MEVZU: “PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) KURAN-I KERİM’DEN BAŞKA MUCİZESİNİN OLMADIĞI” İDDİASI
Mucize, peygamber olduğunu iddia eden kimsenin elinde, onun doğruluğunu ispat için Allahü Teala tarafından yaratılan harikulade hadise demektir. Kelâm âlimleri mucizeleri idrak edilmeleri açısından üç grup altında toplar.
a) Hissî Mucizeler: İnsanların hislerine hitap eden harikulade olaylardır. Bunlara tabiatla ilgileri sebebiyle “Kevni mucizeler” de denir. Bunlar tabiat kanunlarını aşan ve Hz. Allah’ın müdahalesini gösteren ilâhî fiiller olup iradelerini kullananların iman etmesini sağlar. Hissî mucizeler peygamberlerin yaşadığı zaman ve mekânla sınırlıdır. İslâm âlimleri, Peygamber Efendimiz(sav)’e verilen en büyük mucizenin Kur’ân-ı Kerîm olduğu hususunda ittifak halindedir, ancak ona hissî mucizelerin verildiğini de kabul ederler.
b) Haberi Mucizeler: Peygamberlerin Hz. Allah’tan gelen vahye dayanarak verdikleri gayb haberleridir. İsyankâr toplumların başlarına geleceğini önceden bildirdikleri felâketlerin aynen vuku bulması, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) Bizanslılar’ın İranlılar’ı savaşta mağlûp edeceğini (er-Rûm 30/1-4), kisrânın saltanatının yıkılacağını (Beyhakī, VI, 325; İbn Hacer, XIV, 122), İslâm dininin doğuda ve batıda yayılacağını (Buhârî, “Menâķıb”, 25) bildirmesi bu tür mûcizelerdendir.
c) Aklî Mucizeler: “Manevi mucize” veya “bilgi mucizesi” diye de anılan bu grup, insanların akıl yürütme gücüne hitap eden ve onları akli delillerle baş başa bırakan gerçeklerden oluşur. Bunlar düşünmekle algılanabilen hususlar olup hissî mucizelerde görüldüğü gibi belirli bir zaman ve mekânla sınırlı değildir. Peygamberlerin güvenilir, doğru sözlü, güzel ahlâk sahibi, merhametli olmaları, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaları, ilâhî mesajı bizzat uygulayıp insanlara örnek teşkil etmeleri, öğrettiklerinin erdemli bir toplum için vazgeçilmez ilkeler konumunda bulunması, tebliğ ettikleri vahiy ürünü metnin lafız ve muhteva bakımından erişilmez bir üstünlük taşıması gibi hususlar bu türün kapsamına girer.
A) HİSSİ MUCİZELER:
Âlimlerin çoğunluğuna göre Resul-i Ekrem’e (sav) de hissî mucizeler verilmiştir. Ayın yarılması, Bedir Savaşı’nda meleklerin Müslümanlara yardım etmesi (Âl-i İmrân 3/122-123; el-Enfâl 8/9-10), Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v.) attığı bir avuç kumun düşmanların gözüne isabet etmesi hâdiseleri Kur’an-ı Kerimde zikredilen hissî mucizelerdendir. Resûlullah’ın (sav), az yemekle birçok insanı doyurması, az suyu çoğaltması, elindeki taşların Hz. Allah’ı zikretmesi, bazı hayvanların onunla konuşması, çağırdığı ağacın yanına gelmesi olayları da hadis ve siyer kaynaklarında nakledilen hissî mucizelerindendir.
1) AY’IN İKİYE YARILMASI MUCİZESİ
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ ـــــ وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ ـــــ وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا اَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرّ
“Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı. Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve «süregelen bir büyüdür» derler. Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş yerini bulacaktır.” (Kamer suresi 1.2.3)
Bu ayet-i kerimelerle ilgili Elmalılı Tefsirinde şu açıklama yer almaktadır:
(1 – 2. ) Ve Ay, yarıldı. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in en parlak mucizelerinden olan ayın yarılması mucizesi meydana geldi. Sahabe, Tâbiîn ve Müteahhirînden bilinen tefsircilerin hepsi, âyetin bu mucizeyi haber verdiğinde ittifak etmişlerdir. Haber meşhurdur, sahabeden bir hayli kimse rivayet etmiştir. Bunlar arasında Hz. Ali, İbnü Mes’ud, İbnü Abbas, Huzeyfe, Enes, Cübeyr b. Mut’im, İbnü Ömer (r. anhüm) ve daha başkalarını sayabiliriz. Gerçi İbnü Abbas ve Enes (r. anhüma) gibi bazıları bu olaya bizzat şahit olmamışlardır. Zira Hz. İbnü Abbas henüz dünyaya gelmemişti, Hz. Enes de Medine’de o sıralarda dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat âyetin tefsirinde olayı sahih olarak rivayet etmişlerdir. İbnü Mes’ud, Cübeyr b. Mut’îm hz.leri ise bizzat şahid olarak rivayet edenlerdendir.
