Demokratik yönetimler her zaman sancılı, her zaman kullanışsız ve liyakatsız adamların başa gelmesine sebep olmuştur. Dünyayı parmağında oynatan güçlerin, Fransız ihtilaliyle yaygınlığını kazandırdığı Cumhuriyet ve demokrasi gibi kısır düşünceleri, özgür halkları prangalara vurmak için dünyaya virus salgını gibi dağıttı! Dünya siyasetinde variyet gösterememiş milletler bile, bu adı özgürlük olan ama gerçekde köleliğe rampa görevi gören bu düşünceleri benimsediler ve uygulamak için canlarını bile feda ettiler. Yahudilerin beynelmilel arenada sistemleştirmek istedikleri yeni model kölelik düzenine herkes özgürlük dedi. Şaşılacak bir şekilde yönetimde söz sahibi olmanın hırsı insanlarda anlatması mümkün olmayan bir enaniyete dönüştü. Yönetimde söz sahibiyim demenin bedelini nasıl ödediği hepinizce malumdur. Demokratik yönetim biçimleri monarşi ile yönetilen devletlere neden dikte edildi? Halk ne için kışkırtıldı? Bu safsatanın altında yatan asıl gerçek ne idi? Kimse bunları sormadı! Selanik’den padişahı indirmeye gelen ordunun aslını kimse sormadı! Türk halkını kurtardım diyen adam, aslında türkün devletini yıkmış ve insiyatif almadan bir yönetimi dikte etmişti. Osmanlıyı yıkan mustafa kamaldır. Fransa’da, Mora’da, Moskova’da, Balkanlarda ve Osmanlıda, devrim ve ihtilal yapanlar ya yahudidir yada masondur. Yani yahudinin şeksiz şüphesiz uşağıdır. 20. Yüzyılın bu demokrasi aşkı bu halklar için nelere mal olmuştur? Kimse bunu düşünmez. Liyakat sahibi olmayan sözüm ona politikacıları, liyakat sahibi olmayan sözüm ona seçmeniyle, bir ülkenin ve gelecek nesillerin mahvolmasına sebep oluyor. Seçmen cebine bakar! Maddi olarak zarar görürse, yönetim iyi de olsa aleyhine döner. Eğer bir seçmen, bir çuval gıda yardımıyla şeytani bir adama oy verebiliyorsa, bu demokrasinin hangi yönü vatana millete hayırlıdır? Bu soruları sormakda beis görmüyorum. Türkiye 94 senedir demokratik yönetimle yönetiliyor ve kaybolan bunca sene ve neslin zararı, akıllara zarar bir şekilde önümüzde duruyor. Nerdeydik, nereye geldik? Baş örtülü kardeşlerimiz artık kamuda özgürce çalışabiliyor! Tek derdimiz buydu değil mi? Başörtüsüyle, aynı odada haram bir erkekle, el sıkışmalar, kikirdemeler, kahkahalar… Değil mi? Tek derdimiz baş örtüsüyle içeri girebilmekdi! Ateşe! Harama! Ne güzel bizi kandırdılar! Aldattılar! İstedikleri gibi olmamız için bizim içimizi boşalttılar. Demokrasi! Kalsın! Eğer demokrasi olsaydı, halka sorulurdu:”Padişah kalsın mı, gitsin mi?” diye. Sormadan, danışmadan ve müzakerelere bile despotluk katarak, bu yahudi uydurması rejimi, bu saf halkın üstüne yüklediler. Oysa ki savaşmağa asker toplarken, “Padişah ve Halife” adı altında topladılar. Sonra aynı asker ve mebuslarla, Halife ve Padişahı kovdular. Bunları geçelim. Çok partili dönemlere kadar despotlukdan, din düşmanlığından ve halka hakaret etmekden başka bir şeyde yapmadılar. Ne de olsa seçilmiş(!) hükümet vardı. Ne komik! Tek partili bir düzende seçim var. Adnan Menderes gelir ve yol yapar, halkı rahatlatacak bazı girişimlerde bulunur vesaire. Bunun yanında tam bir tarihi eser katliamıda yapar. O da, o despot partinin sıralarında yetişmiştir ne de olsa. Menderesler yada diğer başbakanlar vs. Bunlar bir yerden emir alan, bir yere hizmet eden ve çoğu kez onlara, azımsanacak kadar azda bize hizmet eden adamlardır. Menderes hakkında Gürkan Hacır’ın bir yazısının sadece bir bölümünü paylaşmak istiyorum sizinle:
”Oğlu her şeyi kabul ve itiraf etti; Adnan Menderes Sabetayist bir gizli Yahudiydi
9 günlük bayram tatili benim için rahat okumalara fırsat olur. Marc David Baer’in yazdığı ‘Selanikli Dönmeler’ yıllardır üzerinde çalıştığım, düşündüğüm bir konu olunca satır satır eğildim. Notlar aldım. Birçok yeni bilgi edindiğim halde doğrusunu söylemek gerekirse Baer’in kitabı beni tam olarak tatmin etmedi. Ne zaman Sabetayizmle ilgili şöyle dört başı mamur bir kitap çıkacak diye de düşündüm. Baer’in titiz çalışması bile mevcut soruların birçoğunu cevaplamıyor. O halde ben de Sabetayizm araştırmalarında nereye geldik ve Baer’in kitabı hangi yeni bilgileri ilave ediyor, sizin için kaleme aldım. Tarih yazımımızı tepetaklak okumaya hazır mısınız?
