İslama vurulan darbeler dizisinin başlangıç günü olan 19 Mayıs… İslamın aleyhine vurulan prangalar dizisinin başlangıç günü 19 Mayıs… Topyekün islam halkına vurulan zincirler dizisinin başlangıç günü 19 …. Mayıs’ın 19’un da malum vapurla İstanbul’dan Samsun’a gelen cenabet-i şahane (ALLAH nar bahçelerinden çıkarmasın. Benim narlarımıda ona versin) Mustafa Kamâl, Samsun’dan başladığı bir dizi görüşme sonrası Havza’ya geçti. Ordan Amasya Sivas vs… Adam yedi düvele(!) karşı savaş için bütün bir halkı bütün bütün savaşa sürdü. Çok gariptir resmi tarih kitaplarında 19 Nisan 1919’da Kazım Karabekir Paşa’nın Trabzon(?)’a çıkışını yazmaz. Enteresandır! Ermenileri deliye çeviren paşanın ismide yok savaşlarıda yok! Neyse… Şimd bu bizim Selanik’den çıkma kaşı gözü renkli vatandaş, orda burda cereyan eden kongrelere katılmak(!) suretiyle varlık göstermek istedi. Erzurum kongresinde cereyan eden hadiseleri zikredelim Kadir Çandarlıoğlu’nun yorumuyla:”Bazı kimseler Erzurum Kongresi’ni M. Kemal’in topladığını zannediyor. M. Kemal’in, kongreyi toplamak şöyle dursun, katılabilmesi bile ancak Dursunbeyzade Cevad Bey’in istifa etmesiyle mümkün olabilmiştir.[1] Yani istifa eden olmasaydı kongreye dahi katılamazdı. Hatta kongreye nişanlarla süslü büyük üniformasıyla katılmak istemesi üzerine, sonradan TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekili olan Kadirbeyoğlu Zeki Bey tarafından kovulmuştur.
Kadirbeyoğlu Zeki Bey, bu hadiseyi hatıralarında şöyle anlatmaktadır:
“Camekanlı kapı açılır açılmaz bütün ihtişâmı ile büyük üniformasıyla kaşıklı, püsküllü apoletleriyle irili-ufaklı umum nişanlarıyla ve Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî kordonu ile arkasında da yüzbaşı Cevad ve diğeri Mülâzım Receb Zühdü aynı büyük üniforma ile içeri girmesinler mi!.. Zavallı millet. Öteden beri şatafat bu dârât (gösteriş) ve bu debdebenin zebûnu değil midir? Isterse olmasın kafasına vurarak oldurur.
Böyle alıştırılmış devir her ne olursa olsun ismine ne nâm verilirse verilsin büyük, buradaki büyüklük ilmen ve irfânen değil mevkî itibâriyle bu nâmı ihrâz edenler alt taraflarındakine dâima hakaretle bakmayı, hin-î hâcette (gerektiği zaman) tahta kurusu gibi onları ezmeyi ve mutlak olarak kendilerine itaat ettirmeyi isterler.
Mustafa Kemal Paşa bu hareketiyle murahhaslar üzerinde yapacağı te’sîri çok iyi olarak keşfetmişti. Ve nitekim öyle de çıktı.
O dârât, debdebe ile kılıç şakırdılarına karşı murahhaslar (delegeler) hep birden ayaklanmasınlar mı? Işte o vakit taş kafamdan fırladı, ayağa kalkmayan ben ve Rauf Bey’den başka kimse kalmadığını görünce ben de yerimden fırladım. Gayet sert ve haşin bir sadâ ile:
“- Efendiler oturunuz! Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifanâmenizin (Askerlikten istifanın) mürekkebi kurumadan kongre üzerinde bir te’sîr icrâ etmek için bu kıyafetle gelmenize çok teessüf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz” diyerek elimle de kapıyı gösterdim.
Sarı olan Mustafa Kemal o sırada yeşil bir renk aldı. Ve kongre salonunu mevtâî (ölü gibi) bir sükûn kapladı. Yalnız yanımda oturan Rauf Bey:
“- Zeki ne yaptın” diyerek, o kudretli elleriyle sol bacağımı öyle bir sıktı ki, tam bir hafta siyah kaldı.
Mustafa Kemal Paşa üç dakika süren bu sükûtu, rolünü değiştirmek suretiyle bir aktör vaziyeti aldı:
“- Efendiler, şimdi bu dakikada kanaat getirdim ki, bu memleket hiçbir vakit istiklâlini zâyi etmeyecek. Bilakis parlak istikballere mazhar olacaktır. Zirâ içimizde medenî cesâretini hiçbir kuvvetin eğemeyeceğini ben de îman ettiğim (eliyle beni göstererek) böyle şahıslar oldukça bizler yaşayacağız. Bu bizim hakkımızdır.”
