe çıkarıldım) tabir buyrulduğundan bu vaka Miraç adıyla anılmıştır.
MESCİD-İ HARAM: Mekke mescididir ki, Kâ’be’nin etrafında ve Kâ’be’yi muhit olan bugünkü tavaf sahasıdır. Bu mübarek sâhaya Mescid-i Haram denildiği gibi Harem-i Şerif de ıtlak olunur. Harâm ıtlakı, sâhaya ihtirâm ve saygı vâcip olduğu içindir. Kendisine karşı saygısızlık caiz olmadığı için Mekke’ye de Belde-i Haram tabir olunmuştur. Asr-ı Saadette ve Ebu Bekr hazretlerinin hilafeti zamanında Mescid-i Haram zemini, Kâbe’yi tavaf etmeye mahsus bir sahaya münhasır idi. Bilahare Hazret-i Ömer zamanında tevsi’ edilmeye başlanıp Emeviler, Abbasiler zamanında etrafındaki binalar satın alınıp Mescid-i Haram’a ilave edilmiştir.
MESCİD-İ AKSA: Kudüs mescididir ki, Beyt-i Makdis de denilir. Yeryüzünde ilk olarak Mesci-i Haram , sonra Mescid-i Aksâ bina kılınmıştır. Ve Mescid-i Haram’dan bir aylık mesafe uzak bulunduğu için (Aksa= Çok ırak ) vasfıyla tavsif buyurulmuştur.
İSRA VE MİRAC HAKKINDAKİ ÂYET-İ KERİMELER VE İZAHLARI
قال الله تعالى: ﴿سُبْحَانَ الَّذِى أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ﴾
Meali şerifi: Tenzih o Sübhan’a ki kulunu bir gece Mescidi haramdan o havalisini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ’ya isra buyurdu ona ayetlerimizden gösterelim diye, hakikat bu: odur işiten gören.
Bu âyet-i kerimenin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır şu izahatı yapmaktadır:
Bu sûrenin böyle mükemmel ve yüksek bir tesbih ve tenzih ile başlaması, daha sonra zikredilecek hayret verici işlerin önemi ile ilgilidir. Bunda birinci olarak, akıllara hayret veren imkânların üstünde olan İsrâ hadisesini yüceltmek ve onu doğrulamak için, kalplerin temizlenmesini hazırlamak ve makamın nezaketi dolayısıyla benzetme kuruntularından genellikle korunmayı hatırlatma vardır. İkinci olarak, onu mümkün görmeyen dinsizlere karşı yüce Allah’ın noksan vasıflardan beri bulunduğunu ve dolayısıyla acizlik ve yalan gibi kusurlardan uzak olduğunu açıklamakta, kudret ve bağışlamasının yücelik ve büyüklüğünü ilan etmek vardır. Üçüncü olarak, aşağıda anılan Mescid-i Aksâ’nın yıkılması dolayısıyla da bu tenzihin özel bir önemi vardır. Dördüncü olarak, genel bir şekilde bu sûrenin mânâsının Allah’ın temiz ve kusursuz olması ile ilgisine işaret vardır.
Buharî ve diğer hadis kitaplarında sahih rivayetlerle rivayet edildiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü’l Makdis’e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ’ya geçti, Allah’ın melekût âleminden birçok acaib şeyler gördü. Nihayet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü. Sabahleyin Mescid-i Haram’a çıkıp Kureyş’e haber verdi. Hayret etmek ve kabul etmemekten kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları dönüp irtidâd etti (dinden çıktı). Birtakım erkekler Ebû Bekir’e koştular. Ebu Bekir; “Eğer o, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur” dedi. Onlar: “Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?” dediler. O da: “Ben onu bundan daha ötesinde tasdik ediyorum, sabah akşam gökten getirdiği haberleri yani peygamberliğini tasdik ediyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi. Kureyşliler içinde Beytü’l-Makdis’i o zamanki haliyle bilenler vardı. Bunlar, onun vasıfları ve durumuyla ilgili sorular sordular, tanımlamasını istediler. Derhal Hz. Peygambere Beytü’l-Makdis gösterildi. Bunun üzerine ona bakıp anlatıyordu. “Gerçi Beytül-Makdis’i tanımlamada isabet etti.” dediler. Sonra: “Haydi bakalım bizim kervandan haber ver, o bizce daha önemlidir, onlardan bir şeyle karşılaştın mı?” dediler. Peygamber (s.a.v) “Evet, falancanın kervanlarıyla karşılaştım, Revhâ’da idi. Bir deve kaybetmişler arıyorlardı. Yüklerinde bir su kadehi vardı. Susadım onu alıp su içtim ve yine eskiden olduğu gibi yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım kadehte suyu bulmuşlar mı?” buyurdu. “Bu da diğer bir alâmettir” dediler. Sonra sayıların, yüklerini ve görünüşlerini sordular. Bu defa da kervan olduğu gibi Hz. Peygambere gösterildi ve sorduklarının hepsine cevap verdi ve buyurdu ki: “İçlerinde falan ve falan önde, boz renkte bir deve üzerinde dikilmiş iki harar olduğu halde falan gün güneşin doğması ile beraber gelirler”. Bunun üzerine: “Bu da diğer bir âyettir” dediler ve o gün hızla Seniyye’ye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi: “Güneş doğdu!” diye haykırdı. Diğer birisi de: “İşte kervan geliyor, önünde boz bir deve ve içlerinde falan ve falan da var, tıpkı (Hz. Muhammed’in) dediği gibi” dedi. Böyle olduğu halde yine iman etmediler de: “Bu apaçık bir büyüdür.” (Neml, 27/13; Saff, 61/6) dediler.