Marc David Baer’in kitabı
(Selanikli Dönmeler / Doğan Yay. 2011) aklımızdaki soruları cevaplamaya yetmiyor. Çünkü sabetayizm Türk tarihinde yok sayılmış bir disiplin! Ve o kadar çok soru birikti ki…
Dinsel ritüelleri halen devam ettiriyorlar mı? Örneğin 18 emir halen ihlal edilemez kurallar mı?
Cemaatin lideri tek kişi mi, yoksa her kolun ayrı bir lideri mi var?1900’lü yılların başında olduğu gibi ortak bir sandıkları var mı? Karar defterleri var mı?
Cemaatin mensubu kaç kişi?
Yeni kuşak, Sabetayist kimlikten ne kadar haberdar? Sorular uzayıp gidiyor…
Asıl mevzuya ise bir türlü giremiyoruz. 1600’lü yıllarda yaşamış Sabetay Sevi’nin öğretileriyle günümüzü birleştiremiyoruz.
Anadolu’da gizli din yaşayan onlarca cemaat var. Halen var. Gidin Trabzon köylerinde gizli Hıristiyan görünürde Müslüman olan köylüler bulursunuz.
Sabetayizmin önemi yönetici sınıfın onlardan oluşmasıdır. İktidar, finans, eğitim, kültür ve sanatta hep onların sözü geçti. O zaman akıllara şu soru geldi: Bir kast sistemi mi var?
Kimi tarihçi, gazeteci, aydın bu soruyu önemsiz buldu kimi ırkçılıkla suçladı. Oysa yakın tarihimize samimiyetle bakan ve Türkiye’yi anlamak isteyen her kişinin aklını başından alacak ilginçlikte bir konudur.
MENDERES’E ‘İTİRAZINIZ VAR MI’ DİYE SORDUM
Bakınız… Adnan Menderes ve ailesinin bütün akrabalık ilişkileri üzerinden bir kitap yazıldı. Efendi kitabı Evliyazade Ailesi üzerinden Menderesler’i anlatıyordu. Menderes ailesinin aslında sabetayist olduğunu tez edinmişti. Kitap çıktıktan kısa bir süre sonra hayattaki tek oğlu Aydın Menderes’i ziyarete gittim. Kitabı sordum. ‘İddialara ne diyorsunuz, itirazınız var mı?’ dedim. ‘Hayır’ dedi. ‘Sadece bana sorulsaydı daha farklı şeyler de anlatırdım. Annem yaşasaydı üzülürdü.’ Ama
‘Türkiye bütün bunlarla yüzleşecektir’ diye de ekledi. Sadece Menderes mi? Hayır, bu tartışmaların tozu toprağı arasında belki fark edemedik. Ama sessiz sedasız onlarca tanınmış isim, kökenlerinin Sabetayist olduğunu açıkladı. Modacı Cemil İpekçi, Halil Bezmen… Peki ya açıklamayanlar… Buzdağının alt tarafı… Kimsenin bir cadı avı başlatmasını istemiyorum…
Ama Türkiye artık bu gerçeğiyle halen yüzleşmeyecek mi? “
Türkiye asla gerçeklerle yüzleşemez. Türkler sevdiklerinde kusur bulmaz, sadece meziyet bulur. Eğer bir türk gerçekden birini sevdiyse, daha sittin sene vazgeçmez ondan. Kadir Mısıroğlu’nun dediği gibi:” Bir şeye ondan razı olmak kastıyla bakan kusur görmez, tıpkı kusur görmek kastıyla bakanın meziyet görmediği gibi.” Çok basit bunu anlamak. Sadece Adnen Menderes’mi böyle olan? Süleyman Demirel’e ne demeli? 3. Dereceden mason! İstanbul’da bir müzayede de satılan, kabul edilmiş ve hür masonlar adlı kitabın, bir sayfasında, Süleyman Demirel’in 3. dereceden mason olduğu yazıyordu. Diğer masonlarla beraber onunda kaydı ve adresi hatta hanımının ismi bile yazılıdır. Süleyman Yeşilyurt, Türkiye’nin büyük Masonları kitabında, Süleyman Demirel’i uzun uzadıya işlemiştir. Merak edenler bu kitabı okuyabilir. Bülent Ecevit’te ondan aşşa kalır olduğunu düşünmüyorum. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözünden hareketle, Ecevit’in de ne mendebur biri olduğu daha unutulmamıştır. Karısının Ermeni olduğunu düşünürsek… Gelelim zıtlıklarla yaşamayı adet edinmiş halkımın diğer bir aşkına! Türkeş! Adnan Menderes’i seviyorsunuz, ona darbe yapanıda seviyorsunuz! Nasıl bir tutarsızlık? Bu konuda ben Nurcularada mana veremiyorum. Şöyle ki, Necip Fazıl Kısakürek, son devrin din mazlumları kitabında, Said Nursi’yi ağır eleştirir. Lakin Nurcuların çoğu, NFK aşkından yanar tutuşur. Türkeş’in soyu sopu hakkında da çeşitli bilgiler mevcutsa da, önemli olan mesele, Yazıcıoğlu’yla da arasının açılmasına sebep olan, “İslam’ın yayılması gibi bir derdimiz yok…” cümleleridir. Yazıcıoğlu, Türkeş’in tersine, türkçülüğü arka plana atmıştır ve islam birliğini ön planda tutmuştur. Türkeş ısrarla, islam birliği ve davası gibi bir görevimiz yok demiştir. Türkeş hakkında isim ihtilafı bile vardır. Asıl isminin Hüseyin Feyzullah olduğu, aslen arusi tarikatına mensup bir yahudi olduğuda yapılan araştırma vs izah edilmeye çalışılmıştır. Bunların gerçekliği beni bağlamıyor. Dedik ya ainesi iştir kişinin…. Siyasal islamcı, İhvanı müslimin Türkiye ayağı Necmetn Erbakan. Hoca ismiyle daha çok tanındı desek yeri vardır. Necmettin Erbakan, gerçekden islam gayretiyle bir şeyler yapmak istemiş, lakin akla karayı çoğu kez karıştırmış, aceleciliği ile müslümanların çokca eziyet görmesine sebep olmuş, İran’lılara olan aşkı, Humeyniye olan sevdası yüzünden tenkit almış, şiilerle islam birliği hayaliyle yanıp tutuşmuş, hatta seksen küsür yaşındayken bile islam birliği(!) kuracam diye İran’a gitmiş, siyasi hayatı boyunca başını sıkıntıya sokmuş, siyaseten pekde usta olmayan ama bir hayli seveni olan bir politikacıdır. İran’dan medet ummanın maddi manevi çokca sıkıntısını çekmiştir. 28 Şubat hadisesinde, başını derde sokan birinci amil, o ortamda fazlaca frikik vermesidir. O dönemleri hatırlayan bu dediklerimi daha iyi anlayacakdır. Türkiye için demokrasiye geçişte, sonrasıda hep sakıncalı, iflaslı, zararlı ve tehlikeli olmuştur. Siyasal islamcılar, solcular, kemalistler, kafatascılar, ülkücüler, şimdilerde fetöcüler… Öyle değil mi? Ne büyük bir hizipleşme maratonu… 94 senedir siyasilerin en başarılı olduğu konu bu! Bölünmek, parçalanmak ve yutmak…. Böl, parçala ve yut! Bu düstur kimindi? Yahudilerin mi? Evet öyleydi! Bugün Türkiye, 15 Temmuz’da yaşanan darbe hadisesinin failleriyle fazlaca meşgul. Kaç kişi ölmüştü o gece! 200 küsür… Muazzam bir fetö avındayız. Kırk senede kırk bin kişiyi öldüren yada sebep olan terör örgütüne ise müsamaha üstüne müsamaha. Meclisde milyarlarca para maaş öde. Adadaki şerefsize tonla masraf et. Öyle mi? Fetöye aman verme! Dostlar alışverişde görsün. Fetö’ye verdiğiniz emeğin yüzde onunu Pkk’ya da verelim lütfen! Rica ediyorum. Demokrasi, bu halkın düşmanlarına ceza veremez. Demokrasi bütün cezayı, zararı ve ziyanı sadece halka keser. Hitler:” Bu ülkelerde, sözde “Demokratik” ülkelerde, halk hiçbir anlamda ilginin odağı olmadı. Asıl önemli olan şey, bu “Demokrasi yapan” grubun varlığı idi. Bu, bütün fabrikalara ve hisselere sahip olan ve en nihayetinde insanları yöneten büyük kapitalistlerin varlığı…
