SÜNNET-İ SENİYYE’NİN DİNİMİZDEKİ YERİ VE İLM-İ HADİS’İN EHEMMİYETİ
Din-i Celili İslam’ın Edille-i Erba’a diye tabir olunan dört delili, Kitap, Sünnet, İcma’ ve Kıyas’tır.
Sünnet, lügatte gerek iyi olsun gerek kötü olsun, yol manasına gelir. Istılahta ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söz, fiil ve takrirlerine sünnet denir.
Rasül-i Ekrem (s.a.v.)’in bütün mübarek sözleri, fiilleri ümmet için en güzel bir imtisal numunesidir.
Nebiyy-i Zişan (s.a.v.)’in dînî hükümlere ait olan bütün sözleri birer vahy-i ilahî neticesidir. Çünkü Kur’an- Kerim’de Necm Suresi’nde meâlen şöyle buyruluyor: “Rasülüllah heva’dan söz söylemez. Onun sözü ancak kendisine tebliğ olunan bir vahiydir.” Binaenaleyh Kur’an-ı Kerim, Cibrîl-i Emin vasıtasıyla tilavet ve tebliğ buyrulmuş bir vahy-i metlüv olduğu gibi hadis-i şerifler de vahyin, “vahy-i gayr-i metlüv” kısmındandır. Peygamber Efendimiz’in bizzat ictihad neticesinde beyan buyurduğu herhangi bir hüküm ise vahyin “batın” kısmını teşkil eder.”
Cenab-ı Hak, Haşr Suresi’nde şöyle buyuruyor: “Peygamber size ne verirse onu alın; neyi yasak ederse ondan uzak durun” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Rasülü’nün sünneti”
Sünnet-i seniyye, hayatımızı Allah’ın razı olduğu şekilde devam ettirebilmemiz için, Cenab-ı Hakk’ın Kur’ân ile birlikte, hemen onun yanı başında göndermiş olduğu hidayet rehberidir; büyük bir rahmet tecellisi ve hediyedir. Rasül-i Ekrem Efendimiz bu hususu şu hadis-i şerifleriyle ifade buyurmuşlardır: “Ben ancak hediye olunmuş bir rahmetim”
Bu sebeple Din-i İslam’ı güzelce yaşayıp hakiki iman ile bu âlemden ayrılmak isteyen herkes sünnet-i Rasül’e sımsıkı sarılmak durumundadır. İşte sünnet-i seniyye’nin ehemmiyetini iyi anlayan sahabe-i kiram hazerâtı ve daha sonra gelen tabiîn ve tebe-i tâbi’în âlimlerimiz, sünnetin doğru bir şekilde nakli hususunda muazzam gayretler göstererek büyük hizmetler yapmışlardır.
Bu hususta ilk ve en değerli gayret, Peygamber Efendimiz’ (s.a.v.)in “en hayırlı nesil” diye takdir ve takdim ettiği Ashâb-ı Kirâm’a aittir. Onlar, İlm-i Hadis’in kurucuları olmak gibi çok büyük bir şerefe nail olmuşlardır.
Sahih-i Buharî’de kaydedildiğine göre, Sahabe-i Kiram’dan Cabir b. Abdullah (r.a.) bir tek hadis-i şerifi öğrenebilmek için bir aylık yolu kat etmiştir. Yine Abdullah ibn-i Abbas (r.anhüma)’dan bu mevzuda şöyle bir rivayet vardır. “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabından birinin elinde bir hadis olduğunu işitiyorum. Ona haber göndersem hemen gelir ve o hadis-i şerifi bana rivayet eder; fakat ben, onun kapısına gidiyor ve hadisi ondan alıyorum.”
