KRAL VE MAYMUN
Gazaplı maymunun eşi olan bir başkası, köpeğini kurtarmak isteyen kralı bacak ve karnından ısırdı. O zamanlar kibarlar arasında maymun beslemek, oynamak moda idi. Ama sarayda, hem de serbestçe gezen vahşi bir Berberi Şebeği’nin ne işi vardı, orası bir muammadır.
Maymunlar komiktir ama, Berberi Şebeği, aslında büyük dişleri olan çok tehlikeli bir hayvandır. Saldırgan maymun ve eşi hemen vuruldu. Hizmetçiler, Kral’ın yaralarını temizlediler. Ancak, çok geç kalmışlardı. Isırık yaraları kolayca enfekte olur. Hele vahşi hayvanlardan geliyorlarsa…
Hadise ciddiye alınmadı ve kimseye duyurulmadı. Dağlanmadığı için iltihaplanan iki yaranın kanını zehirlediği Kral, ateşler ve acılar içinde kıvranmaya başladı. Bir ara ayağının kesilmesi düşünüldü ise de herkes mesuliyetten çekindi. Kral, sürgündeki annesini görmek istedi; hükümet kabul etmedi. 23 gün içinde 7 ameliyat geçiren Kral, 25 Ekim 1920’de septisemiden öldü.
Tarih boyu birçok hükümdar, acımasızca ve tuhaf yollarla ölmüştür. Ancak bu şekilde bir ölüm dünyada bir tanedir. Sembolik bir hükümdar olan Kral’ın ölümünün aslında politik bir ehemmiyeti yoktu; ama beklenmedik ölümü, kelebek tesiri ile bir dizi mühim hadiseye yol açtı. Kral genç ve sağlıklı idi; uzun yıllar yaşayabilirdi; o takdirde Küçük Asya macerası başta olmak üzere, tarihin akışı bambaşka olurdu.
Kıskaç
Yunanistan, I.Cihan Harbi’ne girmedi. 1913’te babasının Selanik’te bir akıl hastası tarafından öldürülmesi üzerine Yunan tahtına çıkan Kral Konstantinos (1868-1923) Almanya taraftarı idi.
Karısı Sofia, Kayzer’in kızkardeşi idi. Hatta Kayzer, Osmanlı ülkesini bir ziyaretinde Atina’ya geçerek onun da düğününe iştirak etmişti. Dedesi Alman asıllı bir Danimarka prensi iken, Yunan istiklalinde, Avrupa güçleri tarafından Yunan Kralı ilan edilmişti.
Konstantinos doğduğunda, saray balkonundan halka gösterilmiş; halk hep bir ağızdan kendisine son Bizans imparatorunun adının verilmesini istemişti. Ancak ne kendisi Roma İmparatoru Konstantinos’a, ne de yerine geçen oğlu Aleksandros, ismini taşıdığı Büyük İskender’e benzedi.
Bende de bit var
Prens iken, 1897 Osmanlı-Yunan ve 1913 Balkan Harbi’ne iştirak eden Konstantinos, ikincisinde ciddi muvaffakiyet göstermişti. Cephe yakınından otomobille geçerken, yolda yaralı bir asker görüp arabasına almak ister. Asker, üstü başı bit içinde olduğu gerekçesiyle binmek istemez. Konstantinos gülerek, “Bin şu arabaya, ben de günlerdir bit içindeyim” cevabını verir.
“Küçük, fakat itibarlı Yunanistan” isteyen Kral, tarafsızlığını muhafaza etti. Ancak Müttefikler, buna rağmen Kayzer’in davasını gütmesinden endişelendiler. Giritli kurnaz diplomat Elefterios Venizelos harb taraftarı idi. Kralı, Almanya ile gizli bir anlaşma yapmakla suçlayarak yıprattı.
