Atatürk’ün masonluğundan, Bilderberg toplantılarının iç yüzüne, gerçek gizli örgüt Vatikan’dan, dinler arası diyalog masalına ve tabii ki Papa’nın şimdiden çok tartışılan Türkiye ziyareti üzerine konuştuğumuz araştırmacı yazar Aytunç Altındal, hayatının en büyük ve şimdilik(!) çok gizli araştırmasına hazırlanıyor…
Papa 16’ıncı Benedict, Almanya ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, Bizans İmparatoru II. Manuel’in Hz. Muhammed hakkındaki sözlerine yer verince dünya çapında bir tepkiyle karşılaştı. 11 Eylül’den beri gündemden düşmeyen ve belki de hiç düşmeyecek olan Doğu-Batı çekişmesine yeni bir malzeme olan sözlerinden sonra, yazar Aytunç Altındal’ın Papa ile ilgili analizleri daha bir anlamlı hale geldi. Okuyacağınız söyleşi Papa’nın bu sözlerinden önce gerçekleştirildi. Altındal, “Türkiye’yi karıştıracak” diyordu ama Papa, Türkiye’ye gelmeden önce dünyayı karıştırdı. Bakalım Altındal’a göre Türkiye’yi nasıl karıştıracak?
AB’ye neden karşısınız?
AB batı medeniyetini geliştirmek ve 21’inci yüzyılı çıkartmak amacıyla hazırlanmış bir proje. Bu proje AB’nin bir medeniyet projesi. AB, Türkiye’ye, medeniyetini değiştirme projesi olarak zorluyor ve sunuyor bunu. Diyor ki, “Sen medeniyetini değiştirmediğin takdirde AB’ye giremezsin!” Dolayısıyla benim görüşüme göre, Türkiye ile AB arasında doku uyuşmazlığı var. Yani bir taraf için bir “medeniyet geliştirmesi” olan AB projesi, Türkiye için “medeniyetini değiştirme” projesi olarak empoze ediliyor. Birinci mesele bu. İkinci mesele, AB’ni hazırlayan unsurlar Gnostik Hristiyanlıktan alınmış olan ve onun tarafından yönlendirilmiş olan değerler sistematiği. Türkiye’de temelde Gnostik Hıristiyanlığa dayalı bir değerler sistematiği yok. Dolayısıyla haklı olarak “Türkiye, AB müktesebatını hazmedemez” diyorlar ki bu doğrudur, hazmedemez! İki temel nedeni bu.
Türkiye hazmedemeyeceği gibi aynı zamanda, siz AB’nin de Türkiye’yi hiçbir zaman içine almayacağını düşünüyorsunuz. Peki AB’nin bu görüşmeleri bizimle yapmaktaki amacı ne?
Bunları yapmaktaki sebebi, 70 milyonluk Türkiye’nin çalışarak AB’de yaşayan insanlara ekonomik girdi temin etmesidir. Biraz vulgarize ederek söylersek, Almanya’daki Hans günde beş bira, üç şişe süt alabiliyorsa, bunu alamadığında Avrupa’da savaş çıkar. Bunu temin edebilmek için beş şişe birasını, altı şişeye, sütünü de dört şişeye çıkarması için Türkiye’deki 70 milyonun çalışması gerekiyor. Türkiye’nin AB’ye sadece ve sadece çalışarak, emeği sömürülerek bir ekonomik katkıda bulunması isteniyor. Bunun dışında da Türkiye’nin AB’de yer alması tabii ki sözkonusu değil. Dolaşım yok, serbest çalışma izni yok, vs. Yani en klasik tabirle söylersek, modası geçmiş gibi gözükebilir ama “onlar ortak biz pazarız!” Bunun kılıfı değiştirilmiş olsa da fiilen durum bu.
AB’nin yerine Türkiye’nin katılmasının daha doğru olacağını düşündüğünüz bir alternatif yapılanma var mı yoksa bir yerlere katılmamız şart mıdır?
Türkiye mutlaka bir yerlere katılacak diye bir kural yok. Japonya’da hiç yere katılmış değil. 70 milyonluk bir ülkenin kendine güveni olması gerekir. Yok efendim “AB’nin içinde olmazsak yok oluruz!” Avrupa tarihi, hatta dünya tarihi Türkiye olmadan yazılamaz. Türkiye Avrupa’nın tarihinde var, kültüründe yok. Olmayan bir kültürün içnde Türkiye’nin girip bir şeyler yapabilmesi zaten sözkonusu değil. Peki “Türkiye gitsin Araplarla mı birlikte olsun?” diye birileri mugalata yapıyor. Bunlara gerek yok. Türkiye üretimde rasyonalizasyon sağlanabilirse kendi başına da zaten bir cazibe merkezidir. Şurası çok önemli: Türkiye bugün sadece sınırları belli olan bir ülke değildir. Aynı zamanda 22 ülke demektir. Türkiye bu bilinçle bakmak zorunda olaya.
