Avrupayla alakalı son günlerin siyasi bunalımları, Avrupa’nın bizden korktuğunu ve titrediği izlenimi verdi! Bu hikaye! Buna inanmak gerçeklekden uzaklaşmakdır. Avrupa Osmanlı dirilecek diye korkar. Bu gerçekliği olan bir bilgidir. Ama Türkiye’den bir Osmanlı çıkarmı? Bu tartışmaya açık bir mevzu. Avrupa hangi Osmanlı’dan korkuyordu? Avrupa’nın Osmanlı’dan korkutuğu zamanlarda, Avrupa’nın iç ve dış, maddi ve manevi durumu neydi? Osmanlı’nın Avrupa’yı korkuttuğu zamanlar durumu neydi? Bunları iyi tahlil etmek lzım. Avrupa düşmanına karşı güzel hazırlık yaptı. Maddi ve manevi! 300 senedir hazırladıkları planları var. Türk milletinin içini dışını ezberlediler. Reflekslerini, psikolojilerini, kırmızı çizgilerini ve zekalarını iyi araştırdılar. Onları nasıl boyunduruk altına alıcaklarını biliyorlar. Osmanlı Devleti 1299(Abdülhamid Han zamanında resmi kuruluş 1300 sayılmıştır.)’da Söğüt’te kurulmuştur. Osman Gazi cengaverdir ve maneviyatıyla herkesin dikkatini çekmiştir. Ondan ve soyundan ALLAH razi olsun. Osman Gazi ve kumandanları devlet olma bilinciyle, en önemlisi ilayi kkelimetullah davasıyla diyar-ı Rum’a seferler düzenlediler. Her kapıdan zaferle döndüler. Osman Gazi cihadın faziletini bildiği gibi, adaletle devlrt yönetmeninde bilincindeydi! Meşhur bir sözğ vardır:” Bir yeri elde tutmak, orayı fethetmekden zordur.” Osmanlı Devletinin iskan siyaseti ve adaleti dillere destandır. Bir toprak parçası, üzerinde yaşayan karma toplumları dahi adilane yönettiğin müddetce senindir. Osmanlı adil olmasaydı, bu öncelikle ALLAH tarafından hoş karşılanmaz ve devlet yıkılırdı. Bu konu mühim. Hz. Ömer Efendimizin bu konuyu özetleyen çok mühim bir sözü var:” Adalet mülkün temelidir.” Adalet yoksa elinde ki mülk kayar gider. Osman Gazi ve oğulları, bu sözü referans alarak adaletle yüzyıllar boyunca, ALLAH için hükmettiler. ALLAH hepsinden razi olsun. Orhan Gazi babasından devraldığı sancak-ı şerif’i islami usülle taşımaya devam etti. Murad Hüdavendigar hazretleri de aynı şekilde devam etti. Öyleki, kendisi savaş meydanın şehid olan tek Padişahdır! Duası kabul edilen padişah.
Murat Hüdavendigar, Kosova’ya geldiğinde, düşman ordusunun kendi ordusundan kat kat üstün olduğunu, arazinin son derece rüzgarlı ve tozlu, rüzgarın da düşman tarafından estiğini görür. Bu iki mahzuru, askerlere ve kumandanlara sezdirmez. O gece sultanın gözüne uyku girmemiş, sabaha kadar ibadet etmiş, gözyaşları dökmüş, İslam ordusunun küffar karşısında muzaffer olması için Cenab-ı Hakk’a şu şekilde niyaz etmişti: ”Ya İlahi! Mevlam! Bunca kere hazretin duamı kabul ettin. Beni mahrum etmedin. Ne olur gene duamı kabul eyle! Bir yağmur verip, bu zulümatı ve gubarı (tozu) def edip alemi nurani kıl, ta ki kafir askerini rahat görüp, yüz yüze cenk edeyim! Ya İlahi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahi bir aciz kulunum. Benim fikrimi ve esrarımı sen bilirsin. Mülk ve mal benim maksadım değildir. Hemen halis ve muhlis senin rızanı isterim. Ya Rabbi! Beni bu Müslümanlara kurban eyle! Tek bu mü’minleri küffar elinde mağlup edip helak eyleme! Ya İlahi! Bunca nüfusun katline beni sebep eyleme! Bunları mansur ve muzaffer eyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Tek sen kabul eyle! Asakir-i İslam için teslim-i ruha razıyım. Tek bu mü’minler ruhuna benim ruhumu feda kıl! Evvel beni gazi kıldın, ahir şehadeti nasip kıl! Amin!” Sultan Murad Han’ın bu duasından çok geçmeden rahmet bulutları gelip Kosova sahrası üzerine boşandılar. Rüzgar dindi, toz sindi, göğün yüzü açıldı. büyük bir muharebeden sonra Allahü Teala’nın yardımı ile Osmanlı askerleri, Haçlıları perişan etti, düşman kaçmaya başladı. Bu büyük zafer üzerine Sultan Murat Han, Rabb’ine şükretti. Gaza meydanında dolaşırken sinsi bir saldırı sonunda ağır bir yara aldı. Duasının kabul olduğunu görmenin huzuruyla birkaç saat sonra şehadet şerbetini içti.