Bazıları göğe yükselmenin de “Burak” üzerinde meydana geldiğini söylemişler ise de gerçek olan şudur: Mescid-i Aksâ’ya kadar İsrâ (gece yolculuğu) Burak ile olmuş. Ondan sonra Mirac, asansör kurulmuştur. Ebu Sa’îd-i Hudrî’den rivayet olunduğu üzere Resulullah buyurmuştur ki: “Beytü’l-Mak-dis’te olanları bitirdiğim zaman Mirac getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim.
Bunun üzerine dünya göğü kapısına kadar yükseltildik. Cebrail kapının açılmasını istedi. “O kimdir?” denildi. “Cibril” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed” dedi. “Öyle mi? O Peygamber olarak gönderildi mi?” denildi. O, “evet” dedi. Hemen kapıyı açtılar ve beni selamladılar.
Alâî Tefsiri’nden Âlûsî’nin naklettiğine göre, Resulullah’ın İsra gecesi biniti beş tane idi. Birincisi Beytü’l-Makdis’e kadar Burak. İkincisi dünya göğüne kadar Mi’rac; üçüncüsü yedinci göğe kadar meleklerin kanatları; dördüncüsü Sidre-i Münteha’ya kadar Cibril’in kanadı; beşincisi Kâbe Kavseyn’e (Mirac gecesi iki yay arası kadar Allah’a yaklaşmasına) kadar Refref (manevî bir binek). Gerçi Allah’ın kudretine göre bu vasıtalara gerek yoktur. Yüce Allah’ın dilediğini bir anda herhangi bir yere ulaştırmaya gücü yeter. Fakat bütün bunlar, âyetlerini göstermek ve ikramını ortaya koymak cümlesinden sayılır.”
İSRA ve MİRAC HAKKINDAKİ HADİS-İ ŞERİFLER VE İZAHLARI
عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللهِ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ يَقُولُ لَمَّا كَذَّبَنىِ قُرَيْشٌ قُمْتُ فِى الْحِجْرِ فَجَلاَ اللهُ لِى بَيْتَ الْمَقْدِسِ فَطَفِقْتُ أُخْبِرُهُمْ عَنْ آيَاتِهِ وَ أَنَا أَنْظُرُ إِلَيْهِ.
Câbir İbn-i Abdillah radiyallahü anhüma’dan rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir: (Mescid-i Aksâ’ya sefer ettiğimi söylediğimde) Kureyş beni yalanlayınca (Mescid-i Haram’a gidip) Hicir’de ayakta durdum. Müteakiben Allah bana, Beyt-i Makdis’i ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da (denemek için ne sordularsa) Mescid-i Aksa’ya bakarak onun nişânelerinden Kureyş’e haber vermeye başladım.
İzahı: Bu hadisi Buhâri, İsra’ babında rivayet etmiştir. Bu cihet Müslim’in Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayetinde daha vâzıh bir surette şöyle naklolunuyor : Kureyş bana seyahat ettiğim yerlerden soruyordu. Bilhassa Mescid-i Aksa’ya dâir öyle şeyler sormuştu ki, ben İsra gecesi onlarla ilgilenip tesbit etmemiştim. Bu cihetle o kadar müşkil bir vaziyete düştüm ki, hiçbir zaman öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine Allahu Teala benimle Beyt-i Makdis arasında hâil olan mesafeyi kaldırdı. Şimdi ben beyt-i Makdis’i görüyordum, ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevap vermiştim. (İbn-i Sa’d’ın Ümm-i Hânî’den rivayetine göre) Kureyş:
– Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var? diye sormuşlardı. Halbuki ben Kudüs mescidinin kapılarını saymamıştım. Fakat karşımda mescid tecelli edince ona bakmaya ve saymaya başladım, buyurmuştur.
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا فِى قَولِهِ تَعَالَى وَ مَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِى أَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ قَالَ هِىَ رُؤْيَا عَيْنٍ أُرِيَهَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ لَيْلَةَ أُسْرِىَ بِهِ إِلَى بَيْتِ الْمَقْدِسِ قَالَ وَ الشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِى الْقُرْآنِ هِىَ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ.
Abdullah İbn-i Abbas radıyellahu anhüma’dan rivayete göre Allahu Teala ‘nın: ‘’Habibim! Bizim sana (İsra gecesi) göstermiş olduğunuz rüyayı (ayetleri) insanlar için bir fitne, bela olmaktan başka bir şey kılmadık’’ kavlindeki (rüya) hakkında İbn-i Abbas: ‘’O rüya, gözün gördüğü âyetlerdir ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Beyt-i Makdis’e sefer ettirildiği gece gösterildi’’ demiştir. İbn-i Abbas (âyetin bakıyesindeki) : ‘’Kur’an ‘da lâ’net edilmiş olan şecere de zakkum ağacıdır, demiştir.
İzahı: İbn-i Abbas’ın bu hadiste bildirilen iki tefsirinin ikisi de İsra suresinin 60. Âyetine âittir. İbn-i Abbas birinci tefsiri ile şunu demek istemiştir ki, ayetteki rü’ya, uykuda görülen bir düş değil, uyanık olarak gözle görülen bir hakikattir. Âyetteki fitne tabirini Said İbn-i Müseyyeb belâ ile tefsir etmiştir. İsra’ ve Mirac gecesi Resulullah’a gösterilen garaib-i mülk ve melekutun bir fitne ve bir bela olmasına gelince, Resulullah gördüğü i’câzkâr vak’aları haber verince müşriklerin bunlara inanmaları ve iman etmeleri şöyle dursun, iman edenleri şaşırtmak ve azıtmak için bir vesile edinmeleridir.
İbn-i Abbas‘ın bu tefsiri, İsrâ’ ve Mirac’ın rûhi ve cismî bir vâkıa olduğuna hükmeden ulemanın cumhûrunun mezhebini te’yid eder.