Şu meşhur gizli örgütler meselesine gelirsek, AB’yi oluşturan gizli örgütler hangileri?
Bu gizli örgütlerin gizli olmasının nedeni, okült örgütleri olmaları. Okült kelimesi gizli demek zaten. Bunlar okült örgütleri. Dolayısıyla bunlar, kiliseye karşı ve kilisenin getirdiği anlayışlara karşı iki tane olayı savundular. Birisi bilim, diğeri teknoloji. Yani bilim ve teknoloji kilisenin tekelindeydi, kilise bilim ve teknolojinin gelişmesini yasaklamıştı, bunlar buna karşı mücadele ettiler, başta simyacılık olmak üzere. Alşimistler, Hermetistler. Bugün Isaac Newton’dan tut, Leonardo Da Vinci’sine, Faraday’a kadar bu tip örgütlerin üyesi olan kişiler. Christoph Colomb dahil buna. Dolayısıyladır ki, tıkanmış olan Hıristiyanlığın aşılarak bu medeniyetin geliştirilmesini sağlamış olanlar bunlar. Bunlar seküler örgütler. Yani gizli örgüt ama kilise tarafından yasaklandığı için gizli. Neyle uğraşıyor? Bilim ve teknolojiyle. İşte okültizm kelimesi gizlilik demek.
Peki hangi örgütler bunlar?
Başta Gül ve Haç Teşkilatı. Bunlar operatif ve spekülatif olarak ikiye ayrılır. Operatif olanlar daha çok radikalizmi savunan örgütler. Illuminati gibi. Spekülatif olanlar, Gül ve Haç’tan günümüze kadar gelen Masonlar, CFR, Bilderberg vs.
Papa’nın ziyaretine çok az kaldı. Papa’nın ziyareti neden önemli Türkiye için?
Papa’nın Türkiye’yi ziyareti inanılmayacak kadar önemli. Papa’nın gizli bir Türkiye gündemi var. Papa’nın gizli gündemi Türkiye’nin kaderiyle ilgili. Öyle talepler var ki Papa’nın hazırlattığı, bu talepler karşılanmazsa “Türkiye’nin AB’ye girişini engelleriz” diyor. Bu talepler arasında Ayasofya’nın Hristiyan alemine iadesi bile var. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyoruz. Türkiye egemenlik haklarını kaybettiği takdirde gerçekte vatanını kaybeder. Papa’nın talepleri de Türkiye’deki anayasaya ve mevcut yasalara aykırı taleplerdir. Bu nedenledir ki Papa’nın Türkiye’yi ziyaretinden önce ben başta Türk milletini, TC Devleti’ni ve hükümeti uyarıyorum: Bizden istenecek olanlar karşılandığı zaman Türkiye Lozan Anlaşması ile kazanmış olduğu haklarını, millet olma hakkını kaybeder. Dolayısıyla Türkiye bıçak sırtı bir noktada duruyor. Devlet olma ya da olamama durumunda kalacak. Bu da 28-30 Kasım tarihlerinde Papa’nın Türkiye’yi ziyareti sırasında olacak.
Papa Türkiye’ye geldiği zaman Ayasofya’yı okuyup üflerse Hıristiyanlar burada hak mı iddia edecekler?