İmam-ı Buharî, İbnü Mes’ud’dan (r.a.) şu rivâyetleri nakleder:
بَاب { وَانْشَقَّ الْقَمَرُ وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا }
4864 – عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ انْشَقَّ الْقَمَرُ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِرْقَتَيْنِ فِرْقَةً فَوْقَ الْجَبَلِ وَفِرْقَةً دُونَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اشْهَدُوا (6/142)
1) “Resulullah (s.a.v)’ın devrinde ay iki parçaya ayrıldı. Bir parça dağın üstünde, bir parça da dağın ardında idi. Resulullah: “Şahid olun” buyurdu.
4865 – عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ انْشَقَّ الْقَمَرُ وَنَحْنُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَصَارَ فِرْقَتَيْنِ فَقَالَ لَنَا اشْهَدُوا اشْهَدُوا (6/142)
2) “Ay yarıldı, biz peygamberle beraberdik, iki parça oldu, bize ‘şahid olun, şahid olun’ buyurdu.”
2) BEDİR SAVAŞI’NDA MELEKLERİN MÜSLÜMANLARA YARDIM ETMESİ:
اِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنِّي مُمِدِّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ ﴿۹﴾
(9)- O vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz. O da: “Ben işte art arda bin melekle size yardım ediyorum” diye duanızı kabul buyurmuştu. (Enfal Suresi, Ayet:9)
Bu ayet-i kerime ile ilgili Elmalılı Tefsirinde şu açıklama yer almaktadır:
(9) – Hani siz Rabbinize istiğase ediyor, yalvarıyor, imdat ve yardım istiyordunuz ya… Müminler savaşın ve çatışmanın kaçınılmaz olduğunu anladıkları zaman “Ey Rabb’imiz, Senin düşmanlarına karşı bize yardım et! Ey yalvaranların niyazını duyan, bize merhamet et!” diye dua etmeye başlamışlardı. Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, müşriklere baktı, bin kadar idiler, bir de ashabına baktı, üçyüz on kadar kişiydiler. Bunun üzerine kıbleye döndü ve iki elini kaldırıp “İlâhî bana verdiğin sözü yerine getir! İlâhî, şu bir avuç insan yok olursa, sana yeryüzünde ibadet eden kalmayacak.” diye dua etmeye başladı, bir süre duaya devam etti, nihayet omuzundan ridası düştü. Onu Hz. Ebubekir aldı, mübarek omuzuna koydu ve ardından “Ey Allah’ın Resulü! Rabbine niyazın ve münacatın yetişir, O, sana olan vaadini yerine getirecektir.” dedi. Rabbiniz de size şöyle cevap verdi, yani şu şekilde âyet nâzil oldu: “Hiç şüphesiz Ben size ardı ardına bin melek ile yardım edeceğim.”
4230 وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: حَدَّثَنَي عُمرُ بنُ الخطابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ نَظَرَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَهُمْ ألْفٌ، وَأصْحَابُهُ ثَلَاثُمِائَةٍ وَتِسْعَةَ عَشَرَ رَجُلاً. فَاسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ ثُمَّ مَدَّ يَدَيْهِ. فَجَعَلَ يَهْتِفَّ بِرَبِّهِ: اللَّهُمَّ أنْجِزْلِي مَا وَعَدْتَنِي. اللَّهُمَّ آتِنِي اللَّهُمَّ إِنْ تَهْلِكَ هذِهِ الْعِصَابَةَ مِنْ أهْلِ الْاِسْلاَمِ تُعْبَدُ فِى الْاَرْضِ. فَمَا زَالَ يَهْتِفُ بِرَبِّهِ مَادّاً يَدَيْهِ حَتَّى سَقَطَ رِدَاؤُهُ عَنْ مَنْكِبَيْهِ. فَأتَاهُ أبُو بَكْرٍ فَأخذَ رِدَاءَهُ فَألْقَاهُ عَلَى مَنْكِبَيْهِ. ثُمَّ الْتَزَمَهُ مِنْ وَرَائِهِ وَقَالَ: يَا نَبِيَّ اللّهِ كَفَاكَ مُنَاشَدَتُكَ رَبَّكَ، فَإنَّهُ سَيُنْجِزُ لَكَ مَا وَعَدَكَ. فَأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: إذْ تَسْتَغِيُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أنِّي مُمِدُّكُمْ بِألْفٍ مِنْ المَئِكَةِ مُرْدِفِينَ. فَأمَدَّهُ اللّهُ تَعالى بِالْمَلاَئِكَةِ. أخرجه مسلم والترمذي. »العِصَابَةُ« الجماعة من الناس و»الْمُنَاشَدةُ« المسألة والطلب وابتهال إلى اللّه تعالى، وهي تفسير فجعل يهتف بربه.و»مُرْدِفِينَ« أي متتابعين يتبع بعضهم بعضا
2. (4230)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bana Ömer İbnu’l-Hattâb (ra) anlattı. Dedi ki: “Bedir günü olunca, Peygamber Efendimiz (sav) müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler. Hâlbuki ashabı üçyüz on dokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:
“Ey Allahım! Bana vaad ettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam’ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!”
Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam eti ki, ridası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekr (radıyallahu anh) yanına gelerek ridâsını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp:
“Ey Allah’ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teâlâ Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!” dedi. O sırada azîz ve celîl olan Allah şu vahyi inzal buyurdu: “Hani siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da, O da: “Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim” diyerek duanızı kabul buyurmuştu” (Enfâl 9). Gerçekten Hak Teâlâ Hazretleri o gün meleklerle yardım etti.” [Müslim, Cihâd 58, (1763); Buhârî, Megâzî 4; Tirmizî Tefsîr, Enfâl (3081); Ebu Dâvud, Cihad 131, (2690).
ـ4232 ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: قالَ رَسولُ اللّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ بَدْرٍ: هذَا جِبْرِيلُ آخِذُ بِرَأسِ فَرَسِهِ عَلَيْهِ أدَاةُ الْحَرْبِ . أخرجه البخاري.»
4. (4232)- İbnu Abbâs (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) Bedir günü buyurdular ki: “İşte Cebrâil aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizâtı var, (yardımımıza gelmiş durumda)!” [Buhârî, Megâzî 11.]
3) PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) ATTIĞI BİR AVUÇ KUMUN DÜŞMANLARIN GÖZÜNE İSABET ETMESİ:
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاَءً حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Sonra onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Bu da müminlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Allah işitendir, bilendir. (Enfal 17)
(17)- İmdi onları siz katletmediniz, o öldürülen ve yere düşen, enfâli ve ganimeti söz konusu olan müşrikler sizin gücünüzle ve kuvvetinizle ölmüş olmadılar ve lâkin onları Allah katletti, öldürdü. Size emretmek, nusret ve zafer vermek, üzerlerine sizi saldırtmak ve kalplerine korku düşürmek suretiyle hakikatte onları Allah öldürdü. Rivayet olunuyor ki, Kureyş ordusu, Akankal’den çıkınca, Peygamber Efendimiz buyurmuştu ki, “İşte Kureyş, gurur ve iftihar ile geldi, Allah’ım bunlar Senin Resulünü inkâr ediyorlar. Bana verdiğin vaadi senden istiyorum ya Rabbi!” diye dua etti. İşte bu sırada Cebrail aleyhisselam geldi, “Bir avuç toprak al, onlara doğru at.” dedi. Ne zaman ki, iki taraf savaşa tutuştular, Peygamber Efendimiz bir avuç çakıl aldı yüzlerine doğru attı ve “yüzleri kurusun!” buyurdu. Bunun üzerine düşman saflarında gözüyle meşgul olmayan bir müşrik kalmadı. Bundan sonra bozuldular, müminler de enselerine bindi; bir yandan öldürüyorlar, bir yandan da esir alıyorlardı.
4) RESÛLULLAH’IN (S.A.V) AZ YEMEKLE BİRÇOK İNSANI DOYURMASI:
521- وعن جابر رضي اللَّه عنه قال: إِنَّا كُنَّا يَوْم الخَنْدَقِ نَحْفِرُ ، فَعَرضَتْ كُدْيَةٌ شَديدَةٌ فجاءُوا إِلى النبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فقالوا: هَذِهِ كُدْيَةٌ عَرَضتْ في الخَنْدَقِ. فقال: « أَنَا نَازِلٌ » ثُمَّ قَامَ وبَطْنُهُ معْصوبٌ بِحَجرٍ ، وَلَبِثْنَا ثَلاثَةَ أَيَّامٍ لا نَذُوقُ ذَوَاقاً ، فَأَخَذَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم المِعْولَ ، فَضرَبَ فَعَادَ كَثِيباً أَهْيَلَ ، أَوْ أَهْيَمَ .فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ائْذَنْ لِي إِلَى الْبَيْتِ ، فَقُلْتُ لِامْرَأَتِي : رَأَيْتُ بِالنَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم شَيْئاً مَافِي ذَلِكَ صَبْرٌ فِعِنْدَكَ شَيْءٌ ؟ فَقَالَتْ : عِنْدِي شَعِيرٌ وَعَنَاقٌ ، فَذَبحْتُ الْعَنَاقَ ، وطَحَنْتُ الشَّعِيرَ حَتَّى جَعَلْنَا اللَّحْمَ فِي الْبُرْمَةِ ، ثُمَّ جِئْتُ النبيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَالْعَجِينُ قَدْ اِنْكَسَرَ والبُرْمَةُ بيْنَ الأَثَافِيِّ قَدْ كَادَتْ تَنْضَجُ .