Teymiye’nin uydurması, Abdülvehhab’ın sahip çıktığı Tevhid inancını ikiye bölen (Rububiyet-Üluhiyet) saçmalık hakkında Abdülkerim Polat’ın 1975 yılında Fazilet Neşriyat tarafından basılmış kitabından iktibas edilmiştir.(Shf:39-52)
Tevhid: ALLAH ü Teâla’yı birlemek demektir. Cenab-ı Hakk, zâtında, sıfatlarında, fiillerinde BİR’dir. Bu Tevhid: LÂİLÂHEİLLELLÂH sözü ile ifade edilir.
İslamın tevhid akidesinde, Rububiyet tevhidi— Uluhiyet tevhidi(*) diye iki türlü tevhid meselesini ilk icat eden İbni Teymiye’dir. islamın saadet devri, Sahabe, Tabiin, Teba-ı Tabiin devirleri ve binlerce ülema, müfessir, mühaddis, kelamcı ve fıkıhçı gelip geçtikten sonra, böyle bir mesele ile ortaya çıkan İbni Teymiye, sadece bu meseleyi ortaya atmakla kalmamış; gelmiş geçmiş bütün ülemanın, özellikle Kelam ve Akait alimlerinin ve dolayısiyle müslümanların Üluhiyet tevhidini anlayamadıklarını, tevhid olarak yalnız rububiyet tevhidi bildiklerini, halbuki ALLAH’ın herşeyin yaratıcısı olduğu manasına gelen Rububiyet tevhidini müşriklerinde kabul ettiklerini ileri sürerek, o zamana kadar bütün İslam ümmetinin ALLAH’tan başkasına tapmış olduklarını, yani tam manasiyle iman etmiş sayılmıyacaklarını iddia etme cür’etinde bulunmuştur.
Her meselede olduğu gibi Tevhid meselesinde de Vehhabiler onu taklit etmiş, mal bulmuş mağribi gibi onun tek silahı olan müslümanları tekfir etme silahına hararetle sahip çıkmışlardır.
Şimdi İbni Teymiye’nin uydurduğu ve taraftarlarının benimseyip müslümanları şirke nispet etmede silah olarak kullandıkları iki türlü tevhid anlayışını kendi kitaplarından nakledelim:
- <Ve lâ yenfau zelceddi…> (Hadisi Şerif Müslim ebu Said’den rivayet etmiştir.) hadisinde iki mühim esas açıklanmıştır; biri, Rububiyet tevhidi ki: ALLAH’ın verdiğini kimsenin alamıyacağı, vermediğine de kimsenin mani olamıyacağı manasına gelir ve kader-kaza tahtına girer. Emir ven nehiy bu tevhidle ilgili değildir. İkincisi: Üluhiyet tevhididir ki, menfaati olan ve olmayan şeyleri beyan etmek manasınadır ve ALLAH’a kulluk etmek, O’na şirk koşmamak, itaat etmek, asi olmamak hid(üluhiyet tevhidi) ile memurdur.(İbni Teymiye’nin Fetvaları, C:1. S:219.)
- Tevhid iki kısımdır: Tevhid-i Rububiyet, Tevhid-i Üluhiyet. Tek tek zikredildiği zaman her ne kadar Üluhiyet rububiyeti içine alıyor ve Rububiyet üluhiyeti gerektiriyorsa da, bir arada zikrolunduklarında <Kul eûzü birabbinnas> da olduğu gibi ayrı ayrı manalara gelirler. İlah, İbadete müstehak ma’bûd; Rabb, kuluna sahiplik eden demektir(Aynı eser: C:2 S:275)
- <Minhacü’s-Sünne> kitabının 62. sayfasında İslam Kelam Ulemasını, Üluhiyet Tevhidini bilemedikleri ve Esma-i İlahiye’nin hakikatlerini isbat edemedikleri için ALLAH’tan başkasına tapmışlar, diye suçladıkdan ve uzun uzun zemmettikten sonra şöyle diyor:”ALLAH’ın kitabında zikrettiği akli delilleri anlamakdan aciz kaldılar, uydurma bâtıl yollara saptılar. Onun için de kendileri ile başkaları arasında müşterek olması gereken bazı gerçeklerden uzaklaştılar, asılsız bid’atlara yol açtılar ve Tevhid’de, ALLAH’ın her şeyin yaratıcısı olduğu manasına gelen Rububiyet tevhidi müşrikler de kabul ediyorlardı.<ve kasem olsunki eğer onlara: gökleri ve yeri kim yarattı diye sorarsan ALLAH diyeceklerdir.(lokman suresi 25. ayet)> ayeti buna delildir. Nitekim seleften bir gurup onlar:<ALLAH> diye cevap verirlerdi. Bununla beraber onlar ALLAH’tan gayrisine taparlardı. ALLAH!ın kullarına emrettiği Tevhid, Rububiyet Tevhidini de içine alan Üluhiyet Tevhididir.>
- <Ehli’s Suffe adlı risalesinin 34. sayfasında şöyle diyor:”yalnız Rububiyet tevhidi kafi gelmez, küfürden kurtarmaz.”