Bana doğru bir adım atarak elini uzattı ve sivil elbisesi olmadığı için bunlarla gelmeye mecbur olduğunu beyân-ı itizar etmesi (özür dilemesi) üzerine cevâben:
“- Paşa, paşa üzerindeki hâkî elbise bizim için kâfî idi. Paşalık işaretlerini kaldırınız, Avcı biçimi sivil bir elbise olur. Nitekim içimizde o kıyafette birkaç arkadaşımız da vardır. Size ise yevmî (günlük) giyilen askerî üniformaya da kanaat etmeyerek büyük üniforma, yâverî kordonu ve bütün nişanlarınızla buraya gelmeniz çok açık söyleyeyim ki hüsnüniyete delâlet etmez. Bununla beraber burada oturamazsınız. Tâ ki sivil giymedikçe burayı şimdi terk etmeniz icâb ediyor. Aksi takdirde biz salonu terk ederiz.”
Mustafa Kemal Paşa vaziyetin başka türlü çıkar yolu olmadığını görünce hemen geriye dönerek salondan çıkmak sûretiyle kongreyi terk etti. Iki dakika sonra otomobilinin zartazurtasi işitildi.
Bu hâdise murahhaslar üzerinde henüz kavrayamadıkları derin bir te’sîr bıraktı. Herkes yanındaki arkadaşlarıyla hasbihâle daldı.
Rauf Bey:
“- Zeki, bu darbe çok ağır oldu, îtirâf ederim ki, haklısın lâkin bu kadar sert ve haşin hakarete lüzum yoktu.”
Ben de cevâben:
“- Peki, siz de bir bahriye amirali üniformasını niçin giymediniz? Daha başlangıçta bu harekete ne mânâ vardı. Biz Karabekir ile böyle görüşmedik. Benim kimseden korkum ve âmâlim yoktur. Tek bir emelim vardır ki, o da hepinizin düşündüğü gibi vatanımın istiklâlidir” dedim.
Tam bu sırada kapıcı gelerek Karabekir’in geldiğini ve beni görmek istediğini söyledi. Paşa’yı içeride bir odada ayakta gezinirken gördüm.
“Buyurun Paşam, emirleriniz!..” dedim.
Karabekir:
“- Aman Zeki Bey burada bir hâdise cereyân etmiş, Mustafa Kemal paşa ağır bir hakaretle kongre hâricine çıkarılmış.”
“- Hayır, hayır Paşa hakaret filan değil hiçbir şey yoktur. Yalnız Mustafa Kemal Paşa Cuma selâmlığına gideceğine zâhib olarak büyük üniforma nişanlarıyla Yâverân-ı Hazret-i Padişâhî kordonu ile teşrif ettiler. Bendeniz de cevâben: ‘- Paşam, yanlış geldiniz, lütfen dışarı çıkınız da sivil elbise ile teşrif edersiniz’ dedim. Elbisesi olmadığından bahsetti. Ben de bu hâkî elbisenin üzerindeki bütün alâmetler kaldırıldığı takdirde mükemmel bir avcı sivil elbisesi olacağını söyledim. Çıktı gitti. Zirâ o kıyafetle biz Paşa’yı hiçbir vakit kongreye kabul edemezdik!.” diyerek Karabekir’in gözlerinin içine baktım.
Karabekir çok dalgın ve müteessir idi. Yalnız:
“- Yâ büyük üniforma ile geldi hâ!” dedi. Ben de:
“- Yâverleri de öyle geldi paşam, yalnız kendisi değil.” [dedim] [2]
Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in anlattıkları böyle…
Ama, “hayır yalan, Atamı kimse kovamaz” diyenler çıkabilir. Bu nedenle biz başka bir kaynak daha zikredelim.
Kazım Karabekir Paşa da hatıratında bu hadiseye birkaç defa temas etmiştir. Mesela bir yerde şöyle diyor:
“Zeki Bey Erzurum Kongresinde Gümüşhane murahhası idi. Mustafa Kemal Paşa mirliva üniforması ve yaveri hazreti padişahî kordonu ile riyaset kürsüsüne çıktığı zaman: Paşa, üniformanı ve kordonlarını çıkar da öyle gel! diyerek Mustafa Kemal Paşayı sivil elbise giymeğe mecbur etmişti.”[3]
Kazım Karabekir Paşa aynı sayfada, 29.04.1336 (1920) tarihli ve “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzalı bir telgrafa yer veriyor… Yani Erzurum Kongresi’nde yaşanan olayın üzerinden henüz bir sene bile geçmeden. M. Kemal’den gelen telgrafta, Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in gerektiğinde sıkı tarassud altına alınması ve tevkif edilmesi, hatta hiyaneti vataniye kanunu ile cezalandırılması istenmektedir. Karabekir Paşa, “bir meb’usu (milletvekilini) ciheti askeriye nasıl sıkı tarassut altına alacaktır?” diyerek M. Kemal’i eleştirdikten sonra şöyle diyor:
“Işte Mustafa Kemal Paşaya karşı ilk ve kuvvetli bir muhalif çehre gösteren bu meb’usun tarassud, tevkif ve hiyaneti vataniye ile ittihamı gibi sırasile ağırlaşan cezaya çarptırılmasını Mustafa Kemal Paşa emrediyordu.”[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 64.