Bütün bu seyahatler ve gayretler, sahiplerine büyük faziletler kazandırmıştır ancak bu seyahatleri yapan ulemamız sadece fazilet elde etmek için değil, daha da mühim olarak, dini muhafaza etmek maksadıyla bu çalışmaları yapmışlardır. Daha sonraki devirlerde de devam eden bu gayretler, İslam hükümlerini sağlam temellere bağlamak için, tamamıyla ilmî bir faaliyet olarak, istenilen neticeyi sağlamıştır. Ve böylece İlm-i Hadis, İslamî İlimlerin en mühimlerinden biri olmuştur. Bu ilmin gayesi Hz. Peygamber’in (s.a.v) hadislerini, başka sözlerle karıştırılmaktan, değiştirilmekten, bozulmaktan ve iftiraya uğramaktan ilmî yollarla muhafaza etmektir.
Bugün her fırsatta hadis-i şeriflerin nakline dil uzatıp hâşâ “güvenilmez” diyenlere, yukarıdaki hususları ve bunlar gibi daha nice çalışmaları hatırlatmak kâfi olacaktır.
Allah-ü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim hakkında mealen “Muhakkak zikri biz indirdik, onu muhafaza edecek olan da biziz” buyurması sadece Kur’ân-ı Kerim’in korunmuşluğuna değil, onunla birlikte sünnetin de muhafaza edildiğine delildir. Bu da başta sahabe-i Kirâm olmak üzere âlimlerimizin ve Sünnet-i Seniyye’yi en güzel şekilde yaşayarak öğreten Allah dostları’nın gayretleriyle olmuştur.
BAŞLICA TASNÎF USULLERİ
Hicrî ikinci asırda tedvîn ve tasnîf edilmeye başlanan hadîs eserleri Sünenler, Câmîler, Müsnedler, Müstedrekler gibi kısımlara ayrılmaktadır. Şimdi bu kısımlarla alakalı olarak kısaca ma’lûmât verelim.
a) Sünenler:
Ahkâm Hadîslerini ihtivâ eden ve fıkıh bablarına göre tanzîm edilmiş olan hadîs kitaplarına “sünen” ismi verilmiştir. Bu kitaplarda sadece merfû’ olan hadîs-i şerîfler yer alır ve “ibâdât , ukûbât ve mu’amelât” olmak üzere üç başlık altında toplanır. Bu başlıklara ait fıkhî mevzular da “kitab” ismi altında zikredilir. Kitablar ise “bablar” şeklinde tasnif edilir.
Mesela: Kitâbü’s-Salâh, Bâb-ü Salâti’l-Cümü’a gibi.
b) Câmîler:
Bu sınıf hadis kitaplarında ise “Sünenler” gibi ibâdât, ukûbât ve mu’âmelât’a dair hadîs-i şerîfler toplanmıştır ancak, sadece bunlara değil bunlara ilaveten çok daha değişik mevzûlardaki hadîs-i şerîflere de yer verilmiştir. Mesela Câmîler’de bulunan Kur’ân-ı Kerîm’in faziletleri, tefsiri; menâkıb, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sîret ve megâzîsi, Sahâbe-i Kirâm’ın faziletleri gibi mevzûlara sünenler’de temas edilmez. Bu itibarla Câmîler, her türlü müşkilin halli için başvurulabilecek mufassal hadis eserleridir.
c) Müsnedler:
Bu sınıf hadis eserleri Hicrî üçüncü asırda ortaya çıkmıştır. Bu eserlerde hadîs-i şerîflerin mevzûları dikkate alınmamış, fakat hadîs-i şerîfler onları rivayet eden sahâbî’nin ismi altında cemedilmiştir. Mesela Ebû Hureyre (r.a.) Hz.’nin rivayet ettiği hadîs-i şerîfler, mevzûları ne olursa olsun, bu isim altında cemedilir.
Sahâbe-i Kirâm’ın isimleri de İslam’a giriş sırası esas alınarak veyahut da neseblerine göre sıraya konmuştur.
d) Müstedrekler:
Bir müellifin kendi şartlarını taşıdığı halde eserine almadığı hadîs-i şerîfleri, başka bir müellifin cemetmesiyle meydana gelen kitaplara “müstedrek” ismi verilir.