Yunanistan’ın bir kısmını işgal eden Müttefikler’in desteklediği ihtilalciler, Temmuz 1916’da Kraliyet Sarayı’nı ateşe verdi. Kraliyet ailesi alevlerden zar zor kaçtı. Prens Aleksandros, annesini iki kilometreden fazla sırtında taşıyarak kurtardı. Saray personeli ve itfaiyecilerden 16 kişi öldürüldü.
Kukla Kral
İsyancılar, Kral’ın kardeşini tahta çıkarmak istedi; fakat kabul etmedi. Veliaht Yorgos’un da babası gibi Alman taraftarı olduğu bahanesiyle, Kral’ın küçük oğlu 24 yaşındaki Prens Aleksandros’u 11 Haziran 1917’de sessiz sedasız kral yaptılar. İngiltere ve Fransa’nın bu emrivakisini Rusya protesto etti. 15 Eylül 1918’de Yunanistan müttefikler yanında harbe girdi.
Kral, başta başbakan Venizelos’un baskısına direndi; ama arkasında müttefiklerin bulunduğu Venizelos Kralı tehdit ederek diktatör oldu. Kraliyet ailesinin tamamını sürgüne gönderdi. Kralı saraya hapsederek pasifize etti. Binlerce kralcı ve harb aleyhtarı memur ve askeri tasfiye etti. Basını ve harb muhaliflerini susturdu.
Hainin oğlu
Kral’ın portreleri devlet dairelerinden çıkarıldı. Saraya personel olarak kraliyet düşmanları tayin edildi. Kral’ın bakanları bile Kral’ı, “Hainin Oğlu” diye anıyordu. Tahta geçeceği beklenmediği için sıradan bir askerî tahsil görmüş olan genç ve tecrübesiz kral, hırslı darbeci Venizelos ve ekibinin elinde adeta bir kukla idi.
Aleksandros, yakışıklı, nazik ve sosyal çevrelerde sevilen bir şahsiyetti. Motorlara ve otomobillere meraklıydı. Yunanistan’da ilk otomobil alanlardan birisidir. Balkan Harbleri’ne genç bir subay olarak katılmıştı.
Mağlup Bulgarlardan alınan Batı Trakya ile ülke sınırları onun zamanında hayli genişledi. Tahtta kalabilseydi, Anadolu’da da epey toprağı olacaktı. Kral, Edirne’den başlayıp İzmir’de sona eren bir Anadolu seyahati yaptı.
25 Temmuz 1920’de İzmir Taburu’nun başında önce Edirne’ye, oradan Kırklareli yolu ile Midye’ye giderek Averof Zırhlısı ile de Gelibolu ve İzmir üzerinden Atina’ya döndü. Edirne’de Selimiye Camii’ni ziyaret etti. İşgalciler, halkın dinine ve kültürüne hürmet gösterileceğine dair gönül çelici beyannameler neşretti.
Suikast mi?
İyi bir hatip olan kurt politikacı Venizelos, kendisine hayran bıraktığı Avrupa siyasilerini avcunun içine almış; Lloyd George’u İzmir’i işgale razı etmişti. Churchill, buna çok karşı çıktığını söyler; “Venizelos yüzmeye hazır bir ördek gibiydi” der. Halbuki Psirukis, Sotiriyu gibi bazı Yunan tarihçilerinin de yazdığı gibi, tuzağa düşen kendisi idi; nitekim işgal İngiltere’nin menfaatine, Yunanistan’ın aleyhine olmuştur.
Gümülcine’den Edirne’ye giderken bir Bulgar komitacısı Kral’a suikast yaptı. Dedeağaç’a gelmeden 10 dakika evvel hatta konan bir bomba patlatılacaktı. Ama Kral, kurtuldu. İttihatçıların silah atmadan boşalttığı Dedeağaç’ın ismi 8 Temmuz 1920’deki ziyareti hatırasına Aleksandropolis olarak değiştirildi. Eceli o zaman gelmemişti.