فُقُلْتُ :طُعَيِّمٌ لِي فَقُمْ أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَرَجُلٌ أَوْ رَجُلانِ ، قال: « كَمْ هُوَ ؟» فَذَكَرتُ لَهُ فَقَالَ: « كَثِيرٌ طَيِّبٌ ، قُل لَهَا لَا تَنْزِعُ الْبُرْمَةَ ، وَلاَ الْخُبْزَ مِنَ التَّنُّورِ حَتَّى آتِيَ » فَقَالَ: « قُومُوا » فَقَامَ الْمُهَاجِرُونَ وَالأَنْصَارُ ، فَدَخَلْتُ عَلَيْهَا فَقُلْتُ :وَيْحَكِ جَاءَ النبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَالْمُهَاَجِرُونَ ، وَالْأَنْصَارُ وَمَنْ مَعَهُمْ ، قالت: هَلْ سَأَلَكَ ؟ قُلْتُ : نَعَمْ ، قَالَ: « ادْخُلوا وَلاَ تَضَاغَطُوا » فَجَعَلَ يَكْسِرُ الخُبْزَ ، وَيجْعَلُ عليهِ اللَّحْمَ ، ويُخَمِّرُ البُرْمَةَ والتَّنُّورَ إِذَا أَخَذَ مِنْهُ ، وَيُقَرِّبُ إِلَى أَصْحَابِهِ ثُمَّ يَنْزِعُ فَلَمْ يَزَلْ يَكْسِرُ وَيَغْرِفُ حَتَّى شَبِعُوا ، وَبَقِيَ مِنْهُ ، فَقَالَ: « كُلِي هَذَا وَأَهْدِي ، فَإِنَّ النَّاسَ أَصَابَتْهُمْ مَجَاعَةٌ » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
521: Cabir (r.a) şöyle demiştir: Biz Hendek savaşı gününde siper kazıyorduk, sert bir yere rastladık. Ashap Peygamber Efendimiz (sav) e gelip “önümüze sert bir kaya çıktı” dediler. Rasulullah Efendimiz (sav) hendeğe “ben inerim” dedi. Sonra kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı, biz ağzımıza üç gündür bir şey koymamıştık. Peygamber Efendimiz (sav) kazmayı eline alıp indirince kaya un ufak olup kum gibi dağıldı. Ben “Ya Rasulallah eve gitmeme müsaade ediniz” dedim. Eve gidip eşime ben, “Peygamber (sav) de dayanılmayacak bir hal gördüm, yanında yiyecek bir şey var mı?” Diye sordum. Eşim “Biraz arpa ile bir de oğlak var” dedi, ben oğlağı kestim arpayı da öğüttüm, eti tencereye koyduk, sonra ben ekmek pişerken tencere de kaynamakta iken Rasulullah (sav)in yanına geldim. “Ey Allah’ın Resulü birazcık yemeğim var, bir veya iki kişiyle beraber bize gidelim” dedim. Rasulü Ekrem (sav): “O yemek ne kadar” diye sordu, ben de olanı söyledim bunun üzerine: “Hem çok hem de ne iyi. Hanımına söyle de ben gelene kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de tennurdan (bir nevi fırın) çıkarmasın”. Sonra ashaba: “Kalkınız” dedi. Ensar ve muhacirler hep birlikte kalktılar. Ben telaşla evimin yanına varıp: “Vay başıma gelenlere! işte Hz.Peygamber (sav) ve yanında muhacirler ve ensar beraberce geliyorlar” dedim. Hanımım: “Sana ne kadar yemeğimin olduğunu sordu mu?” Dedi ben “evet” dedim. (Öyleyse rahat ol, Allah ve Resulu bu durumu daha iyi bilir biz yanımızdaki durumu ona anlattık dedi.) Nebi (sav) evimize gelen ashaba hitaben: “Giriniz, birbirinizi sıkıştırmayınız” buyurdu. Rasulullah Efendimiz (sav) ekmeği koparıp üzerine et koyuyor ve her aldıkça da tencereyi ve fırını kapatıyordu, ashabına yaklaşıyor ve onlara veriyordu, sonra yine aynen açıyordu, onların hepsi doyuncaya kadar bu işe devam etti. Sonunda bir miktar arttı. Rasulullah Efendimiz (sav) hanımıma; “Bunu ye, komşulara da hediye et, çünkü insanları açlık perişan etti.” buyurdu. (Buhari Megazi 29)
5) SULARIN BEREKETLENMESİ:
5593 –۳- وَ عَنْ البراء رضي الله عنه قال: [ تَعُدُّونَ أَنْتُمُ الْفَتْحَ فَتْحَ مَكَّةَ, وَقَدْ كَانَ فَتَحَ فَتْحاً, وَنَحنُ نَعُدُّ الْفَتْحَ بَيْعَةَ الرِّضْوَانِ يَوْمَ الْحُدَيْبِيَةِ, كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَرْبَعَ عَشَرَةَ مِائَةً, وَالْحُدَيْبِيَةُ بِئْرٌ. فَنَزَحْنَاهَا فَلَمْ نَتْرُكْ فِيهَا قَطْرَةً, فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ, فَأَتَاهَا، فَجَلَسَ عَلَي شَفِيرِهَا ثُمَّ دَعَا بِاِنَاءٍ مِنْ مَاءٍ, فَتَوَضَّأَ وَ تَمَضْمَضَ وَدَعَا. ثُم َّصَبَّهُ فِيهَا فَتَرَكْنَاهَا غَيْرَ بَعِيدٍ. ثُمَّ اِنَّهَا أَصْدَرَتْنَا مَا شِئْنَا نَحْنُ وَرِكَبُنَا] أخرجه البخاري.
(5593) Hz. Bera (ra)’dan rivayete göre demiştir ki:
“Siz Fetih deyince Mekke’nin fethini anlıyorsunuz. Evet Mekke’nin fethi bir fetihtir. Ancak biz sahabiler, fetih deyince, Hudeybiye günündeki Bey’atu’r-Rıdvan’ı anlardık. Biz o zaman, Aleyhissâlatu vesselâm’ın yanında bin dört yüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyu(nun adı)dır. Biz o kuyunun suyunu tamamen aldık, tek damla bırakmadık.