ALLAH rahmet eylesin. Osman oğullarının manevi düsturları, en şedid solcu tarihçilerin bile dikkatinden kaçmaz ve bazı gerçekleri kabul etmeselerde yazmak zorunda kalmışlardır. Osman oğulları kendilerini ALLAH yoluna kurban eden güzide bir soydur. Hepside adaletle hükmetmiş, hatalar hemen telafi edilmiş ve adalet yerine teslim edilmiştir. Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed, II. Murad Han… II. Murad Han zamanında, adaletine hayran kalınan Osmanlı Devletine Kırıkkale civari ilhak olmuştur. Savaşsız ve kansız. Buna nice örnekler vardır. Adaletli olduğun vakit asaletinde oluyor. ALLAH adildir, adil olanıda sever. Gelelim Fatih Sultan Mehmed hazretlerine. Devletin hangi temeller üzerine bina edildiğine dair güzel bir sözü vardır:”Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.” Devletin ölmesini istemiyorsan adil olacaksın. Haklının hakkını vericeksin. Fatih Sultan Mehmed’le Rum mimar İpsilanti Efendi’nin duruşması Osmanlı Devletindeki adalet sisteminin, Padişahlar üzerindeki gücüne rn büyük kanıttır. Fatih Sultan Mehmed, adını taşıyan camiin inşaatında kullanılacak
mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan İpsilanti Efendi’ye kızıp
elini kestirir Bunun üzerine İpsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı
Hızır Çelebi’ye başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının
Padişah’tan alınmasını ister.Kadı, Padişah’ı çağırtır. Padişah
girdiğinde İpsilanti Efendi dâvâcı makamında ayakta durmaktadır.
Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi
kükrer:”Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın, (beyim, davacı ile
hukuk önünde yüzleşeceksin) ayağa kalk!”Padişah kalkar. Kendisini
savunması istenince hata ettiğini belirtir. Kadı Efendi “Kısasa kısas”
hükmünü verir: Hüküm gereğince Padişahın da eli
kesilecektir.Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalmışlardır.
Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar
alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti Efendi’nin eli, ayağı titremeye
başlamıştır. Aklı başına gelir gibi olunca kendisini Padişahın
ayaklarına atar.”Dâvâmdan vazgeçtim. İslâm adâletinin büyüklüğü
karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar
lânetlenmeyi göze alamam.”Fatih’in eli kesilmekten kurtulur. Ama
tazminat ödemeye mahkûm olur. Kestirdiği elin diyetini şahsî gelirinden
öder. Ayrıca bir de ev verir.Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra,
Padişah, Kadıya döner:”Bak a Hızır Çelebi, bu padişahtır deyu iltimas
eyleseydin, şer’i şerife mugayır hüküm verseydin şu kılıçla başını
koparırdım.”Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırır, minderin altında
duran demir topuzu Padişaha gösterir:”Siz de padişahlığınıza mağruren
hükmü tanımasaydınız billahi bu topuzla başınızı ezerdim.” (Bu vukuat
“Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”nin Millet Kütüphanesindeki Emiri
koleksiyonunda bulunan yazma nüshanın birinci cildinin 36. sayfasında
detaylı biçimde, ayrıca Abdurrahman Adil’in “Hâdisat-ı Hukukiyye”
isimli eserinin 1923’te yayınlanan 12. cüzünün 185-186. sayfalarında
özet olarak mevcuttur)İkinci örnek yine Fatih’den: Macar milli
kahramanı Jan Hunyad’ın (Hunyadi-Janos), Sırbistan’ı işgal edip bütün
Ortodoks kiliselerini yıkacağını söylemesi üzerine büyük bir korkuya
kapılan Sırplı yöneticiler Fatih Sultan Mehmed’e bir heyet gönderdiler.