Onların hiçbir zaman insanlar ile ilgilenmek gibi bir niyetleri yoktu. Sadece onlar uluslararası elementler olarak hitap edilebilirler. Çünkü onlar işlerini her yere yayıyorlar. Onlar insanları birbirlerine düşman eden, barışa sahip olmalarını istemeyen, küçük, soysuz uluslararası bir komite.” Yönetimde bu anlayış vardır. Demokrasi, geçmişin kölelik rejiminin artık seçimle olmasını sağlayan, kölenin efendisini seçme hakkı verem, muazzam güvenlik açıkları olan ve hataların bedelini kölelen üzerine yıkan bir rejim şekli. Koca bir yığın halkda, oy verme sevdasına, efendisine aşık olan aptal! Oy vermek nedir ki? Ne oluyor yani? Seçimlerde hile olamaz mı? Halkın seçtiği, devletin gerçek sahiplerinin işine gelmiyorsa, onu deviremezler mi? Demokrasi neyi garanti altına alıyor? Otoriter rejim gibi olabilir mi? Hitler’in dediği gibi:”Evet, Almanya demokrasiyle yönetiliyordu bizden önce ve biz yağmalandık, kuruyana kadar suyumuz sıkıldı. Hayır, demokrasi veya otoriter rejim bu uluslar arası çakallar için ne ifade ediyor? Umurlarında bile değil! Onların ilgisini sadece bir tek şey çekiyor, sömürülmeye razı mısınız? Evet mi hayır mı? Bu süreç boyunca sessiz kalacak kadar aptalmısınız? Evet mi hayır mı? Ve her ne zaman demokrasi ayağa kalkamayacak kadar aptallaşırsa, işte o zaman işe yarıyor demektir! Fakat otoriter rejim “Bizim halkımızı artık sömüremeyeceksiniz…” dediğinde; içeriden yada dışarıdan olsun bu, durumun kötü olduğunu gösterir…” Bununla bitiyor mu? Politikacıların hür olması gerekmez mi? George Carlin diye bir konuşmacı var. Amerikalı. Bu adamın kendi devleti için güzel tespitleri var. Şöyle diyor:”Size çok önemli bir soru soracağım. Dünyayı kontrol etmenin en etkili ve verimli yolu nedir? İki kelime: Akıl Kontrolü!
* Amerikan Devleti’nin bize emrettiği ve öğrettiği gibi hissetmiyorum. Bakın söylüyorum. Benim aklım öyle çalışmıyor. Bir moron gibi yaptığım bir şey var adı: Düşünmek. Kendi görüşlerimi de oluşturmayı sevdiğim için pek iyi bir Amerikalı değilim. Bana söylendiği anda yere yuvarlanmıyorum. Ne yazık ki çoğu amerikalı emir verildiği anda yere yuvarlanır. Ben böyle değilim. Hayatımda uyduğum kesin kurallarım var. Birinci kuralım: Devletin bana söylediği hiçbir şeye inanmamak. Hiçbir şeye.
* Tarihimizin en acı yanlarından biri, kendini ne kadar tekrar ettiğidir.
* Ayrıca Amerika’daki medya ve basın organlarını pek ciddiye almam. Onları dinlemem. Onlara gerçekten inanmıyorum. Şunu da söylemeliyim: Sarı kurdelalar ve amerikan bayrakları beni ağlatmaz.