Venizelos, Anadolu’da fethedilen toprakları ilhak etmek üzere yeni kralı zorladı. Ama kral ayak diredi. Zira Yunanistan’da halk, münevverler, matbuat, hatta ordu mensupları arasında Anadolu macerasına muhalif geniş bir kitle vardı. Venizelos, demir yumrukla hepsini ezmeye çalışıyordu. Halbuki General Metaksas, Anadolu’ya yapılacak bir harekâtın netice vermeyeceğine dair rapor hazırlamış; fakat Venizelos kendisini sürgüne göndermişti.
Tam o esnada 2 Ekim 1920 günü yukarıda anlatıldığı şekilde başına iş gelen Kral öldü. Bazıları Dedeağaç suikastini de bununla irtibatlayarak, Kral’ın Venizelos tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü iddia etmiştir. Hakikatte Kral’ın ölümünden menfaati olan çok sayıda kesim vardı. Fakat bu ihtimal örtbas edilip hiçbir zaman araştırılmadı.
Sürgündeki kraliyet ailesinin cenazeye katılmasına izin verilmedi. Mamafih Yunan Kraliyet Ailesi ve kralcılar, hiçbir zaman Aleksandros’u hakiki kral saymamış; emanetçi olarak görmüştür. Aile mezarlığındaki diğer kralların başında “Helenler Kralı” yazdığı halde, onun mezar taşında “Helenler Kralı’nın oğlu ve Danimarka Prensi Aleksandros – 3 sene babasının yerinde hüküm sürmüştür.” yazar.
Yaşlı kraliçedeki karizma
Gönlünde kendi idaresinde bir cumhuriyet yatan Venizelos, yeni bir hanedan kurmaya da cesaret edemediği için, tacı kralın en küçük oğlu Pavlos’a teklif etti; fakat genç prens bunu kabul etmedi.
Mesele, Venizeloscularla kralcılar arasında açık bir çekişmeye dönüştü. Bu sefer seçime gidip cumhuriyet ilan etmeyi düşündü. Kendinden çok emindi. Ancak halk, İngiliz ve Fransızlarla ittifakından hoşlanmıyor ve harbi desteklemiyordu. Venizelos kaybetti; kraliyet taraftarları kazandı. Kralın müessif ölümü, monarşiyi güçlendirmişti.
Bunda ölen kralın büyükannesi ihtiyar ana kraliçe Olga’nın, hasta torununun yanında bulunmak üzere evinden çıkması ve halkta yıllarca politika dışında kalmış bu soylu kadını görünce tebarüz eden krallık hislerinin galeyana gelmesinin büyük rolü oldu. Aslı bir Rus prensesi olan Olga, oğlu eski kral Konstantinos gelene kadar naip tayin edildi. Bütün bunlar Ankara’ya toparlanmak için zaman verdi.
Saf Prusyalı
14 Kasım 1920’de İsviçre’de sürgündeki eski kral tahta geri döndü. Kralın dönüşü için yapılan plebisitte kullanılan 1 milyon reyin, sadece 10 bini muhalifti. İngiltere derhal Yunanlardan desteğini çekti.
Müttefiklerin tanımadığı ve Prusya saflığının bir numunesi olan yeni kral, güya eski hatasına düşmeyip, tecrübe ve kudretine güvenerek harbi sürdürdü. Bununla krallığın kaybettiği itibarını kazanacağını düşünüyordu. Nutuk’ta da geçtiği üzere, İngilizlere krallığını tasdik ettirebilmek için taarruz edip muvaffak olması gerektiğini düşünüyordu.
İngilizler, İzmir’e çıkan Yunanlara Milne Hattı adıyla bir sınır çizmişti. Ankara hareketini mütarekeye ve 10 Ağustos 1920 tarihli sulh antlaşmasına aykırı gören Lloyd George, Yunanlara hattı geçme izni verdi. Yunan ordusu iki koldan ilerleyerek, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Bursa, Balıkesir, Uşak ve Nazilli’yi işgal etti.
