Şeriat hükümleri ve hikmetleri – KISAS (Katilin hükmü)
Bir kimsenin hayatına saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, birinin vücudunu yaralaması, kendi bedeninde
bunun karşılığı kadar zedelenmeye uğramasını gerektirir. Bu, insana ve onun haklarına bir **saygıdır.**
Öldüreni affetmek, ölenin hakkına **tecâvüzdür.** Kur’an, öldürenin (katilin) bağışlanmasını tavsiye
etmektedir. Ancak, bu af yetkisi, **yalnızca ölenin yakınlarına âittir.** Onlar dilerse affederler, dilerse diyet
(kan bedeli) alırlar. Ama affetmezlerse, suçlunun cezâsı verilmelidir. Bu cezâyı da ancak müslümanların
işlerini yürüten yetkililer (İslâm devletinin yöneticileri) yerine getirebilir.
Kısas, Kur’an’ın tesbit ettiği bir cezâdır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunu hem uygulamış
hem de tavsiye etmiştir. Bütün İslâm âlimleri bu konuda fikir birliği (icmâ) etmişlerdir. Akıl yönünden de bu
cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza
alması, haklının da hakkının ödenmesi gereklidir.
(2/Bakara Suresi, 178-179)
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür.
Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bundan sonra ma’rûfa/iyiye uymak, öldürülenin velîsine
(gereken diyeti) güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gelir. O halde söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme
ve rahmettir. Her kim bundan sonra saldırıya kalkışırsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. Ey
akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden)
korursunuz.”
Günümüzde bazı kimseler, kısas cezâsını ağır bularak karşı çıkarlar. Kısas, **dengiyle** karşılık vermektir,
yani **adâleti yerine getirmedir.** Üstelik katilin vârislerine affetme veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta
bunu Kur’an’ın teşvik ettiğini de yukarıda gördük. Asıl haksızlık, bu cezâların kaldırılması, ölenin yakınlarının
**haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır.** Kim, hangi yetkiyle öldürülenin vârislerinin bu
hakkını ellerinden alıyor? Katile cezâ vermemek, bir başkasının **hakkına saldırıdır.** Aynı zamanda ölenin
vârislerinin **intikam duygularını kabartır.** Nitekim bir çok yerde, katillere hak ettiği cezâ verilmediği için
ölünün yakınları cezâ vermeye kalkıyorlar ve kan dâvâları sürüp gidiyor.
Öldüren katilin yaşama hakkı, öleninkinden **daha kutsal değildir.** Kısasta insanlar için hayat vardır. Hem
ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık yönünden, hem de merhamet yönünden en
tutarlı yol, kısastır. Allah, insanları bu konuda akıllı davranmaya çağırıyor. Kötülüğün cezâsı, yapılan kötülük
kadardır. Ancak affedip barışma yolunu seçenlere Allah mükâfat verecektir (42/Şûrâ, 40). İslâm’da, ne
zulmetmek vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak. Kur’ân-ı Kerim, haklının hakkını ortaya koyduktan
sonra, hak sahibini affetmeye çağırır. Bu da tam bir denge, adâlet ve merhamettir. Kısas cezâsını uygun ve
gerekli gören **bizzat Allah’tır.**
Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz **en hayırlısını bilir.** Kimin hak sahibi olduğunu en iyi O
(celle celaluhu) gösterir. Doğruyu ve yanlışı O’ndan daha iyi kim bilebilir? O’nun hükmüne karşı çıkanlar ya
bilgisiz câhillerdir, ya da çok cür’etli kibirlilerdir. Onlar Allah’ın Rabliğini yeterince bilemeyen ve kabul
etmeyenlerdir. Kısas cezasının uygulanması için birtakım şartlar aranır.
Bu şartların önemlilerini, kısaca şöyle sayabiliriz:
1) Kısas, cinâyeti (suçu) kim işlemişse ona uygulanır.
2) Kısası ancak müslüman otorite sahipleri yerine getirir. Herhangi bir kişi veya topluluk bunu yapamaz.
(Böylece kan davası da önlenmiş olur)
3) Bir cinâyeti birkaç kişi beraber işlemişse, kısas hepsine uygulanır.
4) Cinâyetin işlendiği tam kesin olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz.
5) Suçlulara bu cezâ uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında bile
fark yoktur.
6) Suçun, kasden yani bilerek işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda başka cezâlar uygulanır.
7) Öldürülenin vârisleri veya yaralananın kendisi ‘diyet’ isterse veya affederse, kısas uygulanmaz.
8) Kısas, kendi dengine göre uygulanır, aşırıya gidilmez.
İslâm’ın bütün hükümlerinde ve ölçülerinde insanlar için **hayırlar ve faydalar** vardır. Kimi câhiller bunu
görmese de bu böyledir. Çünkü o, yerin ve göklerin sahibi Allah’ın dinidir. Yaralamalara ve organlara
verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır. İnsanlar arasında adâlet, ancak
Allah’ın koyduğu hükümlerin uygulanmasıyla sağlanır.