Heyet, Fatih’e şu teklifte bulundu:”Hunyad bizi ve inancımızı yok etmek
istiyor, lütfen ülkemizi siz feth edin, bizi Hunyad’ın zulmünden
kurtarın.”Fatih “Tamam” dedi. Ancak heyetin içinde az da olsa bir
endişe kalmıştı. Heyet Başkanı bunu Padişah’a açtı: “Gerçi
adaletinizden ve müsamahanızdan eminiz, ancak kiliselerimizi
yıkmayacağınızı ağzınızdan duyarsak, daha mutlu döneceğiz.”Fatih Sultan
Mehmed, şu mealde cümlelerle Sırp önderleri rahatlattı:”İnşallah
Sırbistan’a hakim olduğumuzda, camiler yaptıracağız, ancak
kiliselerinize dokunmayacağız. Siz nerede bir cami görürseniz yanına
kilise yaptırabilirsiniz. Hatta duvarını bitiştirebilirsiniz de…
Bizim dinimiz işte böyle bir dindir.” (İ. Hami Danişmend, Tarihi
Hakikatler, c. 1, s.501-502, İstanbul 1979, Tercüman Yayınları) Adalet timsalı Osmanlı buydu. Osmanlının bileğinin bükülmemesinin sebebi maneviyat ve adalettir. Osmanlı devlet üç sac ayapı üzerine kurulmuştur. İlim, amle ve ihlas! Bu üç sac ayağı aslında şeriatın ayaklarıdır. Osmanlı şeriat devleti olduğu için bu ayaklar üzerine bina edilmiş, neticeler bakımından da dünyaya islam nizamının ne olduğu gösterilmiştir. Osmanlı Devletinin bu minval üzere yüksek ahlaki değerlere sahip olduğunu keşfeden, Osmanlıların neden yenilemediğini anlayan bir patrik ortaya çıkar. İstanbul Patriklerinden olan Gregorios, Sultan İkinci Mahmûd Han zamanında çıkan Rum İsyanının baş planlayıcısıydı. Bu suçundan 1821 ‘de Patrikhane kapısında îdam edildi. Patrik Gregorios’un Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektup, târihî önemi hâiz olup, ibret verici olması bakımından mühimdir.Mektupta şöyle demektedir:
‘Çar Cenapları, siz Türk milletini yok etmenin yegane çaresi harptir zannediyorsunuz. Bu görüşünüz yanlıştır. Onları tesadüfen hazırlıksız bir zamanında yakalayıp mağlup etseniz dahi bunla Türk milleti yok olmaz. Oturup düşünürler, hatalarını giderir eksiklerini kapatırlar. Yani her ne hataları varsa düzeltirler ve yine karşınıza çıkarlar.
Ve siz şunu bilmiyorsunuz ki bunların kuvveti ve kudretleri askerlerinin çokluğundan veya silahlarının çokluğundan değil. Bunların kuvveti ve kudretleri imanlarından doğuyor. İslam’ın kıyamete kadar baki olacağına inançlarından doğuyor. Yalan, riya, rüşvet gibi kötülükleri bilmeyerek mücessem bir ahlaka sahip olmalarından doğuyor. Onlar İslam’ın kıyamete kadar baki olacağına inandıkları için İslam’ı temsil eden kendilerinin de mağlup olmayacağına inanarak rahatça savaşıyorlar. Eninde sonunda gerekli tedbirleri alıp, karşınıza çıkarlar ve sizi yine mağlup ederleri.
Onları yok etmenin yegane çaresi şudur, uzun vadeli çalışarak bunların imanlarını sarsın. Büyüklerine itaatsiz edin, fuhuş ve rüşveti aşılayın. Bunların kan kardeşliğinden ileri saydıkları din kardeşliğini zaafa uğratmanız lazım gelir.