Müttefikler 1920 sonlarından itibaren desteğini çektiği halde, Ankara kuvvetlerini Eskişehir-Kütahya muharebelerinde bozguna uğratıp Ankara önlerine gelen Yunan ordusu, Eylül 1921’den itibaren müdafaaya çekildi. 1 sene içinde Kral Aleksandros zamanında kazanılan yerler kaybedildi.
Başbakan Dimitri Gunaris’in ısrarlarına rağmen, İngiltere destek ve müdahaleden kaçındı. Londra, Yunanları kullanmış; şimdi bir kenara silkelemişti. Dengeler değişmiş, ibre başka tarafa dönmüştü. Konstantinos iyi bir askerdi ama, bunu idrak edecek kadar kurnaz bir politikacı değildi.
Değişen ibre
Seçimi kaybedip memleketi terk eden Venizelos, mağlubiyetinin sebebi olarak Yunan halkının harblerden bıkkın oluşunu ileri sürdü. Venizelos, sonradan, seçime gitmesinin ve Yorgos’u kral yapmamasının hata olduğunu itiraf etmiştir.
İngiliz politikasının değişmesinin tek sebebi Konstantinos’un tahta geçmesi değildi elbette. İngiltere’nin artık Yunanistan’dan bir ümidi ve beklentisi kalmamıştı. Artık daha büyük bir tehlike vardı. Sovyetlere yakın bir Türkiye istemeyen Londra, Sovyet tehlikesine karşı Ankara’ya yaklaşmak yolunu tercih ediyordu. İngiltere için artık Yunanistan değil; Sovyetlere karşı bir Türkiye mühimdi. Nitekim Churchill, İngiltere’nin Mustafa Kemal’le iyi bir sulh yapabileceği fikrindeydi.
İngiltere dışişleri bakanı Lord Curzon, -Yunan ordusunun Bursa’yı işgal edip Ankara’ya yürüdüğü günlerde- Türk-Yunan harbinde tarafsız olduğunu ilan etti; 26 Nisan 1921’de de müttefiklerine kabul ettirdi. Zaten İngiliz işgal kuvvetleri, 1920 ortalarından itibaren Yunanların İstanbul’u askerî üs olarak kullanmalarını engellemiş; iki tarafa da silah satılmasını yasaklayarak, tarafsızlık adına Kemalistlerin İstanbul’dan Anadolu’ya iltihakına izin vermişti. Fransa, İtalya ve Rusya, Ankara hareketine silah temin ederken; Yunanlara silah satışı yasaklanmıştı. (Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleri ile Sakarya’dan İzmir’e, 193 vd; Abdurrahman Bozkurt, İtilaf Devletleri’nin Türk-Yunan Savaşı’nda Tarafsızlık İlanı)
Falih Rıfkı’nın da Çankaya kitabında dediği gibi Fransızlar, Yunanlara desteği kesip, Ankara’yı destekleyip, yardıma başladı. Aynı şey daha İzmir’in işgali zamanından beri Yunanlara antipati duyan İtalyanlar için de mevzubahistir.
Tarihçiler, Aleksandros’un bir seçim kampanyasının ortasında ölümünün Venizelos rejiminin istikrarsızlaşmasına yardımcı olduğunu ve Müttefiklerin desteğinin kaybedilmesinin Yunanların Anadolu’dan çekilmesine sebebiyet verdiğini söyler.
Yunan milliyetçilerinin Megali İdea, nam-ı diğer Büyük Bizans’ın ihyasına dair çılgın hayalleri maymun ısırığı ile suya düştü. Winston Churchill, “Bu maymunun ısırmasından dolayı bir kral ve çeyrek milyon kişi öldü” demişti. (The World Crisis, V/409, Londra 1929)
Ne gariptir ki, 1928’de memleketine dönüp başbakan olan Venizelos, bu sefer amansız Türkiye dostu oldu. Türkiye’yi resmen ziyaret etti. İki cumhuriyetçi eski düşman samimi pozlar verdiler. Hatta 1934’de Gazi’yi Nobel Barış Mükâfatı’na namzet gösterdi; Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girişine referans oldu.
