(Konuya girmeden önce hemen belirteyim; Sürekli Arapça ile mücadele eden M. Kemal Atatürk’ün son
sözünün Arapça olduğunu iddia etmek, o adama yapılmış büyük bir hakarettir.)
***
Son zamanlarda çokça dile getirilen bir konu var. M. Kemal Atatürk’ün son sözü “Aleykumüsselam”mış. Artık
M. Kemal Atatürk’ü müslüman bir profil olarak takdim etmek moda oldu. Bu modanın başlamasının yegane
sebebi ise müslümanların şuurlanmasıdır. Gerek Internet gibi kitle iletişim araçlarının hayatımıza girmesi,
gerekse kemalistlerin değişen dünyada eski baskıcı yöntemlerini uygulamaya fırsat bulamamaları ve bunun
neticesi olarak dini kitapların basılabilmesi, dolayısıyla laikliğe uygun yapay bir din anlatmayı üstlenen
Hıyanet (Diyanet) Işleri Başkanlığının dini anlatan tek kaynak olma özelliğini kaybetmesi; bu şuurlanmanın
temel etkenlerindendir.
Bütün bu gelişmeleri yakından takip eden kemalistler, rejimin kurtuluşunu, M. Kemal Atatürk’ü “müslüman”
olarak tanıtmakta gördüler. Zira şuurlanan bir müslüman; Hilafet’i, Kur’an’ı, Ezan’ı, Şeriat’ı vs. ülkemizde
uygulamadan kaldıran bir adamı ve rejimini asla kabul etmez… Binaenaleyh rejimin sürdürülebilirliği
açısından bir tehlike oluşturur. Hedef ise bunu önlemektir.
Devam edelim…
M. Kemal Atatürk’ün son sözünün “Aleykumüsselam” olduğunu, Kılıç Ali anılarında Dr. Neşet Ömer beye
isnad ederek yazmış.
Kılıç Ali, hani şu şapka muhalifi diye birçok insanın idamına sebep olan adam!
Iskilipli Atıf Hoca’nın boynuna ip geçirilirken, başına bir şapka geçirip, “Giy domuz!” diyen ve küfürler savuran
adam![1]
M. Kemal Atatürk’ün “Aleykumüsselam” dediğini Kılıç Ali kendisi duymuş veya görmüş değil. Yani başka
birisine dayandırıyor.
Dr. Neşet Ömer’in veya Kılıç Ali’nin yalan söyleme ihtimallerini göz ardı edemeyiz. Zaten az sonra ölecek bir
insana küfürler eden ve “Giy domuz” diye kafasına şapka geçiren birisinin doğru sözlü olduğunu kabul
etmemiz mümkün değil.
M. Kemal Atatürk’ün ölüm anını, yanında bulunan yakın dostu Falih Rıfkı Atay şöyle anlatıyor:
“Atatürk bir defa üç gün süren bir komaya girdi. Kendine geldiği vakit, uyumuş olduğunu söylediler. Pek
inanmamış, fakat ne olduğunu da anlamamıştı. (…)
Fakat ikinci ve son komadan uyanamadı. Kıvranmalar, çırpınmalar içinde yanıyordu. Kendini kaybetmeden
son sözü:
“Saat kaç?” olmuştu.
Belki de bir önceki komadan sonra uyumuş olduğunu söyliyenleri kontrol etmek istiyordu. 10 Kasım sabahı
yüzü gittikçe renk değiştiriyor, hançere hırıltısı artıyordu. Saat dokuzu beş geçe sert bir asker bakışı ile
başucundaki hekime doğru döndü, gözlerini açtı, son nefesi idi.”[2]
***
Görüldüğü gibi Falih Rıfkı Atay, son söz olarak M. Kemal Atatürk’ün “Saat kaç?” dediğini yazıyor. Üstelik
kendisi görmüş ve kendisi yazmış… Yani rivayet değil, bizzat görgü tanığı.
Dolayısıyla bu kaynak sahih ve muteberdir. Kılıç Ali gibi eli kanlı katilin sözüne hem ilmen, hem de vicdanen
itibar edilemez.
Vicdanen itibar edilemez zira az sonra ölecek bir insana “Giy Domuz” diyen birisinde vicdan olmadığı kesin.
Ilmen kabul edilemez çünkü bizzat görgü tanığı varsa, rivayetlere itibar edilmez.