* Medya ve siyasetçiler hep bizi bölen şeylerden bahseder. Bizi birbirimizden farklı yapan şeyler. Bütün toplumlarda ki yönetici sınıflar hep böyle çalışır. Geri kalan insanları bölmeye çalışırlar. Zenginler parayı alıp kaçmak için alt ve orta sınıfları birbirine kırdırır. Oldukça basit bir şey ve hep işe yarar. Farklılıklara vurgu yaparlar. Irk, din, etnik ve milli geçmiş, iş, gelir, eğitim, sosyal statü, cinsiyet. Birbirimizle kavga etmemiz ve onların bankaya gidebilmesi için herhangi bir şey.
* Bu ülkedeki (ABD) ekonomik ve sınıfları nasıl tanımlarım biliyor musunuz? Üst sınıf bütün parayı elinde tutar ve hiç vergi ödemez. Orta sınıf bütün vergileri öder ve bütün işleri yerine getirir. Fakirler de orta sınıfı ürkütmek için vardır.
* Politikacılar bu kelimeyi bilirler. Sizin üzerinizde kullanırlar. Politikacılar geleneksel olarak üç şeyin arkasına saklanmışlardır: Bayrak, Kutsal Kitap ve çocuklar. Ancak bir sebebi var. Bunun bir sebebi var. Eğitimin rezil oluşunun bir sebebi var. Asla düzelmemesi ile aynı sebep. Asla düzelmeyecek. Boşuna beklemeyin. Elde ettiğinizle mutlu olun. Çünkü bu ülkenin Sahipleri bunu istemezler. Gerçek sahiplerinden bahsediyorum: Büyük ve Zengin. Gerçek Sahipleri: Her şeyi denetleyen ve her şeye karar veren büyük ve zengin iş hissedarları.
* Politikacıları unutun. Onlar önemsiz. Politikacılar size seçim hakkı tanındığı fikrini sürdürmek için varlar. Hakkınız yok. Seçim hakkınız yok. Sahipleriniz var. Size sahipler. Her şeye sahipler. Bütün önemli topraklara. Kolektif şirketleri denetliyorlar ve sahipleriler.
* Uzun zamandır senato, meclis, hükumet binaları ve belediyelerin sahipleriler. Hakimler arka ceplerinde. Bütün büyük medya ve haber şirketlerinin sahipleriler. Her sene milyarlarca doları lobileşmek için kullanıyorlar. Onlar tek bir şey istemiyorlar. Eleştirel düşünen vatandaş istemiyorlar. İyi derecede bilgilendirilmiş ve eğitim görmüş insanlar istemiyorlar. Çünkü onların çıkarlarına aykırı.”
Bu açıklamalar sadece Amerika için geçerli olabilir mi? Güç nüfus kalabalığı yada nitelikli insan değildir çağımızda. Güç, paradır, kapitaldir! Kapitalism ve Emperyalism nedir? Günlük rutinde, belkide asma altı çay ocaklarında bile, fütürsuzca konuşabilen pirefesör(!) amcalarımızın, hiç bir şekilde manasını bilmesede tükettiği “Emperyalist” ve “Kapitalist” kelimeleri… Çok acınası durumumuz var. Asma altı çay ocakları dediğim zaman aklıma Cem Karaca’nın bir şarkısı geldi. Bindik bir alamete, gidiyoz kıyamete… Bu şarkıda ki sözler, belki şuurlu belkide tevafuk edercesine, demokratik yönetimin, liyakatsız politikacıların ve halkın, ne kadar acınası durumda olduğunu gösteriyor.
“Yol dediğin yol gibi
Ulaşmalı bir yere
Biz dön baba dönelim
Geliyoz aynı yere
Bu döngü kısır döngü
Başı varda sonu yok
Dönüyom dönemiyom
Sonunda bir cıgış yok
Yerel ve genel seçim
Seçin bakalım seçin
Ki dön baba dönelim
Aynı yere gelelim
Çete çeteye çatmış
Çete çete içinde
Battık buruna kadar
Cafer getir peçete
Nush ile uslanmam ben
Etmeli beni tekdir
Tekdirden anlamazsam
Artık hakkım kötektir
Eskiden adam gibi
Oturur meze yerdik
Şimdi meze yer gibi
Oturup adam yiyoz gariiee
O zaman siz buna
Müstehaksınız len!
Köy kahvesi sohbeti:
Gahve köşesinde üç beş tane başbakan oturuvemişlee
Amanieyynn…
Vallahül azim biz cihana bedeliz
Va mı bize yan bakan hee?
Eee essah deyon be Hüseyin ağa
Hakkaten sence ne oluvecek bu işlee
Valla nolcek olecee bişey yok
Dönecez dönecez aynı yere geleceez
Yavv ben şimdi deyom ki yaniii
Bu esas tütün tütün meselesi
Tütün tütünün baş fiyatı ne olcek
Bu yeni gelen hökümet acaba
Tütün baş fiyatlarını
Yüskek mi duta alçak mı?
Ne diyon sen hele Hüseyin çavuş
Vallahül azim ben ne deyem şimdi
Ben bilirim bilirim onu sölerim
Gulaklerin sözüne
Osmannının ipiynen inme sakın guyuya… “
Türkiye’ye ait olan rejimin, kısa bir anatomisi. Sanatçının görevide bu olmalı değil mi? Halka, halkın sıkıntılarını, tatlı dille, güler yüzle, düşündürerek veya güldürerek anlatmak. Bugün müstehcenliğiyle nam yapmış, şaklabanlıklarıyla şöhret olmuş paçavralara demiyorum sanatçı. Dekoltelerini ve iç çamaşırlarını sergileyen, fikir ve düşünce olarak ne kendine, ne etrafına ne de halka bir faydası olmayan sanatçı olamaz. Onun üzerinden çıplaklığı aldığınız zaman geriye bir şey kalmıyorsa, o sanat işçisi değil, amiyane tabirle, orta malıdır! İnsanları güldürmek için söven sayan, şaklabanlık yapan adam da sanatçı değildir. Sanat soyunmak yada küfretmek olmamalı. Bunlar halkı yozlaştırır. Halkın eğitilmesine ihtiyaç varsa, müstehcenlikden ve şaklabanlıkdan daha iyi şeylere ihtiyaç var demektir. Toplumu dibe vurduran, fuhşa, zinaya, hırsızlığa, terbiyesizliğe, intihale, abese ve nice kötü amellere sevk edicel bir sanat(!) anlayışına karşıyım. Toplumu eğitebilecek, göğüsleriyle ve kalçalarıyla değil de, fikirleriyle ve düşünceleriyle topluma yol gösterecek, söverek sayarak değil, hakkı ve hakikatı gösterek yola devam edilmesini sağlayacak sanatçılara ihtiyacımız var. Bizim, dönek ve emir kulu politikacılara ihtiyacımız yok. Nesebi gayri sahih, gizli mahfillerin gizli sözleşmelerini yapan, biraderlerine ülkenin ve halkın hakkını peşkeş çeken adamlara ihtiyacımız yok. İslamcı partiye de ihtiyacımız yok. Kendi galiz çıkarlarına, islamı alet etmesine ihtiyacımız yok. Bizim, siyaset meydanlarında, Kuranı Hakim’i eline alarak hava atan, ama ALLAH’ın emri olan adaleti tesis edemeyen politikacılara ihtiyacımız yok! İhtiyacımız, özümüze kavuşmak, atalarımızla olan kesik bağları düzeltmek, aslımıza rücu etmeğe ihtiyacımız var. Efsanelere, hayale ve gerçek dışı olan herşeye karşıyım. İçinizde ki kriptolara karşıyım. Demokrasi iyi olmamalı. Bunca acının yaşandığı, adaletsizliğin tavan yaptığı ve adil gelir düzenin olamdığı bir rejim, asla iyi olamaz. Koskoca spor klüplerinin vergileri affedilirken, vatandaşın üç kuruşluk kazancından kılı kırk yararcasına vergi tahsil etmek, çok adice bir davranıştır. ALLAH’ın dinine hizmet ettiğini söyleyip, ALLAH’ın haram kıldığı her ameli, o ülkenin küfür ahkamıyla kanunlaltırmak da, affedilecek bir şey olmasa gerek. Oğlancılığı meşru hale getiren bir müslüman, Lut kavminin sonu gibi son yaşar diye düşünüyorum. ALLAH’ü telala hazretleri, biz müslümanları, iki cihanda da mutlu eylesin. Selametle….