Bu durum Aleyhissâlatu vesselâm’a ulaşmıştı. Derhal kuyunun yanına geldi, kenarına oturup bir kap su istedi. Abdest aldı, mazmaza yaptı ve dua etti. Sonra suyu kuyuya döktü. (‘’Onu bir müddet terkedin’’ dedi.) Biz kuyuyu terkedip biraz uzaklaştık. Az sonra kuyu bize ve bineklerimize yetecek kadar su saldı.’’
6) MÜBAREK PARMAKLARINDAN SUYUN AKMASI:
5592 ۲- وَعَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ:[ عَطِشَ النَاسُ يَوْمَ الْحُدَيْبِيَةِ, فَأتَوْا رَسُولَ الله صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَ بَيْن َيَدَيْهِ رَكْوَةٌ, فَتَوَضَّأَ, فَجَهَشَ النَّاسُ نَحْوَهُ. فَقَالَ:مَا لَكُمْ؟ قَالُوا: لَيْسَ عِنْدَناَ مَا نَتَوَضَّأَ بِهِ وَلَأنَشْرَبُ إلاَّ مَابَيْنَ يَدَيْكَ, فَوَضَعَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدَهُ فيِ الرَّكْوَةِ, فَجَعَلَ الْمَاءُ يَفُورُ مِنْ بَيْنَ اَصَابِعِهِ كَامْثَالِ الْعُيُونِ وَ شَربِنْاَ. قِيلَ لِجَابِرٍ: كَمْ كُنْتُمْ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: لَوْ كُنَّامِئَةَ أَلْفٍ لَكَفَانَا؛ كُنَّا خَمْسَ عَشَرَةَ مِائَةً]اخرجه الشيخان
2. (5592) – Hz. Cabir (ra) anlatıyor: “Hudeybiye günü, halk susadı, aleyhissalatu vesselama geldiler. Resullah’ın önünde deriden mamul bir su kabı vardı, abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine: “Neyiniz var?” diye sordu. “Yanımızda abdest almaya ve içmeye önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı!” dediler. Aleyhissalatu vesselam, derhal ellerini kaba koydu. Derken parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı gözelerin kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik.” Hz. Cabir’e: “O gün kaç kişiydiniz?” denildi. “Eğer, biz yüz bin de olsak su yetecekti, ama biz bin beş yüz kişi idik.” Cevabını verdi.”
7) KURU HURMA KÜTÜĞÜNÜN AĞLAMASI:
عَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ:كَانَ جِذْعٌ يَقُومُ إِلَيْهِ اَلنَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، يَعْنِي فيِ الْخُطْبَةِ؛ فَلَماَّ وُضِعَ الْمِنْبَرُ سَمِعْنَا لِلْجِذْعِ مِثْلَ صَوْتِ الْعِشَاِر، حَتيَّ نَزَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَوَضَعَ يَدَهُ عَلَىيْهِ فَسَكن
وَ فِي رِوَاَيَةٍ: فَلَمَّا كَانَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ قَعَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَي الْمِنْبَرِ, فَصَاحَتِ النَّخْلَةُ الَّتِي كَانَ يَخْطُبُ عِنْدَهَا حَتَّي كَادَتْ أَنْ تَنْشَقَّ.
وَ فِي رِوَايَةٍ: فَصَاحَتْ صِيَاحَ الصَّبِيِّ, فَنَزَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّي اَخَذَهَا فَضَمَّهَا اِلَيْهِ، فَجَعَلَتْ تَئِنُّ أَنِينَ الصَّبِيِّ الَّذِي يُسَكَّتُ، حَتَّي اسْتَقَرَّتْ. قَالَ: بَكَتْ عَلَي مَا كَانَتْ تَسْمَعُ مِنَ الذِّكْرِ. رواه البخاري.
1835. Cabir (r.a.) şöyle dedi:
Mescid-i Nebevi’de Resul-i Ekrem (s.a.v)’ in hutbe okurken dayandığı bir kütük vardı. Mescide minber konulduğu (artık Resûlullah hutbesini orada okumaya başladığı) zaman bu kütüğün, doğumu yaklaşmış deve gibi inlediğini duyduk. Bunun üzerine Nebi (s.a.v) minberden indi, elini kütüğün üzerine koyunca sesi kesildi.
Bir başka rivayet şöyledir: Cuma günü gelip de Resul-i Ekrem (s.a.v) minberin üzerine oturunca yanında Rasülüllah’ın (s.a.v) hutbe okuduğu hurma kütüğü ikiye bölünüyormuş gibi haykırdı.
Bir başka rivayet şöyledir: Kütük çocuk gibi bağırdı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v) aşağı inerek onu tutup kucakladı. Kütük de teskin edilmeye çalışılan bir çocuk gibi yavaş yavaş sükûnet buldu. Nebi (s.a.v): “Dinlediği zikirden mahrum kaldığı için ağladı” buyurdu.