Kaldı ki, Cemal Kutay bile M. Kemal Atatürk’ün ölümünü Falih Rıfkı Atay’dan farklı anlatmıyor:
“Anlamı olan SON sözü ‘saat kaç’ idi. Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı
sözü: ‘Aman dil… Aman dil…’di. Rahat konuşamadığını mı anlatmak istıyordu, yoksa şuur altı yerleşmiş ‘dil
konusu’ mu bilinmez…”[3]
Öte yandan Ruşen Eşref Ünaydın’ın (M. Kemal Atatürk ölürken yanında bulunan) “Prof. Dr. Nihat Reşat
Belger’le Mülakat” adlı eserinden öğrendiğimize göre, devrimlerin babası, ‘hayata gözlerini yumarken Saat
kaç?’ dedikten sonra sık sık ‘Aman dil! Aman dil!’ sözlerini tekrarlamıştır.[4]
Son olarak Şevket Süreyya’nın o meşhur “Tek Adam” kitabına bakalım:
“9 Kasım’da ikinci komaya girmiştir ve artık uyanmayacaktır. Koma karındaki suyun ikinci defa alınışından 8
saat sonra başlamıştır. Tam 36 saat sürer. Doktorların ve arkadaşlarının, başının ucunda çırpınmaktan ve
ağlamaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur. Son komaya girmezden biraz önce Atatürk’ün son suali: “-
Saat kaç?” demek olur…”[5]
***
Bütün bunları bir yana bırakalım…
Kılıç Ali’nin bu tür ne idüğü belirsiz rivayetlerini esas alarak M. Kemal Atatürk’ün son söz olarak güya
“Aleykumüsselam” dediğini ve dolayısıyla kendisinin “Cennetlik” olduğunu iddia edeceğinize, daha açık ve
kesin deliller ile bu konuyu ele alalım…
***
M. Kemal Atatürk’ün hükmü:
CAMİ KAPATMAK İÇİN KANUN
15 Kasım 1935’te “Cami ve mescitlerin tasnifine ve tasnif harici kalacak cami ve mescit hademesine
verilecek muhasasat (maaş, ödenek) hakkında” bir kanun çıkarıldı.
2845 numaralı kanunda “Tasnif harici tutulan cami ve mescitler usul ve mevzuata göre kendilerinden
başkaca istifade edilmek üzere kapatılır” hükmü vardı. Bu tarihten sonra yüzlerce cami kapatıldı, depo
yapıldı, satıldı, yıktırıldı, parti binası bile yapıldı…
***
M. Kemal Devletin başında iken Cami kapatmak için kanun çıkarılmış mı?
– Evet…
Bakalım Allah (celle celaluhu) Kuran’da ne diyor:
Bakara Suresi
114 – “Allah’ın mescitlerini, içlerinde Allah’ın isminin anılmasından meneden ve onların harap olmalarına
çalışan kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka birşey
yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.”
Gayet açık değil mi?
***
Devam edelim…
“DEVLETİN DİNİ ISLAM´DIR” MADDESİ ANAYASA´DAN ÇIKARILDI
10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini
İslâm’dır” hükmü çıkarılmıştır.[6]
M. Kemal Islam hükümleri/kanunları ile yönetilmemizi engelledi mi?
– Evet…
Yani Allah’ın (azze ve celle) indirdikleri ile hükmedilmesini engelledi…
Üstelik; “…Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları…”[7] diyen de kendisi.
Bakalım Allah (celle celaluhu) Kuran’da ne buyuruyor:
Casiye Suresi
18 – “Sonra (Ey Rasulüm) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ
ve heveslerine uyma.”
Maide Suresi
44 – “(…) İnsanlardan korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
Burası da gayet açık… Değil mi?
O halde, bu kadar sağlam deliller varken, daha ne diye ne idüğü belirsiz şeylerle kafa yoruyorsunuz?
**********
KAYNAKLAR:
[1] Dr. Riza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris 1929), Altındağ Yayınları, Istanbul 1967, cild 4, sayfa 1317.
[2] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1968, sayfa 204.
[3] Cemal Kutay, Atatürk’ün Son Günleri, 2005 İklim Yayıncılık, sayfa 29.
[4] Namık Kemal Şahbaz, Türkçeye Hizmet Eden En Büyük Türk: Atatürk, Eğitişim Dergisi. Sayı: 25 (Ocak
2010).
[5] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam M. Kemal, Remzi Kitabevi, cild 3, 16. basım, sayfa 529, 530.
[6] Türkiye Büyük millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 3, İctima 1, Cild 3.
[7] M. Kemal Atatürk, Türkiye Büyük millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre: 5, Ictima 3, Cild 20, Birinci inikad 1 –
XI – 1937 Pazartesi, Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi, i: 1, 1-11-1937 Cild 1.