En meşhur müstedrek, İmam Hâkim en-Neysâbûrî Hz.’nin, Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim için (bu ikisine ilm-i hadîs’te -sahîhayn- ismi verilir) telif etmiş olduğu “el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn” isimli eseridir.
ISTILÂHÂT-I USÛL-İ HADÎS
Sünnet, lügatte iyi olsun (medhe layık), kötü olsun (zemme layık) yol (tarîk) ve gidişât (siret) manalarına gelir. Istılahta ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, tamamen Allah (c.c.)’nun ahkamıyla amil olarak ihtiyar buyurduğu söz, fiil ve takrîrinden ibarettir. Bu itibarla sünnet üç kısımdır:
• Kavlî Sünnet (Sünnet-i Kavliyye) : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözleri
• Fiilî Sünnet (Sünnet-i Fiiliyye) : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fiilleri
• Takrîrî Sünnet (Sünnet-i Takrîriyye) : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in asr-ı saadetlerinde mü’minler tarafından bir fiil yapıldığını gördükleri veya işittikleri halde nehiy ve inkara dâir hiç bir şey buyurmamaları
Hadîs ise lügatte (kadîm = eski) kelimesinin zıddı olan, (cedîd = yeni) manasına gelir. Yine az veya çok olsun “söz” manasını da ifade eder. Hadîs İlmi Istılâhı’nda ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözlerine ıtlak olunur.
Bazı alimler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sadece sözleri için değil, fiil ve takrîrleri için de (hadîs) tabirini kullanmışlar; diğer bazı alimler de Sahâbe-i Kirâm’ın söz, fiil ve takrîrlerini de bu kelimenin manasına dahil etmişlerdir.
Haber ve Eser kelimeleri ise (Hadîs) kelimesinin mürâdifidir.
Ashâb ve Sahâbe kelimeleri, arkadaş, dost, yâr-i hemdem manalarına gelen “Sâhib” kelimesinin cemîleridir. Sahâbî ise Sahâbe’den bir ferd manasınadır. Sahâbî, İslam Istılâhı’nda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i mü’min olarak gören (veya Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından görülen) ve mü’min olarak vefat eden kimsedir. Sahâbe-i Kirâm Hazerâtı’nın tamamı âdalet sahibidir (adûldür).
Tâbiî (cemîsi : Tâbi’în) ise -ekseriyetin kavlince- Sahâbe-i Kirâm’dan birine veya birkaçına mülâkî olmuş zâttır.
Sahâbe-i Kirâm ve Tâbiîn için “Selef” tabiri isti’mal olunur.
Sened, hadîs-i şerîfin ricâlini yani hadîs-i şerîfi rivayet eden şahısları ifade eder. Senedin “ibtidâsı” o hadîsi rivayet eden şahıstır, “intihâsı” ise hadîsin sahibi olan (sözü söyleyen) zâttır.
İsnad, lügatte “dağın zirvesine tırmanmak ve bir şeyi yükseltmek” manalarına gelir. Hadîs Istılahı’nda ise haberin aracılar vasıtasıyla asıl sahibine yükseltilmesidir. Bu sistem başka milletlerde bulunmayan, Müslümanlara has bir sistemdir.
Metin, isnadın nihayet bulduğu kelamdır.
HADÎS-İ ŞERÎFLERİN TAKSÎMÂTI
Peygamber efendimizden sadır olan hadisi şerifler; Ravilerin adedi itibariyle, senet ve isnat itibariyle, müsnedün ileyh ve hadisin sıfatı gibi çok farklı taksimata ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Ulemamız, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ait olmayanları ayıklayarak çıkarmışlar ve hadis olduğunda tereddüt olmayanları kitaplarına alarak hadis külliyatını oluşturmuşlardır.