İbni Teymiye çoğu zaman fasit fikirlerini terviç edebilmek için, kitap, sünnet ve selei salihine atıflarda bulunurken bu defa hüviyetini gizlememiş, başka kaynaklara atıfta bulunmadankendi fikirlerini kendi sözleriyle ortaya koymuştur.
Buna, önce toplu, sonra da ayrı ayrı gereken cevabı verelim.
Toplu Cevabımız:
ALLAH’ü tealanın kitabı kur’an-ı Kerimde, Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem’in sünnet ve hadislerinde (vaki en zayıf bir rivayetle de olsa), Ashab-ı kiramdan her hangi bir Sahabinin kavlinde, Tabiinden bir tabiinin naklinde, Tebai tabiinin ve AHmed bin Hanbel hazretleri dahil ulemadan bir alim’in, bir müfessirin, bir muhaddisin, bir fakihin söz ve beyanlarında; TEVHİD’in, Rububiyet Tevhidi – Üluhiyet tevhidi diye iki kısma ayrıldığına; iman etmiş olmak için yalnız Rububiyet Tevhidinin kafi gelmiyeceğine; ALLAH’ü Teala’nın, kullarına üluhiyet Tevhidini, emretmiş olduğuna dair; tek bir kelime, tek bir sarahat, tek bir rivayet yoktur. Kur’an-ı Kerim’de tevhid kelimesi <Fa’lem ennehü la ilahe illallah> şeklindedir, mutlaktır.Peygamberimiz aleyhisselamın, Muaz İbni Cebel’i Yemen’ gönderdiği zaman, Yemenlilere talim ve telkin etmek üzere öğrettiği tevhid kelimesi ve Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen a’rabinin şehadetini kabul etmek üzere imanını istifsar sadedinde sorduğu tevhid kelimesi yine;<LAİLAHE İLALLAH MUHAMMEDÜN RES’ULÜLLAH< idi. Muza İbni Cebel’e:”Yemenlilere Üluhiyet tevhidini öğret. Çünkü onlar Rububiyet tevhidini zaten ikrar ederler.” demedi. Keza A’rabî’ye:” Şehadatinin kabul edilmesi için Rububiyet tevhidi kafi değildir. Zira onu mü’min olmayanlar da bilirler! Sen üluhiyet tevhidini biliyor musun?” diye sormadı. DEMEK Kİ, BU MESELEYİ, ULÛHİYET-RUBÛBİYET TEVHİDİ MESELESİNİ İBNİ TEYMİYE UYDURMUŞTUR. BUNDA KİMSENİN ŞÜPHESİ OLMASIN!!!
Tafsilatlı cevaba gelince:
- Diyelim ki, İslamda iki türlü tevhid vardır. ALLAH Teala kitabında bunu neden açıklamamıştır? Kullarının uluhiyet tevhidini bilmeyip de dalalette kalmalarını mı murad etmiştir? Haşa! Hem bu durum dinin tamamlanmamış, noksan bırakılmış olduğu manasına gelmez mi? halbu ki Cenab-ı Hak:”Bugğn size dininizi ikmal ve üzerinize nimetlerimi itmam eyledim…(maide suresi,3.)” buyurarak dinin, İslam’ın kemale erdirildiğini açıkca beyan etmiştir. ALLAH’ın Resûlü için de aynı şey söylenebilir. Madem iki türlü tevhid vardır; diğeri yalnız müminlerin ikrar ettikleri uluhiyet tevhidi; o halde Resulüllah aleyhisselam niçin bunu ümmetine duyurmamıştır? Acaba bilmiyormuydu, yoksa gizlemek mi istemiştir? Haşa!!