[2] Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hatıraları, (Hazırlayan: Ömer Faruk Lermioğlu), Sebil Yayınevi, Istanbul 2007, sayfa 58 ve devamı.
[3] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 679. Kâzım Karabekir Paşa, 83 ve 252’inci sayfalarda da bu hadiseye temas ediyor.
[4] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 678, 679.”
Demek ki Kamal Erzurum kongresinden kovulmuş. Yedi düvellle savaşan Kamal portresi çizildi bize bir asır boyunca! Kamal yenilmez, eğilmez, pes etmez, onda ilahi sıfatların (Haşa kelam!) kadrolaşmasından bahsedildi. Tenkid edilemez, eleştirilemez, yanlışı olamaz, ağza alınmaz… Eee! Bu nasıl ata? Neyini konuşcaz biz bunun? Sen çok yaşa, yaşada yaşa, sen olmasaydın olmazdı teranesi vs. Mustafa Kamâl denilen zatın doğduğu yetiştiği yerin garipliğide ayrı bir mevzu. Selanik Osmanlı yıkanların merkezi olması durumundan dolayı ap ayrı bir konu. En azından benim için öyle. Dinsiz bir adamın ya da gayri İslam’i bir yaşamı tercih eden adamın Selanik’den çıkması normal. Neyse… Bu adam öyle bir kudret sahibi ki, çağdaşları içinde dünyada tek! Eşi benzeri yok. Nasıl yok? Ihmm ıhmm! Yok işte. Mustafa Kamâl’ın İslam tarihi içinde değerlendirirsek eşi benzeri yok. Dünya tarihi açısından değerlendirirsek eşi benzeri yok! Kinaye var burda. Ehline malumdur. ?? Konunun ciddiyeti dağılmasın. Mustafa Kamâl subaylığı albaylığı derken Osmanlı zamanında da dahil olmak üzere bir çok savaşa katıldı. Zafer var mı? Bu azametli askerin savaşda başarı karnesi hep kırık! Sıfır! Zero! 0️⃣ Kamâl’in savaş karnesine bakalım:” savaşlarını kronolojik olarak ele alırsak:
1911 trablusgarp savaşı – ağır yenilgi alındı
1912 birinci balkan savaşı – ağır yenilgi alındı
1913 ikinci balkan savaşı – tüm balkanlarda kaybedilen topraklardan sadece edirne ve kırklareli alınabildi.
1915 çanakkale savaşı- faturası ağır bir müdafaa savaşı kazanıldı. (albaydı, çok etkisi olmadı zafere) fakat sonrasında çanakkale yine de geçildi yani zaferin anlamı olmadı.
1916 kafkas cephesi – ağır bir yenilgi yaşandı
1918 filistin cephesi – ağır bir yenilgi yaşandı
gelelim istiklal harbi’ne: (beyinsizler için not: ya da istiklal harbinin sonuçlarını şekillendiren cephelere)
ruslar – iç savaş yaşadıkları için savaştan çekildi
ermeniler – kazım karabekir paşa tarafından yenilgiye uğratıldı
el-cezire (ingilizler) – özdemir bey tarafından ciddi şekilde bozguna uğratıldılar, fakat birlikler boğazlara kaydırılınca ingilizler tekrar bölgeyi aldı.
kut’ul amare (ingilizler): halil paşa tarafından ingilizlere karşı kazanılan son taarruz savaşıdır.
güney (ingilizler-fransızlar):
antep – molla mehmet karayılan fransızları bozguna uğrattı
maraş – sütçü imam önderliğinde millet fransızları bozguna uğrattı
urfa – ali saip birlikleri fransızları bozguna uğrattı
batı cephesi:
yeni kurulan yunan devletinin ordularıyla savaş yapılmıştır.
önceleri tüm ege ve batı karadeniz yunanlılarca işgal edilmiş, inönü savaşlarında ise ismet inönü bu işgal hareketini sadece duraksatabilmiştir.
fevzi çakmak ve mustafa kemal’in ağır kayıplarla sakarya savaşını kazanması ve yunanlılardan itilaf devletlerinin desteğini çekmesi sonucu yunanlılar dağılmış ve ege’yi terketmişlerdir. bunun üzerine türk kuvvetleri bu toprakları tekrar almışlardır.
genele baktığımızda mustafa kemal’in tek başarısı çok sayıda subayın kaybedildiği yeni yunan devletinin ordusuna karşı kazanılan sakarya savaşı ve çanakkale’de yine ağır kayıplarla kazandığı müdafaa savaşıdır.(çanakkale harbinde etkisi yani ordu üzerinde emirleri ne kadar geçerliydi tartışılır. Yani oda emir altında bir askerdi.) bunun dışında katıldığı tüm savaşlardan yenilgiyle dönülmüştür.
güneyde asıl büyük güçlerle (fransızlar-ingilizler) ve doğuda (ruslar-ermeniler) ile başka komutanlar savaşıp zaferin büyüğünü kazanmışken batı cephesinde sadece yeni kurulmuş eğitimsiz yunan ordusuyla çarpışılmış neredeyse güçbela ve yunanlıların toprakları terk etmesi sayesinde zafer kazanılabilmiştir.(alıntıdır @caspeI2) ”
Ah Atam(!) Vah Atam(!) Şanın aldı yürüdü lakin gerçeklerinle bataklığa saplandın kaldın. Birde Filistin cephesinde 7. ordunun 8. ve 4. orduya ihaneti var. Bilin bakalım 7. Ordu komutanı kim?(?) Mustafa Kamâl (?) Filistinde olan biten hadiseleri alıntılıyalım:” Düşman Ordusu, 19 Eylül 1918’de Nablus güneyinde batıdan-doğuya doğru 8, 7 ve 4. Orduların savundukları mevzilere karşı büyük bir taarruz harekâtı başlatmıştır. M. Kemal’in başında bulunduğu 7. Ordunun kabul edilemez bir şekilde 8. ve 4. Ordulara haber vermeden ani bir surette geri çekilmesi, 8. ve 4. Orduların imhasına sebep olmuştur. Neticede Nablus Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu çatışmalarda; Mareşal Liman Von Sanders’in Yıldırım Ordular Grubu bozguna uğramış, Cevat Paşanın 8. Ordusuyla kuruluşundaki Albay Refet (Bele)’in 22.Kolordusu imha olmuş, M. Kemal’in 7.Ordusuyla kuruluşundaki Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) 20.Kolordusu ve Albay Ismet (Inönü)’in 3.Kolordusu ağır zayiat vermiştir.[1]
M. Kemal’in Şam’a 29 Eylül 1918 akşamı ulaştığı Osmanlı Başkomutanlık Kurmay Başkanlığına yolladığı rapordan anlaşılmaktadır.[2]
M. Kemal, 1 Ekim 1918’de Şam’ın düşmanın eline geçmesinden sonra, Şam-Rayak (Riyak) hattında savunmanın devam edemeyeceğini değerlendirerek, birliklerine Halep istikametinde çekilme emri verirken, Mareşal Liman Von Sanders ise bulunulan mevzilerde savunmaya devam edilmesini bildirir.[3] Ancak M. Kemal, Liman Von Sanders’in verdiği emrin altına: “Gördüm. Benim emrimden başka türlü hareket etmek mümkün değildir” şeklinde not yazmıştır.[4] Yani M. Kemal komutanın emrini dinlememiştir.
Kendi kafasına göre hareket eden M. Kemal, 5 Ekim 1918’de Halep’e gelmiş[5], 7 Ekim 1918’de Istanbul’daki bir arkadaşına barıştan başka yapılacak bir şey kalmadığını bildirmiştir.[6] Ekim sonuna doğru Karargâhını tren istasyonunun iki kilometre kadar kuzeyinde bulunan tepeye almış ve Halep şehrini boşaltmıştır.[7]
M. Kemal’in Filistin cephesinden ağır zayiat verip Şam’a (Riyak), Şam’dan Halep’e ve nihayet Halep’ten de kaçması takriben “40 gün” gibi kısa bir süreçte olmuştur.
Bu süreci General Allenby’nin yazdıklarından okuyalım…
General Allenby 7. ve 8. Orduların (7. Ordu M. Kemal’in Ordusu) çekilme yollarını süvari birlikleriyle tıkayarak her iki Orduyu da büyük ölçüde imha veya esir ettiğini savaş raporuna yazmıştır.
Işte General Allenby’nin 19-20 Eylül günleriyle ilgili yazdıkları:
“36 saat zarfında 8. Ordu’nun büyük kısmı mağlup edildi. 7. Ordu kıtaları da Samariye tepelerinden geri çekilmeye zorlandı. Piyadelerimiz geri çekilen düşmanı süratle takip ederek süvari kıtalarımızın arasına sürdü. Bunun sonucunda 7. ve 8. Türk orduları `bütün silah ve malzemeleriyle´ elimize düştü.”
Allenby 24 Eylül’de `kalan son birliklerin de esir alınarak´ her iki ordunun varlığına son verildiğini yazıyor. Toplam `57 bin esir´ alınmış, bunların 5.500’ü subaymış. Raporda 360 top ve üç Türk ordusunun (4., 7. ve 8. orduların) silah ve malzemelerinin ele geçirildiği de belirtiliyor.[8]
Ingiliz Ordusu Komutanı General Allenby, Şam’a kadar olan Türk Ordusunun harekatını da şöyle anlatmaktadır:
“Eylülün 26. günü, Şam’a doğru ileri harekete geçildiği zaman, 45.000 Türk ve Alman Şam’da veya Şam’a doğru çekilme halinde bulunuyordu. Bütün düşman birlikleri intizamlarını (düzgün dizilme) kaybetmekle beraber, kendilerine vakit kazandırıldığı takdirde ileri hareketimizi geciktirecek bir kuvvet meydana getirebilirlerdi. Fakat 4.Ordunun geri kalan kısmının imhasıyla, 20.000 kişinin esir alınması, buna imkân bırakmadı. Filistin ve Suriye’deki Türk Ordularının, 4.000’i silahlı olmak üzere 17.000’i bulan bakiyesi (geriye kalanı) her türlü teşkilattan, nakil (ulaştırma) vasıtalarından, hatta savunma için bile olsa, faaliyette bulunmaya elverişli her çeşit malzemeden yoksun bir insan kalabalığı halinde, kuzeye doğru kaçmaktaydı…” [9]
***
19 Eylül 1918’den 26 Ekim 1918 tarihine kadar geçen ve takriben`40 gün´ devam eden geri çekilme süresince verilen zayiat
19 Eylül 1918’de başlayan Nablus Meydan Muharebesi’nden itibaren, 26 Ekim 1918’de Halep kuzeyinde Katma’da yapılan son muharebeye kadar geçen ve takriben `40 gün´ devam eden geri çekilme süresince, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığının: `75.000 esir, 360 top, 800’den fazla makineli tüfek, 200 kamyon, 44 otomobil, 89 lokomotif, 468 yük ve yolcu vagonu´ zayiatı olmuştur.[10]
Bir “geri çekilme” sürecinde bu kadar zayiat verilir mi?
Birinci Cihan Harbi’nde esir düşenlerin sayısı 202 bin kadardır. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, en çok esiri, 75 bin kişiyle M. Kemal Paşa’nın kumanda ettiği Filistin cephesinde verdiğimizi yazmaktadır.[11]
Bu gelişmelere oldukça kızan Harbiye Nazırı Enver Paşa, Fevzi Paşa’ya “M. Kemal Paşa ordusunu bırakıp kaçmış, hemen kurşuna dizilmesi için emir vereceğim”[12] demiş ise de kısa bir süre sonra mütarekeye (Mondros) karar verildiğinden Enver Paşa ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı.[13]
Daha da garibi, M. Kemal bu hezimetten sonra Ingilizlerle barış yapmak istemektedir.
11-13 Ekim 1918’de Halep’ten Sultan Vahidettin’e çektiği “çok gizli” telgrafta şöyle diyordu padişahın yaveri Naci (Eldeniz) Bey adına gönderdiği telgrafta:
“Müttefiklerle olmadığı takdirde (Ingilizlerle) ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır.”[14]
Orijinali: “Müttefiken olmadığı takdirde (Ingilizlerle) münferiden behemahal sulhü takarrur ettirmek lazımdır ve bunun için fevt olunacak bir an dahi kalmamıştır.”
Yani, kimin hain olup olmadığına siz karar verin…
Ayrıca, kemalistlerin; “M. Kemal ne yapsın düşman çoktu” vs. gibi savunmalarına da bir cevap verelim. O cephede sadece Ingiliz birlikleri vardı… Hani ATA’nız 7 düveli yenmişti? Bir Ingiliz Ordusuna karşı mı galip gelemedi? Ayrıca Liman Von Sanders Paşa Alman olduğu halde altı buçuk ay nasıl dayanmış? M. Kemal elin Almanı kadar olamamış mı?
Enver Paşa, Alman Genelkurmay Başkanlığının komutayı değiştirmek istemesi üzerine, 27 Eylül 1918’de Yıldırım Orduları Kurmay Başkanı Kazım Paşaya (Diyarbakırlı), bir telgraf çekerek, Mareşal Liman Von Sanders’in durumunu sormuş, Kazım Paşa Enver Paşaya şu cevabı vermişti:
“Son çekilmeler (ricatlar) Liman Paşayı sarsmamıştır. Fakat çok üzgündür. Durumdan ümitsiz olmamak için elinden gelebilir her cehdi (çalışmayı) ve kuvveti sarf ediyor ve etmektedir. Egemenliğini, özellikle komutanları arasındaki saygılı mevkiini kaybetmemiştir. Sağlık durumu iyidir. Liman Paşanın değiştirilmesini lütfen kabul etmeyiniz. Vaktiyle devamlı bir ricat (geri çekilme) halinde bulunan bir ordunun emir ve komutasını verdiğiniz bu zat, kuvvetinin her halde on kat üstünde bulunan düşmanı altı buçuk ayönünde tutmuş ve sözü geçen orduyla düşmanın büyük küçük yirmi kadar saldırısını püskürtmüştür…“[15]
.
**********
.
KAYNAKLAR:
.
[1] Nablus Meydan Muharebesi, 19-21 Eylül 1918. Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, cild 4, Klasör 2, Sina-Filistin Cephesi, Kroki 55.
[2] Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu: Klasör 3705, Dosya 28, Fihrist 21;21-1.
Ayrıca bakınız; Şükrü Mahmut Nedim, Filistin Savaşı, 1914-1918, çev. Abdullah Es, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1995, sayfa 157, 158.
– Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılabı Tarihi, 1914-1918 Genel Savaşı, Bunların Siyasal Tepkileri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1957, cild 3, Klasör 3, sayfa 456, 457.
[3] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Pozitif Yayınları, Istanbul 2004, sayfa 121.
[4] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, cild 1 , 4. baskı, Burçak Yayınevi, Istanbul 1968, sayfa 29.
Ayrıca bakınız; Yusuf Hikmet Bayur, Türk Inkılabı Tarihi, 1914-1918 Genel Savaşı, Bunların Siyasal Tepkileri, Türk Tarih Kurumu Yayını, cild 3, Klasör 3, Ankara 1957, sayfa 461.
[5] Necati Çankaya, Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri, Tifduruk Matbaası, Ankara 1995, sayfa 22.
Ayrıca bakınız; Vamik D. Volkan ve Norman Itzkowitz, Ölümsüz Atatürk, Bağlam Yayınları, Ankara 1998, sayfa 152.
[6] Murat Bardakçı, M. Kemal’in Kaleminden: Orta Doğu’yu nasıl kaybettik?, Hürriyet gazetesi, 12 Ocak 2003, sayfa 18.
[7] Ayfer Özçelik, Ali Fuat Cebesoy Hayatı ve Faaliyetleri, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü, 1989, sayfa 119.
Ayrıca bakınız; Güngör Cebecioğlu, Atatürk ve Güney Cephelerimiz, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü, 1991, sayfa 56.
Ve bu hususta diğer kaynaklar: Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, Burçak Yayınevi, 1968, sayfa 352.
– H.C. Armstrong, Bozkurt, Kemal Atatürk’ün Yaşamı, 5. baskı, Çev. Gül Çağalı Güven, Arba Yayınları, Istanbul 1997, sayfa 75, 76.
– Ismail Hilmi Danişmend, Izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1955, cild 4, sayfa 449, 450.
– Kemal Arı, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997, sayfa 391.
– Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, çev. Necdet Sander, 14. baskı, Altın Kitaplar Yayınları, Istanbul 2003, sayfa 157.
[8] General Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti. Aktaran: Mustafa Armağan.
[9] Sabahattin Selek, Ismet Inönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985, cild 1, sayfa 27.
[10] Sabahattin Selek, Anadolu Ihtilali, Istanbul, Burçak Yayınevi, 1968 cild 1, sayfa 31.
[11] Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı’nın Çöküşü, Timaş Yayınları, Istanbul 2014, sayfa 76.
[12] Murat Sertoğlu, Mareşal Çakmak’ın Hatıraları, Hürriyet Gazetesi, sayfa 3, 11 Nisan 1975.
[13] Dr. Hasan Gümüşoğlu, Intikalinden Ilgasına Osmanlı’da Hilafet, Kayıhan Yayınları, Istanbul 2011, sayfa 260.
[14] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 2, Istanbul 2003, Kaynak Yayınları, sayfa 232.
[15] Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Ikinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı, 1908-1918, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996, cild 9, sayfa 538, 539.”
Bugün bu yazıyı yazmamın sebebi Mustafa Kamâl’in savaş ve streji başarısızlıkları değil! Bizler ALLAH’ın izniyle devletimizi devam ettirirdik. Bunda beis yok. Zaten hakiki belgeler Kamâl’in yaptıklarına rağmen zor bela bu ufacık toprak parçasına tutunmuş olmamızı ispat ediyor. Osmanlıya ihanet edenlerin listesi tutulsa, top 10’da liste başına Kamâl paşayı yazın derim. İslam tarihi boyunca İslam dinine vurmak isteyenlerin liste başıdır. 2. Teymiye ?. Yapılan inkilaplara gelmek istiyorum. 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs gibi resmi merasimleri kutlamanın nereleri incittiğini söylemek istiyorum. Bu yazıyı okuyan Kamâlci grup illaki söveceklerdir. İnsan sevdiği insana olan muhabbetini aşırılığa götürdü mü, işler sarpa sarmaya başlar. İçlerinde ruhi boşluklarını onunla doldurmak isteyebilirler. ALLAH’dan uzaklaşan adam saçmalar. Mustafa Kamâl’a önceki bazı yazılarımda gayri müslim dediğim için eleştiren oldu. İslamda iman-ı yeis otoritesi vardır. Bu adamın amelleri ve sözleri islamdan olmadığı gibi islamında aleyhine. Bu adama nasıl islam diyeceğiz? İman-ı Yeis muteber midir? Ey İhvanı Din! Ölürlen iman eden kimsenin imanı mutebermidir? Değildir! Delilimiz Firavin’dir. Firavn boğulacağını anlayınca iman ettim dedi lakin bu kabul görmedi. Ölüm darlığı ve korkusuyla iman etti. Efendimiz (sav) insanları ikaz etmiş, yaşadıkları hayata dikkat çekmiş ve buyurmuş ki:
– Bir ömrü nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz! Nasıl yaşarsan öyle ölürsün. Kamal nasıl yaşadı ki islam ölsün? Sen islam harflerini yasak ediceksin, Halife’yi kovacak ve makamı bitireceksin, kadınları ve kızları soyacaksın, ALLAH demek yasak olacak, Ezan okumayı yasak ediceksin, İslam ahkâmını anlamak için kullanılan arapçayı yasaklıyacaksın, camileri ahıra çevireceksin, kapatıcaksın, yıkacaksın, meyhaneye dönüştüreceksin ve yıkıp arsasını satıcaksın, hocaları çeşitli bahanelerle asıcan, hapsedicen sindireceksin, İslam yaşayanlara çeşitli eziyetler yapacaksın, kendini ilahlaştıranlara ses etmiceksin(sükut ikrardandır), Kuranı Kerimi, namazı, ibadeti aslından koparıp dil safsatası yüzünden Türkçe yaptırmaya kalkışacaksın ve islam olacaksın!!!! Fe’SübhanALLAH!!! İslam ne güzel bir din ki, ne kadar sövsen, bozsan seni bırakmıyor. Yazık! Bu adama müslüman diyen mürted olur! İmanın şartıdır “Mümini mümin bilmek, kafiri kafir bilmek. Bir mümin kafire mümin derse kafir olur. Bir mümin bir mümine kafir derse kafir olur.” Sahih, sarih, öz bilgi. Mustafa Kamâl İslam’ı baltalamaya çalışan tarihdeki ender kafirlerden biridir. Şeyh Abdülhamid Keşk Kamal için şu ifadeleri kullandı:”Kemal Atatürk öyle biri ki İslam dini için, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’ten daha büyük tehlike ve daha şiddetli bir tehdit olarak tabir edilmiştir. Evet ALLAH’a yemin olsun Ebu Cehil ve Ebu leheb Türkiye’de ki Kemal Atatürk kadar İslam’la savaşmadı, İslam’a karşı onun kadar harb etmedi.” Lozan safsatası imza edildikden sonra, dışarıya karşı bitirilen harbler, içerde başladı. Çok tuhafdır ki, savaş için hocalardan fetvalar isteyen ve onları hiç yanından ayırmıyan Kamal, lozan sonrası İslam’a harb ilan etti. Astı kesti ne dediyse yaptırdı. Hocaları bir deliğe tıktı. Çoğunu öldürdü. Şimdi bir Sinan Meydan var, hararetli arkadaş(!), “Ben baktım, ben buldum, öyle değil böyle, böyle değil öyle” gibi lafızlarla güya putuna müdafilik yapıyor. Olmadı Sinan efendi! Bu millet bu miti yıkıcak artık. Bu konu çok uzucak. Bu yazının sebebi bu küfür günlerini kutlamamanız içindir. İnkilaplar İslam’ın aleyhinedir. Bunu hiç sevmediğim Doğu Perinçek söyler. Aziz Nesin söyler. Gerçek müslüman, şuurlu müslüman din düşmanlarını sevmez. Sevemez! Severse imanında var sıkıntı! İki zıt bir kalpde durmaz. Bir insan iman ettiği ALLAH’la, onun düşmanlarını aynı kalbe sokamaz. Eğer ikisini bir kalbe sokuyorsa, ya yalan söylüyor, yada ahmaktır.(Aziz Nesin) Bu küfür günlerini, İslam’ı baltalamaya çalışan kafirlerin uydurduğu günlerdir. Bugünlere sıcaklık göstermek dahi caiz değildir. Buğz etmek zorudasınız. Bir müslüman ben müslümanım diyorsa “Hubbi fillah, Buğdi fillah” demek zorunda!!! Kamal ve tayfası ve bütün islam düşmanlarına buğz etmek zorundasınız. Bu imanın şartıdır. Bu değişmez bir kanundur. Bugünlerin kutlanması, İslam ahkamını dünya üzerinden kaldıranların neşesiyledir. İslam ahkamını kaldıranların neşesine ortak olan, yarın cehennemde ateşine de ortak olur. ALLAH lanet etsin! ALLAH bu kafirlerden bu müslümanların haklarını sorsun, soracakda! ALLAH’ın terazisi asla şaşmaz! ALLAH ve tekaddes hazretleri, Habibi hürmetine bizleride affeylesin, idrâkimize bereket versin, çoğaltsın! İdrâkin önemi çok mühim. Adam iman ediyor ama İslam’ı idrak edemiyor. İslam’ın gücünü idrâk edemiyor. İdrâk edemeyincede yanlışlar içinde çırpınıyor, bunuda imtihan sanıyor. Osmanlıya ihanet edenler İslam’a ihanet ettiler. İslam’a ihanet edenler Peygamberimizin(sav) davasına ihanet ettiler. Peygamberimizin (sav) davasına ihanet edenler, bütün ümmeti Muhammed’e ihanet ettiler. Bütün birikimlere ihanet ettiler. Şehidlere, gazilere, Padişahlara, askerlere, İslam gayretiyle hizmet eden herkese ihanet ettiler. İslam şerefli insanların taşıyabileceği bir mücevherdir. İslam sakat kafada, kararmış kalpte mekan tutmaz. İslam insanları yüceltir. İslam’ın insanların hizmetine ihtiyacı yoktur, insanların İslam’a hizmet etme ihtiyacı vardır. Çünkü, Rıza-i İlah’i burda gizlidir! İslam’a savaş açanlar düşmanımızdır. ALLAH’ın düşmanıdır. Zamanın şartları neye uygunsa ona göre savaşacaksınız. Bundan önce kılıçlaysa, bugün ilimle! İslam’ı yıkma projeleri içerisinde bulunan tv hocalarıda, Kamal’dan aşşşağı kalır değildir! Bu sözlerimle kimleri işaret ettiğimi anladınız. Anlıyorsunuz. Delilli ispatlarla Peygamberin yolundan, sünnetinden şaşmış adamları ilan ettiğimiz halde, hala inatla devam edenler var. Bu iş size oyuncak gibi geliyor galiba. Kamal aleni şekilde İslam’ı baltalarken, bunlar gizli bir şekilde itikadınızı bozuyor. İkaz ettim dilim döndüğünce. Buna ALLAH şahit, Kiramen Katibin şahit, arkadaşlarım şahit ve takip eden müslümanlar şahit! Benim üzerimden vebalin kalkmasını ALLAH’dan niyaz ediyorum. Anlamamağa gayret eden arkadaşlara da dua ediyorum. İdrâk dedik ya, ALLAH idrakimizi çoğaltsın. ALLAH’in bize verdiği ömürle Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat akidesine hizmet etmeyi nasip eylesin. Şaşmaz ve temiz tek İslam’a‼️ Ne teymiyeciler, be vehhabiler, ne şiiler, ne mutezile, be fatimi, be ismaili, ne kadıya, ne şu ne de bu!!! İslam’ın gerçek merkezi Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’tir. Ne kamal ne de bugünki fitnebazlar, ALLAH’ın nurunu söndüremedi söndüreyecek! ALLAH nurunu tamamlıyor. Kamal’ın onca yaptığına karşı herşey zıttına işaret etti ve gerçekleşti. Dünya İslam’a gebe! ALLAH dinini tüm dünyanın cani dediği adama muhafaza ettirirde, İdraki olmayan müslüman bunu anlamaz. Elhamdülillah. ALLAH azze vecel hazretleri bizleri doğru yola iletsin. Peygamber efendimizin davasına sımsıkı tutanlardan eylesin. Öyle Hadis yok, geçmiştekiler hatalı, sünnet nedir Kuran yeter diyen şaklabanların şerrinden de bu islam cemiyetimizi muhafaza etsin. Kamal’ın İslam’ı bitirdiğine inanan insanların kutladıkları bu şer günleri, Tevbe istiğfar ile geçirin. Hakkınızı helal edin. Konular birbirinden koptu. Bu mesele bir makaleyle hallolcak meseleler değil. Ciltler dolusu kitaplarla ancak olur. ALLAH idrâkimizi artırsın, izan versin, islam şuuru versin ve hissiyatımızı diri tutsun. İslam düşmanlarının oyunlarına gelmeyin. Selametle….