RÂVÎLERİN ADEDİNE İTİBARLA (DERECE-İ ŞÜYÛ’ İTİBARİYLE)
Haber, râvîlerinin adedine göre ya Mütevâtir olur ya da Haber-i Vâhid olur (cemîsi: Haber-i Âhâd). Haber-i Vâhid, lügatte yalnız bir şahsın rivâyet ettiği haber manasına gelse bile ıstılahta, Mütevâtir mertebesini bulmayan haber demektir. Râvîsi ister bir, ister iki, ister daha ziyâde olsun.
Haber-i Vâhid Meşhûr, Azîz ve Garîb olmak üzere üç kısımdır.
SENED VE İSNADA İTİBARLA ( İTTİSAL VE İNKITA’)
Sened ve İsnad itibarıyla hadîs-i şerîfler başlıca iki kısma ayrılır: 1- Muttasıl 2- Munkatı.
a) Muttasıl
المتصل : هو الذي لم يسقط من رواته شخص
Bir hadîs, râvî silsilesinden (senedinin ricâlinden) hiç biri sâkıt olmaksızın rivâyet edilmişse, o hadîse muttasıl ismi verilir. İsterse o hadîs merfû (Peygamberimize kadar ulaşmış) veya mevkûf (Sahabiye kadar ulaşmış) veyahut da maktu (tabiine kadar ulaşmış) olsun
b) Munkatı’
المنقطع :هو الذي سقط شخص من رواته
Senedinin ricâlinden bazısı sâkıt olan hadîse munkatı’ ismi verilir. (Bu isim kelimenin lügat manası dikkate alınarak verilmiştir. Yani bu mana umumîdir. Biraz sonra göreceğimiz üzere bazı hadislere de kelimenin ıstılah manası dikkate alınarak munkatı’ ismi verilir ki bu mana daha hususîdir. Şöyle ifade edelim: Umumî olan munkatı’ başlığının altında bir de, ondan daha hususî olan munkatı’ başlığı vardır.)
İşte munkatı’ hadisler, senedin ricalinde meydana gelen bu sukûtun (kopukluğun) sayısına göre veya isnadın başında, ortasında ya da sonunda olmasına göre değişik isimler altında zikredilir. Buna göre Munkatı’ hadisler beş kısımdır: Muallâk, Mürsel, Mu’dal, Munkatı’ ve Müdelles. Bunlardan ilk dördünde sukût-u râvî (râvînin düşmesi) zahirdir. Yani herkesin anlayabileceği şekilde açıktır. Beşinci de ise hafîdir. Şimdi birer cümle ile bu beş kısım hadisi izah edelim:
1. Muallâk:
ما حُذف من مبدأ إسناده راو فأكثر على التوالي
Senedinin başından bir râvî veya birbirini takip etmek üzere (ale’t-tevâlî) birkaç râvîsi hazf edilmiş olan ve en son hazfedilen râvînin şeyhine isnad edilen hadis. Muallak hadis iki şekilde olur.
1. أن يحذف جميع السند ثم يقال مثلا ” قال رسول الله صلي الله عليه وسلم : كذا ”
Senedinin tamamı hazfedilerek mesela peygamber efendimiz “şöyle” buyurdu şeklinde olur.
2. ومنها أن يحذف كل الإسناد إلا الصحابي، أو إلا الصحابي والتابعي
İsnadının tamamı hazfedilip sadece sahabenin zikredilmesi veya sahabe ile beraber tabiinin zikredilmesidir.
Muallak hadise misal:
صحيح البخارى – (2 / 144)
وَقَالَ أَبُو مُوسَى غَطَّى النَّبِىُّ – صلى الله عليه وسلم – رُكْبَتَيْهِ حِينَ دَخَلَ عُثْمَانُ .
فهذا حديث معلق ، لأن البخاري حذف جميع إسناده إلا الصحابي وهو أبو موسي الأشعري
Bu hadis Muaallak hadistir. Zira İmamı Buhari Hazretleri bütün isnadı hazfederek sadece sahabi olan Ebu Musa el-Eş’arî hazretlerini zikretti.
Sahihi Buhari’de muallak hadisler çokça zikredilmiştir. Sahihayn (Buhari-Müslim) gibi sıhhati iltizam edilen (hadis) kitaplarında muallak hadisler vaki olduğu zaman muallak hadisler için sahih hükmü vardır.