B) HABERİ MUCİZELER:
Mesela; Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) Bizanslılar’ın İranlılar’ı savaşta mağlûp edeceğini (er-Rûm 30/1-4), kisrânın saltanatının yıkılacağını (Beyhakî, VI, 325; İbn Hacer, XIV, 122) bildirmesi bu tür mucizelerdendir.
1) RESÛL-İ EKREM’İN BİZANSLILAR’IN İRANLILAR’I SAVAŞTA MAĞLÛP EDECEĞİNİ BİLDİRMESİ:
الم﴿١﴾ غُلِبَتِ الرُّومُ ﴿٢﴾ في اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ ﴿٣﴾ في بِضْعِ سِنينَ لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
Elif Lâm Mîm Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. (2-4)
2- Rumlar yenildi. Peygamberimizin gönderildiği sıralarda doğu Roma ile İran, dünyanın en büyük iki devletiydiler. Hindli Süleyman Nedevî efendinin, Asr-ı Saadet tarihinde ifade ettiği üzere peygamberliğin beşinci, yani Milâdın 613. yıllarında bu iki komşu ve rakip devlet, birbirleriyle kanlı bir savaşa girişmişlerdi. Bu istilâ tufanı, burada durmayarak Mısır’ı da basmış, Milâdın 616. yılında İranlı’lar bir taraftan Nil vadisini işgal ederek İskenderiye’ye ulaşmışlar, diğer taraftan bütün Anadolu’yu ele geçirerek İstanbul’un boğaziçi sahillerine kadar gelmişler, doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Kostantıniye (İstanbul) şehrinin karşısında görünmüşler, saltanatlarını Irak, Suriye, Filistin, Mısır ve Anadolu’ya yaymışlardı. İranlılar, girdikleri her yerde ateşgedeler (Ateşe tapanların ateş yaktıkları tapınaklar) meydana getiriyorlar ve böylece Hıristiyanlığın çıktığı yerlerde ateşperestliği yayıyorlardı. Doğu Roma İmparatorluğu’nun bu yenilgisi karşısında kendisine tabi bulunan birçok vilâyetler isyan etmiş, Afrika’daki ülkeler, Avrupa tarafındaki vilâyetler, hatta İstanbul’a komşu şehirler, bu devletin egemenliğinden çıkmak istemişler ve çıkmışlardı. Kısaca doğu Roma İmparatorluğu darmadağın olmuş, helâk olup yerlere serilmişti.
3- Fakat böyle bir zamanda Allah Teâlâ, Resulüne gayptan şu haberi bildiriyordu: Bununla birlikte onlar, bu yenilgilerinin ardından kesinlikle galip gelecekler. Hem uzak değil. Birkaç yıl içinde ki, “bıd” kelimesi üçten dokuza kadar olan bir sayıyı ifade eder, nitekim bu âyet inince Hz. Ebu Bekir (r.a.), o sevinen müşriklere şöyle demişti: “Allah, sizin gözlerinizi aydınlatmayacak, peygamberimiz haber verdi. Yemin ederim ki, Rumlar birkaç yıl içinde İranlılara mutlaka galip geleceklerdir.” Buna karşı Übeyy b. Halef: “Yalan söylüyorsun, haydi aramızda bir müddet tayin et, seninle bahse girelim.” dedi ve her iki taraf da on deve üzerine bahse girişip, üç yıl müddet tayin ettiler. Hz. Ebu Bekir(r.a.), durumu Resulullah’a (s.a.v.) haber verdi. Resullullah (s.a.v.) “Bıd’, üçten dokuza kadardır, miktarı artır, müddeti uzat.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir(r.a.) çıktı, Übeyy’e rast gelince o: “galiba pişman oldun” dedi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) de: “Hayır” dedi, gel seninle bahsi artıralım, müddeti de uzatalım, haydi dokuz seneye kadar yüz deve yap. O da: “Haydi yaptım” dedi. Tirmizî’nin Sahih’inde rivayet ettiği üzere “Bedir” günü Rumlar, İranlılara galip geldiler, Hz. Ebu Bekir(r.a.) de sonra onu Übeyy’in vârislerinden aldı, Peygambere (s.a.v.) götürdü. Peygamber (s.a.v.) de ona: “Bunu tasadduk et” buyurdu.