- <“vela yenfau” hadisinde iki mühim esası açıklamıştır.>diyor. ‘Açıklamıştır’ fiili malum, faili meçhuldür. Açıklayan kim, belli değil.”Peygamber aleyhisselam açıklamıştır” demek istiyorsa, yalan söylemiştir. Çünkü hadisin metninde böyle açıklama yoktur. Kendisinin öyle anladığını kasdediyorsa, neden açık ifade kullanmıyor? Demek ki, telbisten, aldatmaca ifadelerden medet umuyor.
- Fetvası’nın 2. cilt, 275. sayfasında kullandığı:” Üluhiyet Rububiyeti tazammum eder, rububiyet ise üluhiyeti müstelzemdir.” sözü de mesnetsizdir, hiç kimseden duyulmamıştır. Sözlerinin kitaba, sünnete ve sahabe sözlerine dayandığı iddia eden İbni Teymiye, bu sözüne yalandan da olsa bir mesnet bulamamıştır.
- Mantık ilminin haram odluğuna dair kitap telif eden İbni Teymiye, daraldığı zaman mantık kaidelerinine baş vurmakdan geri kalmamıştır.(tazammun) ve (iltizam) mantığa ait tabirlerdir.
- “ilah, ibadete müstahak olan mabud; Rab, kuluna sahip olandır.” diyor. Ve Rab ile İlah’ı ayrı ayrı mefhumlar olarak göstermek istiyor. İnsanlık var olalıdan beri beşerin zihninde, selim fıtratında yerleşmiş telakki odur ki: İlah ne ise Rab odur, Rab ne ise İlah odur. Yaratıcılık Rabb’a, ibadet İlah’a mahsustur, diye tefrik yapmak Kur’an’ın sarahatine aykırıdır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de:”Ey nas! sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize ibadet ediniz.(bakara suresi 30)” buyurulmuştur. Dikkat edilirse, ‘ilahınıza ibadet ediniz’ denilmeiş, ‘RABB’ınıza’ denilmiştir. Halbuki reddettiğimiz telakkiye göre ‘ilahınıza’ denilmek icabederdi. Kur’an ve Hadisler buna benzer misallerle doludur.
- İslam kelam ülemasını “ALLAH’ın kitabında zikrettiği akli delilleri anlamaktan aciz kaldılar.” diye tahkire kalkışıyor. Şüphesiz ki bu isnat çirkin bir yalan ve kendisine, taklit ettiği tecsimci hocalarına raci bir itiraftır. Akli delilleri kavrayamıyarak ALLAH teala Hazretlerine cihet ve cismiyet isnadında bulunanlar, herhalde kelamcılar değil, kendisi ve taklit ettiği tecsimci şehlerdir.
- İslam üleması için:”uydurma batıl yollara saptılar.”diyor. Demek, gelmiş geçmiş bütün İslam bilginleri hakkı bulamamış, batılyollara sapmışlar da, yalnız Hazret kendisi mi hak yolun tek yolcusu olmuş? Bunu ALLAH’ın kitabından ve Resûlünün sünnetinden hangi sarih nassa istinaden söylüyor acep?
- Yine Ehl-i Sünnet kelamcıları için:”Tevhid’den, ondan olanı, Uluhiyet tevhidini, Esma-i ilahiye ve Sıfatlarının hakikatlerini isbat etmeyi hariç bıraktılar.” diye tenkid etmek istiyor. Bu ifadede ilk bakışta göze çarpan hatalar: A)Tevhidi üç kısımdan mürekkep olarak göstermiş; başka yerlerde de iki kısım olarak gösteriyordu. B)Tevhidden tecezzi ettiğine (bölünebildiğine) kâil olmuş. tevhid, bir bütündür; bölünürse ortada tevhid diye bir şey kalmaz. C) Esma ve sıfat-ı ilahiyenin hakikatlerinin isbatını Tevhid’den bir cüz saymıştır. Böyle bir şey, ne Kur’an-ı Kerim’de, ne Hadis-i Şeriflerde ve ne de İslami telakkilerde mevcuttur. “Esma ve Sıfat-ı İlahiyenin hakikatlerini isbat etmek imanın şartlarındandır.”; yahut:”bu isbatı yapamayan müslüman olamaz.” diye bir hüküm yoktur İslamda. İslam’ın Esma ve Sıfat konusundaki emri şudur:”ALLAH’ın güzel isimleri vardır. O’na bu isimlerle dua ediniz.”(A’raf suresi,180.)