Zaten ediyorlar! 5 Şubat 2001 tarihinde AB Parlamentosu’na milletvekilleri Ayasofya’nın yeniden Hristiyan ibadetine açılmasıyla ilgili önerge verdiler. Bir hafta önce ABD’li 75 senatör Ayasofya’nın yeniden Hrıstiyan ibadetine açılması için resmen mektup yolladı. Şimdi bütün bunların ötesinde zaten Türkiye’de de bu yönde bazı girişimler yapıldı. Bir Ayasofya ile ilgili yeni çıkartılacak olan Vakıflar yasa tasarısında “ismi mefhum” diye bir kavram var. Yani bazı Hristiyan mabetleri, kiliseler ismi mefhum adı altında toplanmışlar. Yani “Bu kilise kimin malı?” diyorsunuz, “Meryem Ana’nın” diyor. Bizim Eminönü’nde olduğu gibi. Bir başkası Aziz Nicola’ya ait. Bildiğimiz Noel Baba! Onun adına tescilli. Bu yasa tasarısında yapılan değişiklikle dendi ki “Böyle ismi mefhumlar adına tescil edilmiş olan kiliselerin tekrar Hristiyanlara verilmesi…” Orada Ayasofya adı geçmemişti, ama Ayasofya’da bir ismi mefhum. Dolayısıyla yasa tasarısında Ayasofya’nın iadesi nerdeyse gündeme gelmiş durumda. Çünkü Meryem Ana Kilisesi’ni veriyorsan, Ayasofya’da kilise! Dolayısıyla vermen gerekecek. Bu bir. İkincisi, zaten yakın zamanda Ayasofya’nın rengi değiştirildi. Ayasofya, gerçekte aşı boyasıyla boyanmak zorundaydı. Orası Ortodoksların kutsal rengi olan gül kurusu rengiyle boyandı. Ve böylelikle bazı hazırlıklar da içeriden yapılıyordu. Şimdi Ayasofya bir müze midir, değil midir? Ayasofya’yı müze haline getiren kararın altındaki Kemal Atatürk imzası sahte. İkincisi Mustafa Kemal’e, Atatürk soyadı verilmesinden üç gün önce atılmış bir imza. Kanun çıkmadan Atatürk diye bir imza atılmış oraya. Ortada Atatürk diye birisi yok yani daha! Ve imza da sahte imza. Çünkü Mustafa Kemal’in kendisine aldığı soyadı Öz. Hatta Kemal’i de değiştirmiş, Türk olarak adı Mustafa Kamal Öz diye imzalar atmış. Bunun üzerine iki büyük mason üstadı Necmettin Arıkan ve Agop Dilaçar demişler ki “Artık Türklerin İslam alemiyle ve müslümanlıkla ilgileri kalmadı, nasıl Arapların peygamberi Muhammed, Hıristiyanların İsa’sı var, Türklerin de bir atası olması lazım.” Ve Atavizm diye bir akım çıkmış. Atavizm, Cedçilik demek. Cedde tapıcılık demek. Ceddinin yaptığını yapmak demek. “Atavistik olmaları gerekiyor Türklerin” denmiş, dolayısıyla da Atatürk diye bir isim bulunmuş. Bu ikisi bulmuş. Bunların teklifi üzerine de meclisten Atatürk diye bir soyadı çıkmış. Ama kararnamenin altındaki Atatürk imzası üç gün öncesine ait. Bu da İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 15 yıl süren dava sonunda verdiği karar. Bunlar benim ve Emin Şirin tarafından meclise getirildi. Bunlar uzun hikâye, özetle söylersek; burası bir müze ve belki 50 senedir restorasyon halinde. Bitmiyor restorasyonu. Bittiği zaman Türkiye ne yapacağını bilmediği için mecburen restorasyon diye tutturuyor. Ortada bir restorasyon da yok. Ayda bir birisi gelip bir yerine bir nokta koyuyor. Mecburen bunu böyle yapıyorsun, çünkü ileride bunu Hristiyanlara verme ihtimali o zamandan beri vardı. Papa buraya geldiğinde Louvre’da nasıl dolaşıyorsa öyle dolaşmak zorunda. Kaldı ki Türkiye’yi devlet başkanı sıfatıyla ziyaret ediyor. O zaman orada herhangi biri nasıl dolaşıyorsa öyle dolaşmak zorunda. Şimdi orada oturup da ayin şeklinde bir ibadete geçerse o zaman işin rengi değişir. Müzede dua ediliyor mu? Eğer o ayin yapılıyorsa orada, müslümanlar da derler ki, “Burası camidir, biz de burada namaz kılalım.” Ben de getiririm oraya 50 bin kişiyi yani. Arkasından da seyreyle cümbüşü. Şimdi Ayasofya cami midir, kilise midir, müze midir? Biz müze olduğunu söylüyoruz. Kimse gelip orada özel ayin, dini tören düzenleyemez.
“Dua ettiyse etti, bizi ilgilendirmez, saçmalamayın” diyemiyor muyuz?
Diyemiyoruz. Bakın niye diyemiyoruz? Olay şu: Ayasofya statü itibariyle müze. Bir müzede dua ediliyorsa Louvre’da da edilmesi lazım. Papa, Louvre’a gittiği zaman orada etmiyor ama. Gelip Ayasofya’da ederse bir kere otomatikman burası müze olma sıfatını kaybeder.
Papa, Apo’yu da kutsayabilir diye bir endişeniz de var?