Abdullah İbn-i Abbas’tan meşhur olarak da, Resulullah’ın, Rabb’ini gözleriyle görmüş olduğu haberi naklonulmuştur. Taberânînin Mu’cem-i Evsat’ında kuvvetli bir isnad ile İbn-i Abbas’tan rivâyetine göre müşârun-ileyh: Muhammed (s.a.v), Rabb’ini iki defa gördü! demiştir.
Mâlik İbn-i Sa’saa’nın rivayet ettiği şu hadis-i şerif de Miraç’ı geniş bir şekilde tafsil etmiştir:
عَنْ مَالِكِ بْنِ صَعْصَعَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَدَّثَهُمْ عَنْ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِهِ قَالَ بَيْنَمَا أَنَا فِي الْحَطِيمِ وَرُبَّمَا قَالَ فِي الْحِجْرِ مُضْطَجِعًا، إِذْ أَتَانِي آتٍ فَقَدَّ قَالَ وَسَمِعْتُهُ يَقُولُ فَشَقَّ مَا بَيْنَ هَذِهِ إِلَى هَذِهِ قَالَ الرَّاوِى مِنْ ثُغْرَةِ نَحْرِهِ إِلَى شِعْرَتِهِ، فَاسْتَخْرَجَ قَلْبِي، ثُمَّ أُتِيتُ بِطَسْتٍ مِنْ ذَهَبٍ مَمْلُوءَةٍ إِيمَانًا، فَغُسِلَ قَلْبِي ثُمَّ حُشِيَ،ثُمَّ أُعِيدُ ثُمَّ أُوتِيتُ بِدَابَّةٍ دُونَ الْبَغْلِ وَفَوْقَ الْحِمَارِ أَبْيَضَ قَالَ الرَّاوِى وَهُوَ الْبُرَاقُ يَضَعُ خَطْوَهُ عِنْدَ أَقْصَى طَرْفِهِ فَحُمِلْتُ عَلَيْهِ، فَانْطَلَقَ بِي جِبْرِيلُ حَتَّى أَتَى السَّمَاءَ الدُّنْيَا فَاسْتَفْتَحَ، فَقِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ وَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ فَفَتَحَ، فَلَمَّا خَلَصْتُ، فَإِذَا فِيهَا آدَمُ، فَقَالَ هَذَا أَبُوكَ آدَمُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ السَّلاَمَ ثُمَّ قَالَ مَرْحَبًا بِالاِبْنِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِى حَتَّى أَتَى السَّمَاءَ الثَّانِيَةَ فَاسْتَفْتَحَ، قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ وَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَبًا بِهِ فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ. فَفَتَحَ، فَلَمَّا خَلَصْتُ، إِذَا يَحْيَى وَعِيسَى، وَهُمَا ابْنَا الْخَالَةِ قَالَ هَذَا يَحْيَى وَعِيسَى فَسَلِّمْ عَلَيْهِمَا. فَسَلَّمْتُ فَرَدَّا، ثُمَّ قَالاَ مَرْحَبًا بِالأَخِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِي إِلَى السَّمَاءِ الثَّالِثَةِ، فَاسْتَفْتَحَ قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ وَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ. فَفُتِحَ، فَلَمَّا خَلَصْتُ إِذَا يُوسُفُ. قَالَ هَذَا يُوسُفُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ، ثُمَّ قَالَ مَرْحَبًا بِالأَخِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ، ثُمَّ صَعِدَ بِي حَتَّى أَتَى السَّمَاءَ الرَّابِعَةَ، فَاسْتَفْتَحَ، قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ أَوَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ. فَفُتِحَ، فَلَمَّا خَلَصْتُ إِذَا إِدْرِيسُ قَالَ هَذَا إِدْرِيسُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ ثُمَّ قَالَ مَرْحَبًا بِالأَخِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِي حَتَّى أَتَى السَّمَاءَ الْخَامِسَةَ، فَاسْتَفْتَحَ، قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. قِيلَ وَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ. فَلَمَّا خَلَصْتُ فَإِذَا هَارُونُ قَالَ هَذَا هَارُونُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ ثُمَّ قَالَ مَرْحَبًا بِالأَخِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِي حَتَّى أَتَى السَّمَاءَ السَّادِسَةَ، فَاسْتَفْتَحَ، قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ مَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ وَقَدْ أُرْسِلَ إِلَيْهِ قَالَ نَعَمْ. قَالَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ، فَلَمَّا خَلَصْتُ، فَإِذَا مُوسَى قَالَ هَذَا مُوسَى فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ ثُمَّ قَالَ مَرْحَبًا بِالأَخِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. فَلَمَّا تَجَاوَزْتُ بَكَى، قِيلَ لَهُ مَا يُبْكِيكَ قَالَ أَبْكِي لأَنَّ غُلاَمًا بُعِثَ بَعْدِي، يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مِنْ أُمَّتِهِ أَكْثَرُ مَنْ يَدْخُلُهَا مِنْ أُمَّتِي. ثُمَّ صَعِدَ بِي إِلَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ، فَاسْتَفْتَحَ جِبْرِيلُ، قِيلَ مَنْ هَذَا قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ وَمَنْ مَعَكَ قَالَ مُحَمَّدٌ. قِيلَ وَقَدْ بُعِثَ إِلَيْهِ. قَالَ نَعَمْ. قَالَ مَرْحَبًا بِهِ، فَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ فَلَمَّا خَلَصْتُ، فَإِذَا إِبْرَاهِيمُ قَالَ هَذَا أَبُوكَ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ. قَالَ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ، فَرَدَّ السَّلاَمَ قَالَ مَرْحَبًا بِالاِبْنِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ رُفِعَتْ لِي سِدْرَةُ الْمُنْتَهَى، فَإِذَا