- “Tevhid’den, ALLAH’ın her şeyin yaratıcısı olduğu manasına gelen Rububiyet Tevhidinden başka bir şey anlamamalıdır. Halbuki bunu müşrikler de kabul ediyorlardı.” bir tutmuştur. Demek oluyor ki, İbni Teymiye’ye kadar tevhidin hakikatini anlayan olmamış, müslümanların tevhid diye bildikleri şey müşriklerinde kabul ettikleri Rububiyet tevhidinden ibaret imiş! İbni Teymiye ‘İktizaü’s-Sıratı’l-Müstakim’ isimli kitabında nazar, kelam ve irade ehlinden olan gurpların tevhidin hakikatini anlayamamış olduğunu daha açık bir şekilde ifade ederek şöyle diyor:” Nazar ve kelam ehlinden, irade ve ibadet ehlinden olan guruplar tevhid anlayışında yanılmışlar, hatta onun hakikatini kendi kafalarına göre değiştirmişlerdir. Bir grup (felsefeciler): Tevhid’i, sıfat-ı ilahiyeyi, hatta esma-i hüsna’yı nefyetmekten ibaret sanmışlar ve kendileine ehli tevhid adını vermişler. Sıfatlardan mücerret bir zat ve tamamen mutlak bir vücut isbat etmişler. Sahih nakle muvafık sarih akıl ile bilinir ki böyle bir şey sadece zihinlerde olabilir, hariçte olmaz…” Bir gurupta (kelamcılar): Tevhidi; sadece rububiyet tevhidi, ALLAH’ın herşeyin yaratıcısı olduğunu ikrar etmekten ibaret sanmışlar. Bu da tevhidi ef’al dedikleri tevhiddir. Kelamcılardan kimisi bu mevzuun uzun uzun izahına çalışmış; halikıyette iştirak kudretin nıksanlığını ve kemalin zevalini muciptir, bir mef’ûlde iki failin istiklali muhaldir gibi deliller ile meşgul olmuş. Bununla vahdaniyeti ikrar, O’ndan başka ilah olmadığını isbat ettiğini ve ilah olmağı yaratmağa kadir olmaktan ibaret vb zannetmiş. Yaratmağa yalnız ALLAH’ın kadir olduğu, yaratıcılıkda ortağı olmadığı sabit olunca, onlara (kelamcılara) göre bunun manası ‘Lailahe illallah’ demektir(32). Bilmezler ki arap müşrikleri de bu tevhidi ikrar ediyorlardı. Nitekim ALLAH teala şöyle buyuruyor:”velein se’eltehüm…” (31/25) ve “kul limenil’ardu…”(32/84) ve “vema yü’minü ekseruhum..”(12/106) İbni Abbas ve başkası diyor ki, onlara semavat ve arzı kim yarattı? diye sorardık; ALLAH, diye cevap verirlerdi.(İbni Abbas’tan ve başkasından böyle bir rivayet seneden sabit değildir.mütercim) Bu tevhid vacip tevhiddendir. Fakat bununla vacibin tamamı hasıl olmaz ve sırf bu tevhid ile şirkten kurtulunmaz.” Sonra tasavvuf usülü üzere tevhid hakkında söz söyleyenlerden bir taife: rububiyet tevhidini gaye, onda fena bulmayı ermek ve bu mertebeye erince ondan iyiyi iyi, kötüyü kötü bilme (helal-haram) sakıt olur sanmıştır. Artık onlar için emir, nehiy, va’d ve vaid ortadan kalmış olur. Görülüyor ki İbni Teymiye azim bir cür’etle bütün ehli tevhidi ehli şirk ile aynı itikat ve aynı anlayışta mütalaa etmiştir.”Onun sözü bir kaç kelamcıyadır, bütün müslümanlara teşmil edilemez.” de denemez. Çünkü kelamcılar denilen akait ülemasının tesis etmiş olduğu itikadi mezhep, Saadet devrinden günümüze kadar ve ilayevmilkıyam gelmiş ve gelecek bütün İslam Ümmetinin mezhebini, itikat ve inancını temsil ve ifade eder, Ehli Sünnet vel cemaat mezhebi diye İslam alemine ve tarihe mal olan ve iki ana kola (eş’ariye, Matüridiye) ayrılarak cihanın en ücra köşelerine kadar yayılan ve Müslümanlarca kabul edilen mezhep, işte bu mezheptir. Kelamcıların, akait alimlerinin önderlik ettiği mezheptir.