İbni Salah buyurmuştur ki: Eğer hazif, Buhari ve Müslim emsali sıhhati iltizam olunan bir kitapta vaki olursa bu surette mesela muhaddisinden “falan zikir eyledi veya nakil eyledi veyahut Rasulüllah efendimiz buyurdu” tabir-i cazimle, talikta cezm ederek ityan ve iyrat ederse kendi indinde isnat sabit olarak ancak iktisar emsali maksatlardan bir maksat için hazif eylediğine delalet ederek makbuldür.
2. Mürsel:
المرسل : هو ما سقط من آخر إسناده مَنْ بَعْدَ التابعي
Sahâbe-i Kirâm’ın çoğunu gören ve onlarla sohbette bulunan Tâbiîn “ hadis rivâyet ederken, kendilerinden hadis işittikleri Sahabe’leri zikretmeden “Kâle Rasülullah” diyerek rivâyet ettikleri hadîs-i şerîflere bu isim verilir.
Mürsel hadise misal:
ما أخرجه مسلم في صحيحه في كتاب البيوع قال : ” حدثني محمد بن رافع ثنا حُجَيْن ثنا الليث عن عُقَيْل عن ابن شهاب عن سعيد بن المسيب أن رسول الله صلى الله عليه وسلم نهي عن المُزَابَنَةِ ”
فسعيد بن المسيب تابعي كبير، روى هذا الحديث عن النبي صلي الله عليه وسلم بدون أن يذكر الواسطة بينه وبين النبي صلي الله عليه وسلم
Bu hadisi şerifi tabiinin büyüklerinden Sait bin Müseyyep hazretleri aradaki vasıtayı (sahabiyi) kaldırıp (mürsel olarak) direk Peygamber efendimizden rivayet etmiştir.
Sahabeyi Kiramın mürsel olarak rivayet ettiği hadisi şerifler bil-icma makbuldur. Karn-ı sani ve salisin (tabiin ve tebei tabiinin) rivayetleri de makbüldür. Sahih-i Buhari de çokça mürsel hadis vardır.
3. Mu’dal:
المعضل :ما سقط من إسناده اثنان فأكثر على التوالي
İsnadında birbirini takip eden iki veya daha fazla râvîsi düşmüş olan hadislere Mu’dal denir.
Mu’dal hadisin misali:
” ما رواه الحاكم في ” معرفة علوم الحديث ” بسنده إلى القَعْنَبي عن مالك أنه بلغه أن أبا هريرة قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : للمَمْلوك طعامُهُ وكسوتُهُ بالمعروف . ولا يُكَلَّف مِن العمل إلا ما يُطيق. قال الحاكم:هذا مُعْضَل عن مالك ،
فهذا الحديث معضل لأنه سقط منه اثنان متواليان بين مالك وأبي هريرة
Bu hadisi, Hakim, İmamı Malık Hazretlerinden Mu’dal olarak rivayet etmiştir. Mu’dal hadisler za’if hadis cümlesindendir.
Mu’dal hadisleri bazı şartlar ile beraber İmam-ı Buhari ve İmam-ı Müslim kabul etmiştir.
4. Munkatı’:
المنقطع :الساقط ان كان واحدا او اكثر لكن لم يكن متواليا بل من مواضع متعددة
İsnadında bir ravisi veya birbirini takip etmeksizin müteaddid yerlerde ravileri düşmüş olan hadislere -hususî manası ile- Munkatı’ denir.
Hakimin rivayetlerinde munkat’ı hadisler de mevcuttur. Munkat’ı hadisler za’if hadislerdendir.
5. Müdelles:
المُدَلَّس : هو أن يترك الراوي اسم شيخه ويروي عن شيخ فوق شيخه واتي بلفظ يوهم السماع منه وهو لم يسمع منه
Bir râvînin, görüştüğü Şeyh’ten işitmediği halde işitmiş gibi veyahut da muasırı olmakla beraber görüşmediği Şeyh’ten işitmiş gibi rivâyet ettiği hadislere Müdelles ismi verilir.