İnsan, toplum, hayvan ve çevre haklarının garantisi **İlâhî hükümlerdir.** Bu hükümlere yüzçevirenler hem
gerçek adâletten, hem de herkese âit hakları gereği gibi yerine getirmekten mahrum kalırlar. Adâletten
mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme, horlanma ve hakkını alamama gibi kötülükler ve İlâhî
azaptır.
Kısas, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir. Kavram olarak bir suç
işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır. Kanı, aynısıyla ödetmek, bir hakkı misliyle takas
etmektir. Hayat kutsaldır. Hayatı veren Hayy (diri) ve Muhyî (hayat veren) isimlerinin sahibi Allah, onu alan da
Mümît (öldüren) ismiyle yine Allah’tır. Allah’a ait olan bu hak ve yetkiyi O’nun dışında, O’nun **izni ve emri
olmadan** kimsenin kullanma hakkı yoktur.
İslâm hukukunun ana kurallarından biri olan kısas, suçluya, işlediği suç kabilinden ceza vermektir. Kasden ve
haksız yere bir insanı öldüren kimseye hapis cezası vermek, aklın kabul edeceği bir şey değildir. İslâm’da
hapishane yoktur, tutuk evi vardır. Suç işleyen bir kimse, ya öldürülür, ya para ya da sürgün cezasına
çarptırılır; hapse atılmaz. İslâm’da af da büyük bir yer işgal eder. Suçundan dolayı öldürülmesi gereken
kimse, hak sahibi tarafından affedilirse, cezası paraya dönüşür. Kısası emreden Bakara, 178. âyetinde bu
cihet de ifade edilmiştir. Meşrû müdafaa yaparken öldürmek gibi, ilk öldüreni cezalandırmak için öldürmek,
yani kısas, hayata kasdetmek değil; tam tersine hayata hizmettir (2/Bakara, 179).
Kısas hükmü, bazılarına çok ağır bir ceza gibi gelse de ülü’l-elbâb/akıl sahipleri kabul ederler ki, bu adaletin
gereğidir, **kangren olmuş bir uzvun kesilmesiyle vücudun kurtarılmasının sağlanması gibi,** hayat sağlayan
bir yaptırımdır. Çünkü kısas, dini veya nefsi müdafaa gibi meşrû bir sebep olmadan bir adamı zulmen
öldürenlere uygulanır. Birisinin yaşama hakkını yok yere, kaba gücüne dayanarak elinden alan kimseye,
kendisinden daha güçlünün var olduğunu bildirmek, onun da elinden hayat hakkını almak lâzımdır.
Birisini haksız yere öldürdüğü takdirde **kendisinin de öldürüleceğini bilen insan, kimseyi öldürmeğe cesâret
edemez.** Böylece toplumda öldürme olayları çok azalır. Arada sırada gözü dönmüş katiller çıkarsa, onlar da
Allah’ın kanunuyla ortadan kaldırılınca **topluma tam bir huzur havası** egemen olur. Sonra zâlimler
öldürülünce mazlum olarak öldürülen kimsenin yakınlarının **kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz.**
Hak yerini bulacağı için, fertler intikam hissine kapılıp kendileri ceza vermeğe kalkmazlar, kan dâvâları
olmaz. Belki birkaç yılda bir kişi kısas olarak öldürülür ama, kendisinin kısas yapılarak öldürüleceğini
düşünen kimse, başkasını öldürmeye kalkmaz, toplum yaşar. Her gün yüzlerce insanın çeşitli cinayetlere
kurban gitmesi yerine saldırgan bir insanın öldürülerek toplumda güvenin sağlanması daha iyi değil midir?
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi (kötülüklerden)
korursunuz.” (2/Bakara, 179).
“Kısasta hayat vardır” sözü, gerçekten îcaz bakımından mûcizevî özellikler taşıyan ve çok dikkate değer bir
ifadedir. Çünkü kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması sağlanır, kan
dâvâları böyle önlenir.
Bir insanın hayatına kast eden zâlimi affetmek için, öldürülen mazlumun hakkını gasb etmek, merhamet ve
insanlık değildir. Toplumun hakkını ferdin affetmesi mümkün olmadığı gibi, bir ferdin hakkını da toplum veya
onlar adına düzenlerin affetme hakkı ve yetkisi yoktur. Katilin toplum veya kanunlar tarafından affedilmesi
veya Allah’ın koyduğu cezanın dışında hafif cezalara çarptırılması, merhamet değil; **zulümdür.** Mazluma
karşı, onun yakınlarına karşı, insanın yaşama hakkına, can emniyetine ve dolayısıyla insanlığa karşı bir
**zulümdür.**
**Toplumun ve düzenlerin görevi, hak sahiplerinin haklarını korumaktır; başkasının en temel haklarından
birini ihlâl edeni kurtarmak için bahane aramak değil.**