- “Rubûbiyet tevhidini, ALLAH Teala’nın tek yaratıcı olduğunu müşriklerin de kabul ettiği” iddiası da gerçeklere aykırıdır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin el-ba’s-ü ba’del mevt’i (ölüm ötesi hayatı) inkar ettiklerini, insanı yaşatan ve öldüren zamandır (Casiye Suresi, ayet:24) dedikleri bildiriyor. bu inkar onların iliklerine işlemiş, şiirlerinde mesel olmuştur. “Rahimler atar, yer tutar.” diyen müşrikler mi Rububiyet tevhidini kabul ediyor? ALLAH’ü Tealanın ayetlerini red ve inkar eden (Kaf Suresi-12) Nuh kavmi müşrikleri mi? Bizden daha kuvvetli kim var?(Secde suresi-15) diye kendilerinden daha kuvvetli kimse tanımayan Ad kavmi müşrikleri mi? Sizin için benden başka ilah tanımıyorum!(Kasas suresi-38) Ben sizin en büyük rabbınızım(Naziat suresi-24) diyen Fir’avn ve bu itikatta olan kavmi mi? İbrahim aleyhisselam, “Yaşatan ve öldüren Rabbülaleminin varlığını haber verince; itiraz ve inkar eden, ‘ben de yaşatır ve öldürürüm’ diyen (bakara suresi-258) Nemrud mu? ateşperest Mecusiler mi? Tenasuhçu Budistler ve Şamanistler mi? Tabiatçilar, Materyalistler, dinsiz komünistler mi? Hangisi hangi müşrik rububiyet tevhidini, tek yaratıcının varlığını ikrar etmiştir? Resûlüllah (sav)’in her sözünü, her haberini yalanlayani her tebliğine karşı çıkan; ALLAH’ü Tealanın kudretini haber verdiği zaman “öğretilmiş deli!” (duhan suresi-14) diyen Arap müşrikleri, Kureyş kafirleri mi Rububiyet tevhidini ikrar edenler? Bütün bu müşriklerin Rububiyet tevhidini ikrar ettiklerii hangi akıl ve iz’an sahibi iddia edebilir? Bir de şu var ki: Bilmek başka, iman etmek başkadır. Müşrikler ALLAH’ın varlığını bilseler dahi, buna iman denmez, tevhid denmez!
- Müşriklerin Rububiyet tevhidini ikrar ve tasdik ettiklerine “Velein seeltehüm” ayetini delil göstermesi de yanlıştır. Çünkü bu ayeti kerimedeki kasem lam’ı ile beraber bulunan şart edatı “in” vücub için değil, cevaz içindir. Yani “eğer sorarsan” demek, “sorabilirsin” demektir. Yoksa “muhakkak sormalısın, sor!” demek değildir. Sorulduğu takdirde verilecek cevap da , yani kafirlerin vereceği “ALLAH’tır.” cevabı da fıtratın ifadesidir. Binaenaleyh ayetin manası şudur: “İnsan fıtratında ALLAH (cc) inancı bulunduğundan, eğer selim fıtrat sahibine. Gökleri ve yeri (kainatı) yaratan kimdir? diye sorarsan, onun fıtratı bu suale: ALLAH’tır! diye cevap verme istidadındadır.” Nitekim Alem-i Zer’de (Elestü birabbiküm?) suali ile (Bela!) (A’raf suresi 172) cevabı aynı fıtratın, aynı istidadın ifadesidir; lisan-ı hal iledir, lisan-ı mal ile değil.