Sahihayn’da bu darbdan (tedlis’den) Süfyaneyn (Süfyanı Sevri- Süfyan bin Uyeyne), Ağmeş, Katade, Heşim ve diğer muhaddislerden bir grubun hadisleri mevcuttur.
Sahihayn’da sayılamayacak kadar müdelles hadis mevcuttur. Bu sebepten cumhur indinde tedlis cerh edilemez.
MÜSNEDÜN İLEYH’E İTİBARLA
Haber, müsnedün ileyh’e yani haberin sahibine, onu söyleyene itibarla Merfû’, Mevkûf ve Maktû’ olmak üzere üç kısımdır.
HADİSİN SIFATINA İTİBARLA (SIHHAT CİHETİNDEN)
Haber, sıfatı itibarıyla yani sıhhatine göre Sahih, Hasen ve Za’îf olmak üzere üç kısımdır. “Sıfatına itibarla” ifadesi, “râvîlerin sıfatlarına ve senedin haline göre” demektir. “Râvilerin sıfatları” sözü ile râvilerin adalet, hıfz ve itkanı başka bir tabirle kendilerine olan itimad mertebesi kast olunur. “Senedin hali” ifadesinden maksat ise muttasıl veya munkatı’ olmasıdır.
Hadis alimlerimiz “sahih ” olan hadîs-i şerîfleri, a’lâdan esfele doğru, yedi dereceye ayırmışlardır:
✓ Birincisi, İmam-ı Buhârî ve İmam-ı Müslim Hz.’nin ittifak ettikleri hadîs-i şerîflerdir ki bunlar için (ravâhü’ş-şeyhân veya müttefekun aleyh) tabirleri kullanılır.
✓ İkincisi, yalnız İmam-ı Buhârî Hz.’nin rivayet ettiği hadîs-i şerîflerdir.
✓ Üçüncüsü, yalnız İmam-ı Müslim Hz.’nin rivayet ettiği hadîs-i şerîflerdir.
✓ Dördüncüsü, İmam-ı Buhârî ve İmam-ı Müslim Hz.’nin şartlarını hâiz olduğu halde, her ikisinin de kitaplarına almadıkları hadîs-i şerîflerdir. (Bu şekildeki hadîs-i şerîfleri İmam-ı Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn isimli eserinde bir araya getirmiştir.)
✓ Beşincisi, yalnız İmam-ı Buhârî Hz.’nin şartlarını hâiz olan hadîs-i şerîflerdir.
✓ Altıncısı, yalnız İmam-ı Müslim Hz.’nin şartlarını hâiz olan hadîs-i şerîflerdir.
✓ Yedincisi ise Şeyhayn’ın şartlarını taşımadığı halde diğer ulemâya göre sahih olan hadîs-i şerîflerdir.
Sahihi Buhari ve Müslim’de geçmeyen sahih hadisleri nerede buluruz?
Meşhur ve mutemet olan kitaplarda.
Mesela; Sahihi ibni hüzeyme, Sahihi ibni hıbban, Hakimin müstedrek’i, Sünen-i erbea (Sünen-i Nesâî, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i İbn-i Mâce), Sünen-i darikutni, Süneni beyhaki ve diğerlerinde bulmak mümkündür.
HULASA VE NETİCE
“Munkatı’, mürsel, mu’dal, muallak ve müdelles hadislerin hepsinin zayıf olması itibari ile hüküm çıkartmada delil kabul edilemeyeceği” gibi sözler İslam binasını yıkmak için kasıtlı olarak söylenen sözlerdir.