Maymuna Övgü
Yahya Kemal, Nihat Sami, Samiha Ayverdi gibi edipler, “Allahın askerleri sonsuzdur” fehvasınca Türk-Yunan harbinin kazanılması işinde maymunun da rol aldığını söyler. O zamanki gazetelerden anlaşıldığına göre, Türk matbuatı Kral’ın ölümünü coşkuyla karşılamış; maymuna övgüler düzmüştür. Said Nursi’nin buna dair “Mücahid bir hayvan mersiyesi” adında mizahi bir şiiri vardır:
Ey maymun-i meymun!
Müminleri memnun,
Kâfirleri mahzun,
Yunan’ı da mecnun eyledin.
Öyle bir tokat vurdun ki,
Siyaset çarkını bozdun.
Lloyd George’u kudurttun,
Venizelos’u geberttin.
Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun.
Ki, küfrün ordularını,
Zulmün leşkerlerini,
Bir hamlede havaya fırlattın.
Başlarındaki maskeleri düşürüp,
Maskara ederek,
Bütün dünyaya güldürdün.
Cennetle mübeşşer olan
Hayvanların isrine gittin.
Cennette saidsin;
Çünkü gazi, hem şehidsin.
(Said Nursi)
Esmer güzeli
Aleksandros, Albay Petros Manos adlı soylu bir saray memurunun kızı ve çocukluk arkadaşı Aspasia’yı sevdi. Gelin hanedandan olmadığı için Kral isteksizdi; harbin sonunu beklemesini tavsiye etti. Monarşi taraftarı bir subayın kızıyla evlenmesi Venizelos’un gözünü korkuttu; Kral’ı vazgeçirmeye çalıştı; fakat Kral direndi. Bu sefer krallığın halkın gözündeki popülaritesinin düşeceğini ve kendi partisini güçlendireceğini hesap ederek evliliği destekledi.
İngiliz Prensi Arthur, Kral ile İngiliz prensesi Mary arasında bir evlilik ayarlamak üzere Atina’ya geldi. Kral’ın gönlünü çalan Aspasia ile tanışmak istedi. Görüştükten sonra, “Genç olsam ben evlenirdim” diyerek Kral’ın tercihini tasdik etti. İngiltere, eğer evliliğine karşı çıkılırsa Kral’ın tahttan feragat edeceğinden ve bunun da Fransa tesirini arttırarak cumhuriyetçileri güçlendireceğinden korktu.
17 Kasım 1919 gecesi Atina’nın uzak bir semtinden gizlice getirttiği bir rahip huzurunda bu kızla evlendi. Anayasaya göre kraliyet ailesi ferdleri Yunan kilisesi reisinden izin almadan evlenemezdi. Papaza sessizlik yemini ettirildi; ama Atina piskoposuna itiraf etti. Venizelos, evliliğin gizli kalması şartıyla, Aspaisa’nın saraya taşınmasına izin verdi. Ancak evlilik bilgisi –nasılsa- dışarıya sızdı. Muhtemelen Venizelos sızdırdı.
Kral esmer güzeli zevcesini alıp yurt dışına gitti. Paris yakınlarında gezerken, Kont Kergariou’nun arabasının kaza yaptığına şahit oldular. Kral, yaralıyı arabasına aldı; harb esnasında hemşirelik yapan Prenses ilk yardım yapsa da, Kont kurtulamadı.
Hükümet 1920’de çiftin dönüşüne izin verdi. Kral’ın ölümünden beş ay sonra Prenses Aleksandra dünyaya geldi. Sonra Yugoslavya Kralı ile evlenerek kraliçe oldu. Ama annesi gibi hep Madam Manos olarak anıldı. Neden sonra kendisine Prenses Aleksandros diye bir unvan verildi. 1922’de parlamento bu evliliği tanıdı. Aspasia, 1972’de İtalya’da öldü.