- “Seleften bir grup onlara: Gökleri ve yerim kim yarattı? diye sorarlardı…” sözü de düpedüz yalandır. Çünkü seleften böyle bir rivayet menkul değildir. Ne Peygamberin (sav) müşriklere:Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorduğu, ne Sahabe-i Kiram’ın fetihlerde karşılaştıkları kefere ve müşriklere böyle bir sualde bulundakları, ne de Tabiin ve onlardan sonrakilerin karşılaştıkları müşriklere hatta Mu’tezile ve diğer dalalet fırkalarına bu kabil bir sual sordukları sabittir.
- “ALLAH’ın kullarına emrettiği tevhid, ancak ve sadece üluhiyet tevhididir.” şeklindeki iddiası da mesnedsiz, uydurmadır. ALLAH’ü tealanın kullarına emrettiği tevhid, mutlaktır. ALLAH’ü Tealanın kullarına emri: “Rabb’ın, yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir.”(İsra suresi 23) “ALLAH’a ibadet. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız.”(Nisa suresi-36) “Bilmiş ol ki, ALLAH’tan başka ilah yoktur.”(Sure-i Muhammed-19) “Deki: ALLAH birdir.”(ihlas suresi-1) İşte Cenab-ı Hakk’ın tevhid emirleri böyledir; ALLAH’ı tevhid, ALLAH’ın birliğine iman, yalnız ALLAH’a ibadet, ALLAH’a ortak koşmamaktır. Rab da o, İlah da O’dur. Ayrı gayrı değildir. Rabb’ı tevhid, ilahı tevhiddir. İlahı tevhid, Rabb’ı tevhiddir; hepsi de ALLAH azze ve celleyi tevhiddir. “Şüphesiz ben, benim ALLAH! benden başka ilah yoktur; bana kulluk et (beni tevhid et).”(Taha suresi-14)
(*) İbni Teymiye, mezhebini ve bütün görüşlerini bu telakkiye bina etmiştir. Bundan asıl maksadı: ALLAH’tan başkasına kavlen, fiilen ve bedeni hareketlerle saygı göstermenin tazim ve hürmette bulunmanın, sevgi ve bağlılık izhar etmenin, medet ve yardım dilemenin, özellikle peygamberlerin ve velilerin kabirlerini ziyaret ile onların maneviyat ve ruhaniyetlerinden şefaat ve manevi yardım ummanın Ülühiyet Tevhidine aykırı ve binaenaleyh şirk ve küfür olduğu itikadına mesnet bulma gayretidir. Bu telakki onu ve taraftarlarını çok aşırılıklara sürüklemiş, bütün İslam ümmetini şirf ve küfre nisbet etme cür’etine götürmüştür. Çünkü, büyüklere sevgi ve saygı göstermeyen, peygamberlerin ve velilerin ruhaniyetlerinden istimdat etmeyen, iyi kişiler hürmetine ALLAH’tan duasının kabülünü dilemeyen, Peygamber (sav)’in makamları ve kullandığı eşya ile teberrük etmeyen, ulemadan ve halktan bir tek müslüman yoktur. bu durum ise, onların tevhid anlayışına göre şirktir. İşte İbni Teymiye ve taraftarları hep bu noktadan hareket etmiş, fikir ve felsefelerini hep bu telakkiye istinat ettirmişlerdir. Kitaplarında, risalelerinde, sözlerinde sohbetlerinde açık kapalı hep bu telakkiyi ifade etmek istemişlerdir. Bugün bu zihniyetin en yoğun bir şekilde Arabistan’da çöreklendiğini görüyoruz. Hac mevsiminde Haremeyn Mescitlerinde, radyolarda, konferans ve açık oturumlarda hep bu mevzuun işlendiğini, Ravza-i Mutahhareye yüz sürmenin, Rasûlüllah’ın (sav) eserleri ile teberrük etmenin Üluhiyet Tevhidine zıt ve şirk olduğu inancının ısrarla yayılmak istendiğini müşahede ediyoruz.