2) KİSRÂNIN SALTANATININ YIKILACAĞINI VE BİRÇOK HADİSENİN GERÇEKLEŞECEĞİNİ BİLDİRMESİ:
وعَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ، قَالَ:[ بَيْنَا أَنَا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ أَتَاهُ رَجُلٌ فَشَكَا إِلَيْهِ الْفَاقَةَ، ثُمَّ أَتَاهُ آخَرُ فَشَكَا إِلَيْهِ قَطْعَ السَّبِيلِ. فَقَالَ:يَا عَدِيُّ! هَلْ رَأَيْتَ الحِيرَةَ؟ قُلْتُ: لَمْ أَرَهَا، وَقَدْ أُنْبِئْتُ عَنْهَا. فَقَالَ: فَإِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ، لَتَرَيَنَّ الظَّعِينَةَ تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ، حَتَّى تَطُوفَ بِالكَعْبَةِ, لاَ تَخَافُ أَحَدًا إِلَّا اللَّه. – قُلْتُ: فِيمَا بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِي: فَأَيْنَ دُعَّارُ طَيِّئٍ الَّذِينَ صَعَّرُوا الْبِلاَدَ. وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ لَتُفْتَحَنَّ كُنُوزُ كِسْرَى. قُلْتُ: كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ؟ قَالَ: ” كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ. وَلَئِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ لَتَرَيَنَّ الرَّجُلَ يَخْرُجُ مِلْءَ كَفِّهِ مِنْ ذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ يَطْلُبُ مَنْ يَقْبَلُهُ فَلاَ يَجِدُ أَحَدًا يَقْبَلُهُ مِنْهُ، وَلْيَلْقَيَنَّ اللَّهَ أَحَدُكُمْ يَوْمَ يَلْقَاهُ وَلَيْسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ حِجَابٌ وَلاَ تَرْجُمَانٌ يُتَرْجِمُ لَه. فَلَيَقُولَنَّ: أَلَمْ أَبْعَثَ إِلَيْكَ رَسُولًا فَيُبَلِّغَكَ! فَيَقُولُ: بَلَى. فَيَقُولُ: أَلَمْ أُعْطِكَ مَالًا وَأُفْضِلْ عَلَيْكَ؟ فَيَقُولُ: بَلَى يَا رَبِّ. فَيَنْظُرُ عَنْ يَمِينِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا جَهَنَّمَ، وَيَنْظُرُ عَنْ يَسَارِهِ فَلاَ يَرَى إِلَّا جَهَنَّمَ. قَالَ عَدِيٌّ: سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ:فَاتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقَّ تَمْرَةٍ, فَمَنْ لَمْ يَجِدْ شِقَّةَ تَمْرَةٍ فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ. قَالَ عَدِيٌّ: فَرَأَيْتُ الظَّعِينَةَ تَرْتَحِلُ مِنَ الحِيرَةِ حَتَّى تَطُوفَ بِالْبَيْتِ لاَ تَخَافُ إِلَّا اللَّهَ, وَكُنْتُ فِيمَنِ افْتَتَحَ كُنُوزَ كِسْرَى بْنِ هُرْمُزَ, وَلَئِنْ طَالَتْ بِكُمْ حَيَاةٌ لَتَرَوُنَّ مَا قَالَ أَبُو القَاسِمِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُخْرِجُ الرَّجُلُ مِلْئَ كَفِّهِ ذَهَبًا اَوْ فِضّةً فَلاَ يَجِدُ مَنْ يَقْبَلُهُ مِنْهُ] اخرجه البخاري
(5573)- Adiyy İbnu Hâtim(r.a.) anlatıyor: “ Ben Resulullah (sav)’ın yanında iken bir adam geldi ve fakirlikten şikayet etti. Derken biri daha gelip, o da yol kesilmesinden şikayet etti. Aleyhissalâtu vesselam:
“ Ey Adiyy dedi, sen Hire şehrini gördün mü?”
“ Hayır görmedim, ancak işittim!” dedim. Bunun üzerine:
“ Eğer ömrün biraz uzarsa, devesine binen bir kadının Hire’den (tek başına) kalkıp Ka’be’yi tavaf edeceğini mutlaka göreceksin. O bu seyahatini yaparken Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak!”
Adiyy der ki: “İçimden, kendi kendime, “memlekete dehşet saçan Tayy eşkıyaları nereye gidecek?” dedim. Resulullah (sav) sözlerine devam etti:
“ Eğer ömrün olursa Kisra’nın hazinelerinin de fethedildiğini göreceksin!”
“Kisra İbnu Hürmüz mü?” diye araya girdim.
“ Evet İbnu Hürmüz olan Kisra!” buyurdu ve devam etti:
“ Eğer hayatın uzarsa mutlaka göreceksin: Kişi eli altın veya gümüş parayla dolu olduğu halde bunu tasadduk etmek üzere fakir arayacak fakat kendinden onu kabul edecek bir tek adam bulamayacak. Her biriniz, mutlaka bir gün gelecek aranızda herhangi bir perde, bir tercüman olmaksızın Allah’la karşılaşacaksınız. O zaman Allah Teâla Hazretleri:
“ Sana tebliğ getiren bir peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Muhatabı: “Evet gönderdin!” diyecek. Rabb Teâla:
“ Ben sana mal vermedim mi, ikram etmedim mi?” diye soracak, kul:
“ Evet! Ey Rabbim, verdin” deyip sağına bakacak, cehennemden başka bir şey görmeyecek, soluna bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek.”
Adiyy der ki: ‘’Resulullah (sav)’ın şöyle söylediğini işittim:
“ Bir hurmanın yarısı da olsa onu sadaka olarak vererek ateşten korunun! Kim yarım hurma bulamazsa güzel bir sözle korunsun!”
Yine Adiyy (ra) dedi ki:
“ Ben Hire’den kalkıp, Beytullah’ı tavaf eden ve Allah’tan başka kimseden korkmayan yaşlı kadını gördüm. Kisra İbnu Hürmüz’ün hazinelerini fethedenler arasında ben bizzat bulundum. Eğer sizlerin ömrü uzun olursa mutlaka, Ebu’l-Kasım (sav)’ın şu söylediğini de göreceksiniz:” “Kişi, eli altın veya gümüşle dolu olarak çıkacak, onu kendinden (sadaka olarak) kabul edecek adam bulamayacak.”