Mesela: Peygamber Efendimiz; “Bey-i müzâbene’den nehyetti.”hadis-i şerifi mürsel olarak sabit olmuştur. Müzabene yani ağaçtaki taze hurmanın, yerdeki kuru hurmaya karşılık tahmini bir ölçüyle satışına denir. Hanefîlere göre, bu şekildeki bir alışveriş caiz değildir, akit fasit olur. Fasit alış veriş hükmü, mürsel hadis ile sabit olmuştur. Munkatı, mürsel v.b hadisi şerifler ile müçtehitler hüküm çıkarmışlar ve İslam hukukunu tanzim etmişlerdir. ‘Bu hadislerle hüküm çıkarılamaz’ demek mevcut İslam hukukunu inkar olur.
Mezkur hadislerin tamamını başta İmam-ı Buhari ve Müslim olmak üzere Kütüb-i sitte müellifleri ve diğer muhaddisler hadis kitaplarında zikretmişlerdir. Şayet sıhhatinde yani hadis olduğunda bir şüphe görselerdi kitaplarına almazlardı. İslam uleması Kütüb-i Sitte’nin hususi ile Buhari ve Müslim-i şerifin muteberliğinde ittifak etmişlerdir.
Beyt : “Kelamın esahhı Kelamülbari
Ondan sonra Müslim ile Buhari” sözü ulema arasında maruftur.
Kütüb-i Sitte’deki hadisler seçilirken ‘’sıhhat’’ vasfı düşünülmüştür. Yani hadisin sahih olması ön plana alınmıştır. Bu hadiste aranan ilk şart onun ‘’sahihlik’’i yani Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) ‘in sözü olmasıdır. Kütüb-i Sitte ‘’sahihlik’’ vasfını taşıması sebebiyle ümmetçe büyük rağbete mazhar olmuştur.
Hadisi Şerifleri reddeden ve kabul etmeyen, hadisi şeriflere güvenilmediği için hüküm çıkarılamaz diyenlere cevap:
“Bugünün insanları arasında, Batılı müsteşrıkları taklîden, İslâm’ı kilise dinine benzetmek isteyen bazı kuşbeyinliler türemiştir. Bunlar “hâdislere güvenilmez; çünkü içlerine pek çok uydurma söz karışmıştır. İslâm’ın tek kitabı vardır; o da Kur’ân’dır. İslâm’ı, Kur’ân dışındaki diğer bütün kaynaklardan arındırmak gerekir. Zaten sünnet denilen şey, bir Emevî oyunu olup Kur’ân’a ulaşılmasını önleyen dikenli bir engeldir. Kur’ân’a ulaşmak için bu engelin ortadan kaldırılması ve Kur’ân İslâm’ının yaşanması gerekir.” gibi sapık bir inancın mahsulü olan sözlerle Müslümanları kandırmaya ve Hazreti Peygamber (s.a.v)’in teblîğ ve tebyîn ettiği gerçek İslâm’dan onları uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Eğer bu kuşbeyinliler, kendilerini yönlendiren yabancı akıl hocalarının emirleri istikametinde başarı sağlar ve sünnet’ in beyan ve tefsîrini Kur’ân üzerinden kaldırabilirlerse, “bunlar Kur’ân’da yoktur” fetvasına dayanarak câmilerimizi, içlerine konulacak sıra veya sandalye ve masalarla kiliseye, namazlarımızı da haftalık Cuma ayinlerine çevirmekte hiç güçlük çekmezler. Bu itibarla Müslümanların çok dikkatli olmalarını ve Kur’ân’a bağlı görünüp de İslâm’ı yıkmaya çalışan bu kuşbeyinlilere kanmamalarını dînî bir vecîbe olarak tekrar hatırlatmak isteriz. Bunların tanınmalarına yardım eden en bâriz özellikleri, sözlerinde ve yazılarında, Kur’ân’a bağlı görünseler bile, biraz önce bir yazılarından naklen zikrettiğimiz sözlerinde de görüldüğü gibi, sünnet ve hadîs’e karşı gösterdikleri tepki ve düşmanlıktır. Bunlara düşman olmalarının tek sebebi de, İslâm’ın ancak Kur’ân ve Sünnet’le birlikte İslâm olmasındandır.
8