Bu nasıl yapılacak derseniz bunun gayet kolay bir yolu vardır. Türkler, sonradan Müslüman olanları doğuştan Müslüman olanlara nazaran çok severler ve bağırlarına basarlar. Bunların aralarına yalandan din değiştiren adamlar sokunuz. Bunlar bir müddet onlardan görünerek yüksek mevkilere gelsinler. Bunlar kelimeyi şaadet getirenler arasında ırk farkı gözetmezler. Onlara en yüksek mevkileri verirler. Aralara giren ajanlar, bir kere imanı ve ahlakı zaafa uğrattığı zaman bir kere yenerseniz çürük ağaç gibi kırılırlar ve yeniden büyüyemezler. Ama siz bunları ahlakı sağlamken yenerseniz sağlam ağaç budaması gibi olur ve yeniden o ağaç büyür.‘
Bu adamın dedikleri dikkate alınıyor ve Osmanlının içine hariçten müslüman süsü verilmiş insanlar sokuluyor. Hariçten satın alınan Midhad Paşa Sultan Abdülhamid’e kurduğu baskılarla meşrutiyeti ilan ettiri ve her nedendir bilinmez, Rusya’ya harb ilan ettirir. Tarihde 93 Harbi ismiyle şöhret bulan bu harb, Osmanlının aleyhine bitti. İstanbul yakınlarında Yeşilköy’e kadar gelen Ruslar, Ayastefanos anlaşmasını dikte ettiler ve bu anlaşma Osmanlı Devletinin belini büken anlaşmadır. Abdülhamid Han, Kıbrıs’ın askeri üs olarak kullanılması taviziyle ingiltereden yardım alarak berlinde yeni bir anlaşma imza ettirdi ve ayastefanos anlaşması kayıplarının bir çoğu geri kazanıldı. Bu feci savaş sonun Abdülhamid Han hazretleri, meclisi mebusanı süresiz tatile çıkardı. Yönetimide kendisine aldı. Bu savaş ve sonuçlarının bizim konumuzla alakası çok mühimdir. Rusların İstanbul’a kadar gelmesine sebep olan savaşın baş komutanı Mehmed Ali paşadır ve kendisi Polonya yahudisidir! Yazılan mektub ve tavsiyeler, Ruslar tarafından uygulanmış ve Padişaha riayet, as üslere saygı yıkılmış, netice bu şekilde iflasa götürecek tarzda olmuştur. Mehmed Ali paşa nazım hikmet’in dedesidir. Tanzimat Fermanının aslı İslam idare ve ahlakının çökertilmesi içindi. Ecnebiler bu ulvi duyguları ve itikadı yıkmayı başardılar. Hüseyin Avni paşa Abdülaziz Han’ın hal’inden ve şehadetinden mesul birinci kişidir ve kendisi rüşvete doymayan bir şerefsizdir! Midhat Paşa denilen alçakda hakeza onun kadar şerefsizdir. Yönetim kademelerinde asker içinde çılgınlık denilecek kadar gayri islami ameliye zuhur etmiş ve Osmanlı adaletinden ve maneviyatından taviz vermiş ve yıkılmışdır. Abdilhamid Han aldığı bütün maddi ve manevi tedbirlere rağmen ALLAH’ın ona verdiği izin kadar, devleti dirayetiyle yönetmiş, ama kaçınılmaz son gelmiş çatmış. Osmanlıyı yıkıma götüren amiller incelendiği vakit, yönetimle beraber halkında cahilleşmiş olması, harama ve günaha kaymaları, milli değerlerin çiğnenmesi gösterilebilir. Şimdi gelelim Avrupa’nın bizden korkması meselesine. Osmanlıyı Osmanlı yapan amiller şuan mevcutmu? Osmanlıyı Osmanlı yapan maneviyat şuan mecvut mu? Osmanlının adaleti şuan mevcut mu? Padişahların adalet karşısındaki duruşu, şimdi ki yöneticelerde mevcut mu? Hırsızlık, yolsuzluk, arsızlık, rüşvet, adam kayırma, yalan, hakaret, aldatma, adaletsizlik, haksızlık mevcut mu? Hangi Osmanlı gelicek? Bütün hak mezheplerin fıkıh kitapları, temizlikden taharetten başlar. Bugün taharet almayı bilmeyen yığınla Osmanlı geri mi dönücek? Namaz kılmayan, oruç tutmayan, her türlü gayri islami durum sergileyen yöneticiler ve halk, hangi Osmanlıyı geri getirecek? Osman Gazi’nin hassasiyeti var mı bizde? Adalet karşısında adam arayıp iş gördürme sevdasında olan bu insanlarla biz Osmanlıyı felan geri getiremeyiz. Avrupa’da bizim maneviyatımızı çok iyi bildiği için, bizden korkmuyorda çekinmiyorda. Onların tek korkusu pAzarlarını kaybetme korkusu olur. Arif Nihat Asya’nın şiirinde geçen dizeler ne olduğumuzu ortaya koyuyor:” Ne diye hala oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u feth ettiği yaştasın.” Oyun oynamayın. Kendinizi oyunlarla aldatmayın. Osmanlı olun! Selametle…