3) İSRA VE MİRAÇ MUCİZESİ
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid- i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur. (İsra , 1)
Evet O, öyle bir Sübhandır ki kulunu ona ibadet etmekle seçkin olan, bilinen özel kulunu, yani Muhammed Mustafa (s.a.v)’yı geceleyin, yani bir gecenin az bir kısmında Mescîd-i Haram’dan, – Mescid-i haram, Ka’beyi kuşatan ve Harem-i Şerif denilen camidir. Bunun etrafını kuşatan yer de özel ve belirli sınırlara kadar Harem’dir. – O Harem-i Şerif içinden veya etrafından Mescid-i Aksâ’ya -ki beytü’l-makdis’tir- geceleyin götürdü. O Mescid-i Aksâ ki, etrafını mübarek kıldık, yani çevresini din ve dünya bereketleriyle bereketlendirdik. Çünkü Musa (a.s.) dan İsa (a.s)’ya kadar vahyin iniş yeri ve peygamberlerin ibadetgâhı olmuş, hem de nehirler ve ağaçlar, çiçekler ve meyvelerle donanmış idi. Bu defa da İsrâ şerefi ile bereketli kılındı.
MESCİD-İ AKSÂ: Kudüs’deki “Beytü’l-Makdis”dir. Nitekim İsrâ hadisinde de “Burak’a bindim Beytü’l-Makdis’e vardım” diye geçmiştir. Bunun etrafı da, Kudüs ve civarı demek olur. Şifâ-i Şerif şerhinde Aliyyü’l-Kârî, Dülcî’den naklederek şöyle bir hadis rivayet eder: “Allah (c.c), Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistini mukaddes kılmıştır.” Görülüyor ki âyetin bu bölümünde üçüncü şahıstan birinci şahısa geçme sanatı meydana gelmiş ve bu iltifat (hitabın yönünü değiştirme sanatı) ile İsrâ hikmeti şöyle açıklanmıştır:
Gece yolculuğuna çıkarttık ki, ona bazı âyetlerimizi göstermek için, yani büyük acaib şeylerimizden göstereceğimizi göstermek; Mirac’a çıkarmak için. “Gerçekten Rabbinin varlığının en büyük âyetlerini görmüştür.” (Necm, 53/18).
Buharî ve diğer hadis kitaplarında sahih rivayetlerle rivayet edildiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü’l Makdis’e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ’ya geçti, Allah’ın melekût âleminden bir çok acaib şeyler gördü. (Necm Sûresi’nin baş tarafındaki âyetlerin tefsirine bkz.). Nihayet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü. Sabahleyin Mescid-i Haram’a çıkıp Kureyş’e haber verdi. Hayret etmek ve kabul etmemekten kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları dönüp irtidâd etti (dinden çıktı). Birtakım erkekler Ebû Bekir’e (r.a.) koştular. Ebu Bekir(r.a.); “Eğer o, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur” dedi. Onlar: “Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?” dediler. O da: “Ben onu bundan daha ötesinde tasdik ediyorum, sabah akşam gökten getirdiği haberleri yani peygamberliğini tasdik ediyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi.
Alâî Tefsiri’nden Âlûsî’nin naklettiğine göre, Resulullah (sav)’ın İsra gecesi biniti beş tane idi. Birincisi Beytü’l-Makdis’e kadar Burak. İkincisi dünya göğüne kadar Mi’rac; üçüncüsü yedinci göğe kadar meleklerin kanatları; dördüncüsü Sidre-i Münteha’ya kadar Cibril’in kanadı; beşincisi Kâbe Kavseyn’e (Mirac gecesi iki yay arası kadar Allah’a yaklaşmasına) kadar Refref (manevî bir binek).
Gerçi Allah’ın kudretine göre bu vasıtalara gerek yoktur. Yüce Allah’ın dilediğini bir anda herhangi bir yere ulaştırmaya gücü yeter. Fakat bütün bunlar, ayetlerini göstermek ve ikramını ortaya koymak cümlesinden sayılır.
İsra ve Miraç mucizesi, tefsirlerden başka, başta Buhari Şerif ve Müslimi Şerif olmak üzere Kütüb-i Sitte kaynaklarında da bütün tafsilatıyla anlatılmaktadır. ( Buhari, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizi, Tefsir.)
HULASA:
Kur’an- Kerim, Peygamber Efendimizin (sav) tek mucizesi değil, mucizeleri içerisinde en büyük olanıdır. Birçok ayet-i kerimede ve muteber hadis kaynaklarında yer alan çok sayıdaki hadisi şeriflerde Peygamber Efendimiz ‘in (sav) onlarca mucizesi açık bir şekilde anlatıldığı halde, Efendimiz ‘in (s.a.v.) Kuran-ı Kerim’den başka mucizesinin olmadığını söylemek, son derece tutarsız ve hiçbir delile dayanmayan bir iddiadan ibarettir.