Mesela! Dışişleri Bakanlığı’nın, Papa’nın ziyareti münasebetiyle yayınladığı bir genelge var. Diyor ki, “Devlet başkanı sıfatıyla gelecek, devlet protokolüyle karşılanacak, karşılandıktan sonra İstanbul’a gidecek, Fener Patrikhanesi’ndeki Aziz Andrea günü dolayısıyla dini bir ayine katılacak. ” 1054’ten bu yana ilk kez bir Papa katılacak bu törene. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcilerinin bulunmadığı ortamlarda ikili görüşmeler yapabilir ya da istediği bir yere ziyarette bulunabilir. Abdullah Gül’ün böyle bir kıyağı var Papa’ya. Papa “Ben Diyarbakır’a gitmek istiyorum arkadaş!” derse ne olur? Diyor ki, “İstanbul’da 15 bin, Diyarbakır’da 5580 Katolik yaşıyor.” Birdenbire gökten zembille Diyarbakır’a 5580 Katolik indi ne hikmetse. Meğerse varmış, haberimiz yokmuş! İnmiş! Papa efendi de Diyarbakır’a gitti. Ne oldu? PKK çekti 10-15 bin kişiyi, çekti sopaları, bıçakları, silahları; “Yürüyün, Papa’ya alkış tutacaksınız” dedi. Oradaki Kürtler geldi, “Alın elinize posterleri” dedi. Hadi bakalım, hepsinin elinde Apo posteri. Papa da dedi ki, “Ben Kürt halkının koruyucusuyum. Apo’da kahramandır, liderdir!” Ne yapacaksın? Hadi buyrun, çık işin içinden. Veya dedi ki, “Benden önceki papa kendisini vuran faşist Türk Mehmet Ali Ağca’yla bir görüşme yaptı hapishanede. O yaptıysa bende Kürtlerin yüce temsilcisi olan bu Apo denilen katille Ada’da görüşmek istiyorum” derse ne yapacaksınız? Biz önceden bunun tedbirini alalım.
“Görüştürmüyoruz” diyemez miyiz?
İşte onların hepsi öyle yapılmıyor. “Görüştürmüyoruz” demekle olmuyor maalesef. Önceden halledilmesi gerekiyor. Hiç bunlar ortaya gelmeden.
Kısacası Papa geldiğinde karıştırabilir Türkiye’yi?
Her an karıştırabilir. Benzer şekilde geldi, Ayasofya’ya gitti. Birdenbire herif ibadet etmeye başladı. Diz çöktü, yerleri öpüyor, haç çıkartıyor, bir sürü terane. Sen müdahale ettin, “Burası müze” dedin. Dış işleri Bakanı veya Vali dedi ki, “Efendim burası müze ne yapıyorsunuz?” O sırada manşetler hazır, fotoğraflar çekilmiş. Ertesi günü CNN News verecek: “Barbar ve vahşi Türkler zavallı Papa’nın Ayasofya’da ibadet etmesini engellediler. Bunun yanı sıra ortadaki bir sürü zevat “Efendim Türklerin AB’ye giriş müzakerelerinin askıya alınmasında fayda vardır.” Bunların içerideki uzantıları var. Ne yazacaklar: “Papa’ya bile tahammül gösteremeyen Türkiye..” yazacaklar. İşte mesele de bu. Papa denilen herif de gelecek Türkiye’nin karışması için elinden geleni yapacak.
AİHM’deki İsa Davası’nı kısaca özetler misiniz? Sizin o davadaki rolünüz nedir?
Ben o davada müdahil olarak bulunacağım. Ben bir kitap yazdım, Yoksul Tanrı diye. Ben, 325 yılında bizzat İmparator Constantin’in emriyle İncil’de peygamberken Tanrı yapılmış olan İsa Mesih’in gerçekte hiçbir zaman var olmadığını iddia ettim. Luici Casioli adıyla bilinen İtalyan’da bir dava açtı Vatikan’a karşı. Diyor ki yaşamamış bir kişiyi yaşamış gibi göstererek haksız kazanç sağladınız. Yani dolandırıcılık. Ben de bu davada sadece müdahil olarak, sadece elimizdeki belgeleri vermek bakımından bulunacağım. Casioli bizden bunu istedi, ben de bunları veriyorum.
Ne zaman görülecek bu dava?
6 Mayıs 2006’da Strasburg’da kabul edildi, bize gün verecekler.
Genelkurmay Başkanlığı size teşekkür yazısı yollamış galiba Papa konusundaki uyarılarınızdan sonra?
Bunu Bartelaeous davet etmişti geçen sene. Ben de dedim ki Bartholomeos’un böyle bir yetkisi yok, kim Bartholomeos? Fener patriği bilmem neymiş! Senin esamen bile okunmaz kardeşim, sen kimsin yani? Sana TC devleti böyle bir yetki mi verdi, git Papa’yı davet et diye? Hangi hakla, sen kimsin? Ondan önce zaten 1999 yılında ölen Papa’yı Fethullah Gülen davet etmişti. Şimdi ortada iki tane tip var. Bir Fethullah Gülen diye bir herif var. Papa’yı davet ediyor. Sen kimsin kardeşim, bir devlet başkanını Türkiye’ye davet ediyorsun? Ötekine de sormak lazım. Sen de burada 1800 kişilik bir kilisenin papazısın hemşehrim! