“Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür”
Yel değirmenlerine saldıran donkişotlar misali, kendilerini mezheb imamlarından üstün görüp onların kurdukları sistemleri yıkma gayretinde olan çakma müçtehidler, dîne hizmet iddiasıyla aslında dinî bir müesseseyi tahrip etmeye çalışmaktadırlar. Böylece hem kendilerini, hem de kendilerine tâbi olanları helâke sürüklemektedirler.
Sizlerin de malumu olduğu üzere, Mezhebsizlik, Dinsizliğin Köprüsüdür? cümlesi, yirminci yüzyılda yetişmiş en büyük âlimlerden olan, merhûm Muhammed Zâhid el-Kevserî’ ye aittir ve bu hikmetli söz, onun “Makâlât” kitabında yer alan bir makâlesinin başlığıdır.
Zâhid el-Kevserî bu sözüyle mezhebsizliği, dinsizliğe giden bir köprü olarak telâkki etmiştir.
Zâhid el-Kevserî bu sözüyle mezhebsizliği, dinsizliğe giden bir köprü olarak telâkki etmiştir. Evet dinsizlik dememiştir lakin, hiçbir mezhebi kabul etmemenin, insanı böyle bir âkıbete sürüklediğine de işaret etmiştir.
Çünkü Mezheb; Dinî bir hüküm koymanın, içtihadda bulunup fetvâ vermenin bir kuralı ve sistemidir. Yani mezheb demek, ilmî bir metod ve sistem demektir; mezhebsizlik ise kuralsızlık ve metotsuzluktur. Bir kurala ve kâideye uymadan yapılan işler ise, karışıklığa ve yanlışlığa düşmeye mahkûmdur.
Dolayısıyla mezheb tanımayan tâifenin, Din hakkında söyledikleri sözler ve ileri sürdükleri hükümler, daha başından yanlıştır ve bâtıldır.
Yel değirmenlerine saldıran donkişotlar misali, kendilerini mezheb imamlarından üstün görüp onların kurdukları sistemleri yıkma gayretinde olan çakma müçtehidler, dîne hizmet iddiasıyla aslında dinî bir müesseseyi tahrip etmeye çalışmaktadırlar. Böylece hem kendilerini, hem de kendilerine tâbi olanları helâke sürüklemektedirler.
Bu konu, yani mezhebsizlik konusu çok önemlidir ve üzerinde ehemmiyetle durulması gerekir.
Çünkü bu mesele itikâda taalluk eder, itikâdı bozuk olanın da ibâdetleri boşa gider.
Onun için her Müslüman, bu mezhebsizlik fitnesine karşı azamî derecede uyanık olmalı ve Ehl-i Sünnet itikâdından zerre kadar ayrılmamalıdır.
Bu tür akımlara kapılmamak ve böyle fitnelere düşmemek için, öncelikle bu mezhebsizleri, bu gayri samimi gürûhu iyi tanımak ve bilmek gerekir ki, onların oyunlarına gelinmesin ve tuzaklarına düşülmesin… Bunların, aşağı yukarı hemen hepsinde görülen bazı belirgin özellikleri vardır.
Mesela bunlar;
1- Peygamber Efendimiz’ in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mezhebi mi vardı? Yoktu, o halde mezhebler bid’attir? diye muğâlata yaparak, zihinleri bulandırmaya çalışırlar.
Halbuki Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur´an-ı Kerim de, tek bir mushaf halinde baştan sona yazılmamıştı, daha sonra mushaf haline getirilip çoğaltıldı.
Peygamber Efendimiz?in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında yoktu diye, mushafa da bidat denilebilir mi?
Mezheblere gerek olmadığı iddialarını güçlendirmek için; Resülüllah hangi mezhebtendi? demek; filan komutan hangi bölüğün askeridir? demek gibi bir şeydir. Tabiri câizse, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Genelkurmay başkanıdır, ordunun en başındaki isimdir.
Durum böyle olunca, Genelkurmay başkanı hangi ordunun subayı veya askeridir? diye sorulabilir mi?
Bu misalden hareketle, mezheb imamlarını kuvvet komutanları, onların mezhebine tâbi olanları da, o komutanlığa bağlı askerler gibi düşünebiliriz.
Dolayısıyla, Resûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in mezhebi yoktu, onun için bizimde yok; tavrıyla, mezhebleri ve mezheb imamlarını kabul etmeyenler, yoksa kendilerini Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) gibi mi zannediyorlar? Bunun, bir askerin, kendisini kuvvet komutanı veya Genelkurmay başkanı gibi görmesinden hiçbir farkı yoktur.
İşte bu şizofrenik durumun nasıl ki ciddiye alınacak tarafı yoksa, mezhebsizliği savunanlarında ciddiye alınacak hiçbir tarafı yoktur.
Mezhebsizlerin özelliklerinden hatırımıza gelenlerden bazılarını sıralayıp, onları tanımaya devam edelim.
Bunlar “Mezheb taassubu” tabirini çok kullanırlar. İçtihad kapısı açık? diyerek, yanlış görüşlerini içtihad gibi takdim ederler.
2- Mezhebleri birleştirmeye kalkıp, hangi mezhebteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.
3- Peygamberden, evliyâdan yardım istemek şirktir? derler,
4- Tevessülü inkar ederler.
5- Şefaati kabul etmezler.
6- Ölüye duâ fayda vermez? derler. 7- Kabir suâlini, kabir azâbını inkâr ederler.
8- Kuran bize yeter? diyerek, Sünnet kabul etmezler.
Yel değirmenlerine saldıran donkişotlar misali, kendilerini mezheb imamlarından üstün görüp onların kurdukları sistemleri yıkma gayretinde olan çakma müçtehidler, dîne hizmet iddiasıyla aslında dinî bir müesseseyi tahrip etmeye çalışmaktadırlar.
Böylece hem kendilerini, hem de kendilerine tâbi olanları helâke sürüklemektedirler.
9- Bir kısmı Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ‘in mîrâcını, bir kısmı da mûcizeleri ve kerâmeti inkâr ederken, diğer bir kısmı ise Ashâb-ı Kirâm?ın çoğunu kötüleyip, sebbeder (söğer)ler.
10- Cennete girmek için Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ e inanmak şart değil? diyerek, Hıristiyan ve Yahudiler?in de Cennete gireceği iddiasında bulunurlar.
11- İşlerine gelmeyen birçok Hadîs-i Şerife, uydurma damgasını vururlar.
12- Asırladır tüm İslam âleminde kitapları okutulan, fetvâları kabul gören ve müslümanların daima baştâcı ettiği mezheb imamları başta olmak üzere, pek çok hakîki İslâm âliminin aleyhinde fütursuzca konuşurlar.
Ama mason Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza gibi, daha dünkü ve tartışmalı isimlerden övgüyle söz ederler.
Mezhebsizlerin bunun gibi, daha pek çok tutarsız ve delilsiz iddiaları vardır lakin, başlıcaları bunlardır.
Rabbim itikatlarımızı muhafaza buyursun, bu tehlikeli tâifenin şerrinden cümlemizi emin eylesin.
Meseleyi anlatırken buna genel olarak” mezhebsizlik” diyoruz, ama aslında “Mezhebsizlik” diye bir şey yoktur.
Zira mevcut mezheblerden herhangi birini kabul etmeyenlerin dahi bir mezhebleri olmak zorundadır. Bu, ya yeni bir mezhebtir, ya da mevcut mezheblerin içtihadlarından toplanmış karma bir oluşumdur.
İşte bizim burada ağırlıklı olarak bahsettiğimiz ?Mezhebsizlik? budur.
Hem hiç bir mezhebi tanımayıp, hem de mezheblerin hükümleri arasından birtakım hükümleri alarak, karmakarışık bir mezheb oluşturmaktır. Buna da “telfik” denir ki, telfîk ittifakla bâtıldır.
Peki nedir Telfîk?
İki veya daha fazla mezhebin birbirine zıt olan hükümlerini, belli bir hâdisede bir araya toplayarak, yeni bir uygulama şekli ortaya koymaktır.
Bu duruma Dinî nikah akdinden misal verecek olursak: Hanefî mezhebinde, bir kadının nikah akdinin sahih olması için velisinin izni şart değildir. Ama diğer mezheblerde velinin izni şarttır. Malikî mezhebinde, şahitlerin nikah akdinde hazır olmaları şart değildir. Fakat diğer mezheblerde şarttır.
Mehir konusu ise; Şafiî ve Hanefî mezhebinde nikah akdi yapılırken mehrin zikredilmesi şart değildir, ama Malikîlerde bu şarttır.
Şimdi, nikah yapacak olan erkek ve kadın, bu dört mezhebin işlerine gelen hükümlerini alarak; kızın velisinden izin almadan, şahit olmadan ve mehir zikretmeden nikah akdi yapacak olsalar, bu nikah geçersizdir. Bu hüküm, bir nevi zina edebilmek için takdir edilen bir meşrûiyet kılıfıdır.
Çünkü dört mezhebin birbirine zıt olan hükümleri, nikah işinde toplanmış ve mezheblerin hiç birine uyulmamıştır.
Yani bu durum; ineğin başını, filin hortumunu, devenin gövdesini alıp, hilkât garîbesi bir hayvan meydana getirmeye benziyor.
Bunlar güya mezheb kabul etmiyorlar, ama hangi mezhebin hükmü işlerine geliyorsa, o hükmü alıp ona göre hareket ediyorlar. Bu ne perhiz, bu ne turşu?
Meseleyi daha iyi anlamak için basit bir misal daha verecek olursak; malumunuz Hanefî mezhebinde kan akması abdesti bozar, Şâfiî mezhebinde ise bozmaz. Kadın elinin erkeğe değmesiyle Şâfiî mezhebinde abdest bozulur, Hanefî mezhebinde ise bozulmaz.
Şimdi, bir kimse abdestliyken bir yeri kanadığında, Şâfiî mezhebine göre abdestli sayılırım; diyerek namaz kılsa, ama biraz sonra da hanımının elinden tutsa ve bu sefer de Hanefî mezhebine göre abdestli sayılırım? dese, bu câiz olmaz.
Peki kendi mezhebimizden başka bir mezhebe hiçbir zaman uyamaz mıyız? derseniz, elbette uyabiliriz.
Mezhebler bizim için rahmettir. Bir kimse zarûret ve ihtiyaç olunca, diğer üç mezhebden birini taklid edip, ona uyabilir. Fakat bu durumda şuna dikkat etmek lazımdır; bir işi bir mezhebe göre yaparken, o mezhebin, bu işin sahîh olması için bildirdiği şartlar nelerse, bunların hepsini yapmak lâzımdır.
Bu şartlardan biri yapılmazsa, o iş sahîh olmaz. Bir ibâdeti yaparken bir kısmını şu mezhebe göre, diğer kısmını da başka mezhebe göre yapmak, aslında mezheb imamlarını câhil menzilesine indirmektir.
Şöyle ki; mezheblerden istediği hükmü alıp, karma bir hüküm ortaya çıkaranlar, filhakîka şu meselede şu imamın söyledikleri doğru, diğerleri yanlış. Bu meselede ise falan imamın içtihadı doğru, diğerlerinki yanlış.? demek istemiş oluyorlar.
Bir nevi, mezheb imamlarını karşılarına oturtup, hangisinin içtihadlarının doğru, hangisinin yanlış olduğuna bunlar karar vermiş oluyorlar. Bu ne büyük bir haddi aşmak, ne büyük bir kendini bilmezliktir.
Mezheb imamlarının her biri ayrı bir usül ve metoda göre, Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkartıp ortaya koymuşlarken, bu mezhebsiz tâife hangi ilmîliği ispatlanmış bir metoda göre, filan mezhebin şu hükmü yanlış, bu hükmü doğru? diyebiliyorlar.
Fütursuzca selef âlimlerini ve mezhebleri karalayan, mezhebsizlik mezhebine mensup bu gayr-i samîmi güruh, “bence” diyerek söze başlayıp, bu güne dek gelmiş geçmiş pek çok Ehl-i Sünnet âliminin söylediklerini, yazdıklarını rafa kaldırmaya çalışıyorlar.
Aslında böyle bir tavırla mezhebleri reddetmek, mezheblerin üzerine oturduğu
Kur’an ve Sünnet telâkkisini de reddetmek anlamına gelir ki bu, Muhammed Zâhid el-Kevserî ‘nin ifade ettiği gibi, insanı dinsizliğe götürür neûzübillah?
Kim ne derse desin dört mezhebin imamı olan, ilmin ve takvânın zirvesindeki o dev şahsiyetler;
Allahın rızasını gözeterek gecelerini gündüzlerine katmışlar, on binlerce meseleyi Kur’an ve Sünnet ışığında çözüp, dinî hükümleri ortaya koymuşladır.
Bir Müslüman bu mezheblerden hangisine uyarsa uysun, hak bir mezhebe intisab etmiş ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ‘ in yolundan yürümüş olur.
Huccetül-İslâm İmâm-ı Gazâlî dahil pek çok ulemâ, uygun gördükleri bu dört hak mezhebten birine girmiş ve o mezhebin hükümleri mûcibince amel etmişlerdir.
Hâl böyleyken, enâniyetleri kendilerini istilâ etmiş günümüz çakma müçtehidlerine kanıp, mezheb düşmanlarının safında yer alanlara da, acımaktan ve duâ etmekten başka yapacak bir şey yoktur.
Mevlâ Teâlâ, Ehl-i Sünnete ve Ehl-i Sünnet âlimlerine, her dâim pervasızca saldıran bu şaşkınlar şürekâsının fitnesinden cümlemizi muhafaza buyursun. Ehli Sünnet itikadından bizleri zerre kadar ayırmasın. Selâm hidâyete tâbi olanlara?
[Sevda-ı Âz’âm]