نَبِقُهَا مِثْلُ قِلاَلِ هَجَرَ، وَإِذَا وَرَقُهَا مِثْلُ آذَانِ الْفِيَلَةِ قَالَ هَذِهِ سِدْرَةُ الْمُنْتَهَى، وَإِذَا أَرْبَعَةُ أَنْهَارٍ نَهْرَانِ بَاطِنَانِ، وَنَهْرَانِ ظَاهِرَانِ. فَقُلْتُ مَا هَذَانِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ أَمَّا الْبَاطِنَانِ، فَنَهَرَانِ فِي الْجَنَّةِ، وَأَمَّا الظَّاهِرَانِ فَالنِّيلُ وَالْفُرَاتُ. ثُمَّ رُفِعَ لِي الْبَيْتُ الْمَعْمُورُ،فَإِذَا هُوَ يَدْخُلُهُ كُلَّ يَوْمٍ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ ثُمَّ أُتِيتُ بِإِنَاءٍ مِنْ خَمْرٍ، وَإِنَاءٍ مِنْ لَبَنٍ وَإِنَاءٍ مِنْ عَسَلٍ، فَأَخَذْتُ اللَّبَنَ، فَقَالَ هِيَ الْفِطْرَةُ الَّتىِ أَنْتَ عَلَيْهَا وَأُمَّتُكَ. ثُمَّ فُرِضَتْ عَلَيَّ الصَّلَوَاتُ خَمْسِينَ صَلاَةً كُلَّ يَوْمٍ. فَرَجَعْتُ فَمَرَرْتُ عَلَى مُوسَى، فَقَالَ بِمَا أُمِرْتَ قُلْتُ أُمِرْتُ بِخَمْسِينَ صَلاَةً كُلَّ يَوْمٍ. قَالَ إِنَّ أُمَّتَكَ لاَ تَسْتَطِيعُ خَمْسِينَ صَلاَةً كُلَّ يَوْمٍ، وَإِنِّي وَاللَّهِ قَدْ جَرَّبْتُ النَّاسَ قَبْلَكَ، وَعَالَجْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَشَدَّ الْمُعَالَجَةِ، فَارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ التَّخْفِيفَ لأُمَّتِكَ. فَرَجَعْتُ، فَوَضَعَ عَنِّي عَشْرًا، فَرَجَعْتُ إِلَى مُوسَى فَقَالَ مِثْلَهُ، فَرَجَعْتُ فَوَضَعَ عَنِّي عَشْرًا، فَرَجَعْتُ إِلَى مُوسَى فَقَالَ مِثْلَهُ، فَرَجَعْتُ فَوَضَعَ عَنِّي عَشْرًا، فَرَجَعْتُ إِلَى مُوسَى فَقَالَ مِثْلَهُ، فَرَجَعْتُ فَأُمِرْتُ فَوَضَعَ عَنِّي عَشْرًا بِعَشْرِ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ، فَرَجَعْتُ فَقَالَ مِثْلَهُ، فَرَجَعْتُ فَأُمِرْتُ بِخَمْسِ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ، فَرَجَعْتُ إِلَى مُوسَى، فَقَالَ بِمَا أُمِرْتَ قُلْتُ أُمِرْتُ بِخَمْسِ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ. قَالَ إِنَّ أُمَّتَكَ لاَ تَسْتَطِيعُ خَمْسَ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ، وَإِنِّي قَدْ جَرَّبْتُ النَّاسَ قَبْلَكَ، وَعَالَجْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَشَدَّ الْمُعَالَجَةِ، فَارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ التَّخْفِيفَ لأُمَّتِكَ.قُلْتُ سَأَلْتُ رَبِّي حَتَّى اسْتَحْيَيْتُ، وَلَكِنْ أَرْضَى وَأُسَلِّمُ قَالَ فَلَمَّا جَاوَزْتُ نَادَانِى مُنَادٍ أَمْضَيْتُ فَرِيضَتِي وَخَفَّفْتُ عَنْ عِبَادِي
Mâlik İbn-i Sa’saa radiyallahü anhüma’dan rivayete göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem İsra ve seyehât ettirildiği gece (nin esrârın) dan Ashabına haber verip buyurmuştur ki: Bir kere ben Hatîm’de yatmış (uyurla uyanık arası) bulunuyordum. Birçok rivayet tariklerinde ravi Katade Hatim yerinde Hicir rivayet etmiştir. Bu sırada bana gelen Cibril geldi de (göğsümü) yardı. Ravi Katade Enes İbn-i Malik’in : ‘’Şuradan şuraya kadar yardı‘’ dediğini işittim, demiştir ki, râvi bu işaret olunan mahallin boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar yani ön mahalli olduğunu bildirmiştir ve kalbimi çıkardı Sonra içi iman (ve hikmet) dolu bir tas getirildi. Kalbim de (Zemzem suyu ile) yıkandıktan sonra içine iman (ve hikmet) dolduruldu. Sonra eski haline iade olundu. Daha sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. Ravi (Enes İbn-i Malik): ‘’Bunun adı Burak’tır ki o, adımını gözünün erişebildiği yerin müntehasına atardı’’ demişti: Ben bunun üzerine bindirildim. Cibril de benimle yollandı, bana refekat etti.
(Sonra ben Cibril ile beraber Beyt-i Makdis’e vardım. Namaz kıldım. Bütün peygamberler de benimle kıldılar. Sonra âli makamlara çıkılacak bir Mirac, bir merdiven kuruldu Buna Cibril ile bindirildim ve onunla beraber yükseldim) Nihayet dünya semasına vardı. Cibril gök kapısını çaldı. (Hâzin, bekçi melek tarafından):
— Kim o? denildi. Cibril:
— Cibril’im! dedi. (Hâzin tarafından):
— Yanındaki kimdir? diye soruldu. Cibril :
— Muhammed ! diye cevap verdi. (Hâzin tarafından):
— Ya (göğe çıkmak için) ona (vahiy ve Mirac daveti) gönderildi mi? diye soruldu. Cibril :
— Evet gönderildi ! diye tasdik etti. (Hâzin tarafından):
— Merhaba gelen Zâta! Bu gelen kişi ne güzel yolcu? denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben birinci semaya varınca orada Âdem (peygamber) le karşılaştım. Cibril bana :
— Bu senin baban Âdem’dir ; ona selâm ver! dedi. Ben de selam verdim. Âdem selâmıma mukabele etti. Sonra :
— Merhaba, hayırlı iyi oğlum, sâlih peygamber! dedi. Sonra Cibril benimle yukarı yükseldi. Tâ ikinci semaya geldi. Bunun da kapısını çaldı :
— Kim o? denildi . Cibril:
— Cibril’im! dedi.
— Yanındaki kimdir? diye soruldu. Cibril :
— Muhammed! diye cevap verdi.
— Ona vahiy ve Mirac gönderildi mi? denildi. Cibril :
— Evet gönderildi! dedi.
— Merhaba gelen Zâta! Bu gelen kişi ne güzel yolcu? Denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben ikinci semaya varınca orada Yahya ve İsa (peygamber) ile karşılaştım. Yahya ile İsa teyze oğullarıdır. Cibril bana:
— Bu gördüklerin Yahya ve İsa’dır; bunlara selâm ver! dedi. Ben de onlara selam verdim. Onlar da selâmıma mukabele ettiler. Sonra:
— Merhaba, hayırlı kardeş, sâlih peygamber! dediler. Sonra Cibril benimle üçüncü semaya yükseldi. Bunun da kapısını çaldı:
— Kim o? denildi. Cibril:
— Cibril’im! dedi.
— Yanındaki kimdir? diye soruldu. Cibril:
— Muhammed! diye cevap verdi.
— Ona vahiy ve Mirac gönderildi mi? denildi. Cibril:
— Evet gönderildi! Dedi. (Hâzin tarafından):
— Merhaba gelen Zâta! Bu gelen kişi ne güzel yolcu? Denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben üçüncü semaya vardığımda orada Yûsuf (peygamber) ile karşılaştım. Cibril:
— Bu gördüğün Yûsuf’tur; ona selâm ver! dedi. Ben de Yûsuf’a selam verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra:
— Merhaba, hayırlı kardeş, sâlih peygamber! dedi. Sonra Cibril benimle yükseldi. Tâ dördüncü semaya vardı. Bunun da kapısını çaldı :
— Kim o? denildi . Cibril:
— Cibril! diye cevap verdi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed! dedi
— Ona (Mirac daveti) gönderildi mi? denildi. Cibril:
— Evet gönderildi! dedi.
— Merhaba gelen Zâta! Bu gelen kişi ne güzel yolcu? denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben dördüncü kat göğe vardığımda orada İdris (peygamber) ile karşılaştım. Cibril:
— Şu gördüğün İdris’tir. Ona selâm ver! dedi. Ben de İdris’e selam verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra:
— Merhaba, hayırlı kardeş, sâlih peygamber! dedi.
Sonra Cibril benimle yükseldi. Tâ beşinci semaya vardı. Onun da kapısını çaldı:
— Kim o? denildi . Cibril:
— Cibril! dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril :
— Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem! dedi.
— Ona (Mirac daveti) gönderildi mi? denildi. Cibril :
— Evet gönderildi ! dedi. (Hâzin tarafından):
— Ferah ve İnşirah ! Bu gelen kişi ne güzel yolcu? denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben beşinci semaya vardığımda Hârun (peygamber) ile karşılaştım. Cibril bana:
— Bu Hârun’dur; ona selâm ver! dedi. Ben de Hârun’a selam verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra:
— Merhaba, sâlih kardeş ve sâlih peygamber! dedi.
Sonra Cibril benimle yükseldi. Tâ altıncı kat göğe irişti. Gök kapısını çaldı :
— Kim o? denildi . Cibril:
— Cibril’im! diye cevap verdi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril :
— Muhammed! dedi
— Ona(Mirac için vahiy) gönderildi mi? denildi. Cibril :
— Evet gönderildi! dedi. (Bu göğün bekçisi):
— Bu gelen kişiye merhaba; ne güzel bir yolcu geldi! dedi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben altıncı göğe varınca Mûsa (peygamber) ile karşılaştım. Cibril bana:
— Bu Mûsa’dır; selâm ver! dedi. Ben de Mûsa’ya selam verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra:
— Salih kardeşe ve sâlih peygambere merhaba! dedi. Ben Mûsa’yı bırakıp geçince Mûsa ağlamaya başladı. Mûsa’ya :
— Neye ağlıyorsun? denildi. O da:
— Benden sonra bir genç peygambere bîat olundu ki, onun ümmetinden Cennet’e girenler, benim ümmetimden girenlerden çoktur da ona ağlıyorum! dedi.
Sonra Cibril benimle yedinci göğe yükseldi. Gök kapısını çaldı:
— Kim o? denildi . Cibril:
— Cibril! dedi.
— Yanındaki kimdir? denildi. Cibril :
— Muhammed! dedi.
— Ona Mirac daveti gönderildi mi? denildi. Cibril :
— Evet gönderildi! dedi.
— Bu gelen Zâta merhaba; bu gelen kişi ne güzel misafir? dedi.
Yedinci kat gökte İbrahim (peygamber) bulunuyordu. Cibril:
— Bu gördüğün baban İbrahim’dir; ona selâm ver! dedi. Ben de İbrâhim’e selam verdim. O da selâmıma mukabele etti de.
— Ey hayırlı oğul, ey sâlih peygamber merhaba!
dedi.
(Resulullah buyurdu ki:)
Bütün bu menâzil ve menâzırdan sonra karşıma Sidre-i Münteha sahası açıldı.
Bir de gördüm ki Sidr ağacının yemişleri (Yemen’in) Hecer (kasabası) destileri benzeri (büyüklüğünde)dir. Yaprakları da fillerin kulakları gibidir. Cibril bana:
— İşte bu Sidre-i Münteha’dır! dedi. Bu ağacın aslından dört nehir nebeân(çıkıyordu) ediyordu. İki nehir zâhir, iki nehir bâtın idi. Ben :
— Ey Cibril, bu dört nehir nedir? diye sordum. Cibril :
— Bâtıni nehirler Cennet’te iki nehirdir; zâhirî olan nehirler Nil ve Fırat nehirleridir! dedi.
Sonra Beyt-i Mamur bana gösterildi. Gördüm ki, ona her gün yetmiş bin melek ziyarete gidiyor. Sonra bana şarap, süt, bal dolu üç bardak sunuldu. Ben süt dolu bardağı aldım,(içtim). Cibril bana: İçtiğin süt senin ve ümmetinin fıtratı yani hilkat-i islamiyyesidir! dedi.
Sonra benim (le ümmetim) üzerine her gün elli vakit namaz farz kılındı. Ben dönüp Musa’ya uğradığımda Mûsa:
— Ne emrolundun? diye sordu. Ben:
— Her gün elli vakit namazla emrolundum? diye cevap verdim. Musa :
— Her gün elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Vallahi ben, kesin olarak nâsı senden önce denedim, ve Benî İsrâîl’i sıkı bir mümareseye tabi tuttum. Binaenaleyh sen, Rabb’ine müracaat edip ümmetin için tahfif buyurmasını niyâz eyle! dedi. Ben de müracaat ve niyâz eyledim. Benden (ve ümmetimden) on vakit namaz tenzil olundu. Bunun üzerine Musâ’ya dönüp geldim. Musa, evvelki gibi tavsiyede bulundu. Ben de Rabb’ime arz-ı niyaz ettim. Bu defa on vakit namaz daha tenzil buyruldu. Ben yine Mûsâ’ya dönüp geldim. Musa da eskisi gibi öğüt verdi. Ben de Rabb’ime arz-ı niyaz ettim. Benden on vakit namaz daha tenzil buyurdu. Ben yine Musa’ya dönüp geldim. Musa da önceki tavsiyede bulundu. Ben de Rabb’ime arz-ı niyaz eyledim. Benden on vakit namaz daha tenzil olundu da her gün on vakit namazla emrolundum. Ve Mûsâ’ya dönüp geldim. Mûsâ bana evvelki mütalâasını söyledi. Ben de Allah’a arz-ı niyâz eyledim de bu defa her gün beş vakit namazla emrolundum. Bunun üzerine Mûsâ’ya dönüp geldim. Mûsâ:
— Ne emrolundun? diye sordu. Ben de:
— Her gün beş vakit namazla emrolundum ! dedim. Mûsâ:
— Ümmetin her gün beş vakit namaza muktedir olamaz. Ben senden evvelce nâsı epey tecrübe ettim. Ve Benî Îsraîl’i sıkı bir mümarese ile tecrübe ettim. Şimdi sen Rabb’ine müracaat et de bunun ümmetin için tahfîfîni dile! dedi. Ben:
— Rabb’ime çok niy’az ettim. Ta ki, bir daha arz-ı niyâz eylemekten utandım. Bu sûretle beş vakit namaza râzı olacağım. Ve buna teslimiyet göstereceğim! dedim. Ben Mûsâ’nın yanından geçince bir münadi nida eyledi:
— Ben beş vakit namazla farîzemi imzâ ve tenzîl eyledim!
İzahı: Bu hadisi, Buhari, Mirac unvaniyle açtığı bir babında rivayet etmiştir. Hadiste Mirac’ın Sidre-i Münteha ‘ya kadar olan merahil ve safahatı zahirdir. Îzah ve beyandan müstağnidir. Ancak Sidre’den öte kurb-i Zât’a âit hiçbir cihet rivayet olunmamıştır. Yalnız beş vakit farzıyyeti ve bunun elli vakit namazdan tahfif ve tenzil buyurulduğunu bildirmekle iktifa edilmiştir. Çünkü (إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى) ayeti kerimesinde haber verildiği üzere Resul-i Ekrem Mirac’da Sidre-i Münteha’ya varınca Sidre’yi bürüyen – ve onu şuurun vukuf ve ıttılaından saklayan ilahi bir emir. – bir nur bürüyüvermişti. Bundan ötesi tasvir ve beyana sığmayan bir âlemdi. Sahih rivayetlerde bildirildiğine göre buraya kadar Resulullah’a refakat eden Cibril de burada kalmıştı. Bu münteha-yı kevni ileri geçmekten memnu’ olduğunu bildirerek:(حرقت لا انملة دنوت لو= Bir parmak ucu daha öteye yaklaşmış olsaydım yanardım) demişti.
Mirac hususunda diğer sahih hadis kitaplarında benzer ifadelerle birçok hadis-i şerif nakl edilmişdir burada metinlerini zikr etmek mevzuyu uzatacağından dolayı zikretmiyoruz sadece bazı kaynakları zikretmekle iktifa ediyoruz.
İSRA VE MİRAC HAKKINDA EHL-İ SÜNNET ULEMASININ BEYANLARI
Ömer En-nesefi Hazretleri Metnü-l Akâid kitabında:
”وَالْمِعْرَاجُ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِى الْيَقَضَةِ بِشَخْصِهِ اِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ اِلَى مَا شَاءَ اللهُ مِنَ الْعُلَى حَقٌّ”
“Peygamberimiz (s.a.v)’in uyanık olarak şahsı ile, semaya ve Allah-ü Teala’nın dilediği yerlere miracı haktır” buyuruyor.
Allâme-i Taftazani Hazretleri bu metni şu şekilde şerh etmiştir:
Bu hüküm haberi meşhur ile sabittir. İnkâr eden bidat sahibi olur. Bunu inkâr etmek ve muhal olduğunu iddia etmek, felasifenin kaideleri üzere bina kılınır.
Metinde geçen ‘’فِى الْيَقَضَةِ‘’ (uyanık olarak) kavli; Mirac uykuda vaki oldu diyenleri red içindir.
̶ Hz. Muaviye’nin, miracdan sual edilince “Salih bir rüyadır” dediği rivayet edilmiştir.
̶ Hz. Âişe’nin “Mirac gecesi Muhammed a.s’ın cesedi kaybolmadı” dediği rivayet edilmiştir.
̶ Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de ‘’‘’وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتىِ أَرَيْنَاكَ اِلاَّ فِتْنَةً لِلنَّاسِ…’’ (Mirac gecesi) Sana açıkça gösterdiğimiz manzaraları sırf insanlara bir imtihan olsun diye göstermişizdir’’ buyuruyor, denilirse;
Buna cevap: Ayette geçen ve Hz. Muâviye’nin ‘’salih bir rüyadır’’ sözünde yer alan “rü’ya”dan maksat, (rü’yettir) ayn (göz) ile görmektir.
Hz. Aişe’nin beyanı ise “Hz. Muhammed’in cesedi yataktan ayrılmadı” demek olmayıp “cesedi ruhundan ayrılmadı” demektir.
Ve böylece miraç ruh maal ceset vaki olmuştur.
Metinde geçen (بِشَخْصِهِ) “şahsı ile” kavli; “Miraç sadece ruh ile olmuştur” diyenleri red içindir.
Şunu da ifade etmek gerekir ki Miracın ruh ile veya uykuda gerçekleşmiş olması tamamen inkâr edilen şeylerden değildir. Halbuki kâfirler miracı kesin olarak inkar etti. Müslümanlardan birçoğu da bu sebeple irtidat etti.
Metinde geçen (اِلَى السَّمَاءِ) “semaya kadar” kavli; “Mirac uyanık olarak ayette geçtiği gibi sadece beyt-i makdise kadar” diyenleri red içindir.
Metinde geçen (ثُمَّ اِلَى مَا شَاءَ اللهُ) “bundan sonra Allah’ın dilediği yere kadar” kavli; selefin kavillerinin ihtilafına işarettir ki miracın arşa kadar olduğunu, arşın üstüne kadar olduğunu ve âlemin sonuna kadar olduğunu ifade edenler olmuştur.
İsra – Mescid- i Haram’dan Beyt-i Makdis’e kadar olan kısım – katidir, Kitap ve Sünnetle sabittir, inkar eden kafir olur. Arzdan Semaya kadar miraç, haber-i meşhur ile sabittir. İnkâr eden bidat sahibi olur.Semadan ila maşaallaha kadar kısmı, haber-i vahid ile sabittir. Münkiri günahkâr olur.
Sahih olan Peygamber Efendimiz (sav), Rabbini kalbi ile görmüştür, gözü ile değil.
Osmân-ül Ûşi Emâlînin 27. beytinde Miracı şöyle beyan etmiştir:
” وَ حَقٌّ اَمْرُ مِعْرَاجٍ وَصِدْقٌ ◌ فَفِيهِ نَصُّ اَخْبَارٍ عَوَالِ ”
Mirac Emri hak ve doğrudur. Mirac emrinde yüce olan haberlerden deliller vardır.
İSRA ve MİRAC HAKKINDA TASAVVUFİ BEYANLAR
İmam-I Rabbani hazretleri Sofi Kurban’a yazmış olduğu mektubunda Rasulullah’ın (sav) Mirac gecesinde Allahu Tealayı görmesinin dünyada olmayıp ahirette olduğunu bildirmektedir.
Süâl: Ehl-i sünnet âlimleri, sözbirliği ile diyor ki, Allahü teâlâyı dünyâda kimse görmez. Hattâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu, Resûlullah Aleyhisselam Mi’râc gecesinde Allahü teâlâyı görmedi dediler. Huccet-ül İslâm imâm-ı Gazâlî, Resûlullahın (aleyhissalâtü vesselâm) Mi’râc gecesinde Rabbini görmediği dahâ doğrudur demiştir. Sen ise, Rasulullah (s.a.v)’in Mi’râc gecesinde gördüğünü bildiriyorsun. Bunu nasıl açıklarsın?
Cevâb: O Rasulullah (s.a.v) Mi’râc gecesinde, Rabbini dünyada görmedi. Ahirette gördü. Çünkü, Rasulullah (s.a.v) o gece, zamân ve mekân çevresinden dışarı çıktı. Ezeli ve ebedi bir ân buldu. Başlangıcı ve sonu, bir nokta olarak gördü. Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidişlerini ve Cennette oluşlarını o gece gördü. Ashâb-ı Kirâm arasında malı en çok olanlardan Abdürrahmân bin Avf, Eshâb-ı kirâmın rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în fakîrlerinden beş yüz sene sonra Cennete girecektir. Onun beş yüz sene geçtikten sonra Cennete girdiğini gördü. Ona, niçin geç kaldığını sordu. İşte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. Ahiret görmesi ile görmektir. Ehl-i Sünnet âlimleri, dünyada görülemez buyurdular. Biz ise, ahiretteki görmekle gördüğünü söylüyoruz. Bu görmeyi “dünyâda gördü” demek de, mecâz olarak denilmişdir. Dünyâdan gidip gördüğü ve yine dünyaya geldiği için denilmiştir. Her şeyin doğrusunu Allah Teâlâ bilir.
İmam-ı Rabbani Hz. diğer bir mektubunda ru’yetullahın dünyada vaki olamayacağını, dünyada vaki olur diyenin kazip ve müfteri olacağını ve bu dünyada vaki olsa Musa (a.s)’ın buna layık olacağını, Peygamber Efendimizin ise miracta cennete girip ahiret âleminde ru’yetullah ile müşerref olduğunu beyan etmiştir.
Hz. Üstazımız (k.s) da Mektuplar Risalesindeki İsra bahsinde bu hususları izah etmiş ve bu izahın son kısmında şöyle buyurmuştur;
مبحث معراجده كى رؤية بارى،حبيب اكرم حضرتلرى حقنده واقعدر، حقدر. دنياده ايكن رؤيت بارينك استحاله سنده شك يوقدر. چونكه رؤيت، آخرتده؛ دار جنتده موعوددر. او حالده حضرت فخر رسلك جناب بارى يى دنياده بولندغى حالده رؤيتى نصل ممكن اولمشدر؟ بو مشكلك جوابي شودر: جناب مولا حبيب اكرمى ايچون ازل و ابدى، دنيا و آخرتى، ﺷﺌونات دنيويه و اخرويه يى [القابض، الباسط] صفتلريله و قدرت كامله سيله قبض و بسط بيورمش، اجمال و توحيد،تمييز و تفصيل ايلمش؛ بلكه آن قليله صيغديره رق عجايب ملك و ملكوتنى جزﺋﻴات و كلياتيله سير و مشاهده ايتديردكدن صوكره جمال بيچوننى كوسترمشدر. رؤيت بارى بزم اچون بو دارده مجهول الكيفيه در. آكا يلكز ايمان كافي در. بو عقل ناقص ايله آنك كيفيتنى بو ﻧﺸﺌﮥ ناقصه ده و فانيه ده ادراك ايلمك محالدر. مكر عقل ناقص كمالات نور نبوتله مكتحل و منور قيلنه و ذاتدن موهوب وجود موهوبى ذات عارف ايله اوله… ايشته بو عارف بالله، وارث كمالات نبوت محمديه در.
بو تقدرده حبيب اكرم حضرتلرينك بارى تعالىي ىيى رؤيتى دنياده ايكن واقع اولمه مش، بلكه حيات دنياده ايكن دنيا و آخرتك برلشديرلمسى، دنيايه آنك اچون آخرت حكمى ويرلمسى صورتيله وقوع بولمشدر. شو صورت حال بو بابده علماى شريعت و طريقت و حقيقت آراسنده آردى آراسى كسيلمه ين اختلافاتي بر طراف ايده جك ماهيتده، كتاب و سنته موافق بولنمقده، آنلرك نوريله منور عقول سليمه اربابنى تطمين ايليه جك طرز و شكلده در. توفيق و هدايت هر امورده اللهندر. بو معارفك مثلى نايابدر.
İmam-ı Busiri’nin yazdığı, islam dünyasında umumen kabul görmüş, üzerine 110’dan fazla şerh, 58 tahmis, 8 tesbi’, 18 ta’şir, 2 tezyil ve bir çok nazireler yazılmış ve bir çok lisana tercüme edilmiş olan Kaside-i Bürde’nin bir faslı tamamen İsra ve Mirac bahsine ayrılmıştır. Bu fasıldan bir beyti yazmakla iktifa ediyoruz.
سَرَيْتَ مِنْ حَرَمٍ لَيْلاً اِلَى حَرَمٍ◌كَمَا سَرَى الْبَدْرُ فِى دَاجٍ مِنَ الظُّلَمِ
Manası: Sen, zifiri karanlık bir gecede dolunayın gidişi gibi, bir Harem’den diğer bir Harem’e gittin.
Osmanlı döneminde yaşamış olan merhum Süleyman Çelebi de Vesiletü-n Necât (mevlidi şerif) kitabında veciz beyitleriyle isra ve miracı ifade etmiştir.
BAŞLICA ME’HAZLAR
1-) Kur’ân-ı Azimüşşân
2-) Hamdi Yazır – Hak Dini Kuran Dili Eser Neşriyat İstanbul 1979 C:1-10
3-) Sahihi Buhari Muhtasarı Tercid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi 7. Baskı 1985 Ankara C:1-12
4-) Ebul Huseyn Müslim Bin El-Haccac El-Kuşeyrî Sahihi Müslim
5-) Hafız Ebu Muhammed El- Münziri Muhtasar Sahihi Müslim Tercemesi Mütercim: Halil Günaydın Eser neşriyat İstanbul 1984 Cilt:1-3
6-) Tâc Tercemesi Eser Neşriyat İstanbul-1981 Mütercim: Bekir Sadak Cilt:1-5
7-) İmâmı Rabbani Müceddidi Elfi Sâni Mektûbâtı Rabbâni Fazilet Neşriyat İstanbul Cilt:1-2
😎 Mektublar ve Bazı mesaili mühime
9-) İmam-ı Busiri(Doğum:608 Vefat:696) Kaside-i Bürde Fazilet Neşriyat İstanbul
10-) Ali bin Ömer El-Ûşi Metnül Emali Fazilet Neşriyat İstanbul
11-) Aliyyül Kâri Şerhul Emâli Fazilet Neşriyat İstanbul
12-) Ömer En-nesefi Metnül Akâid Fazilet Neşriyat İstanbul
13-) Taftazani Şerhu-l Akâid Fazilet Neşriyat İstanbul
14-) El-Ferhâri Ennibras Şerhu Şerhil Akâid En-nesefiyye Yasin Yayın Evi İstanbul 2012
15-) Süleyman Çelebi Vesiletü-n Necât (Mevlidi Şerif) Tavaslı Yayınevi İstanbul
16-) M. Asım Köksal İslam Tarihi Hz. Muhammed a.s ve İslamiyet Şamil Yayınevi İstanbul 1987 Cilt:1-18
17-) Şemseddin Sami – Kâmûs-ı Türkî Çağrı Yayınları 7.baskı
18-) Mevlüt Sarı El- Mevârid İpek Yayınevi İstanbul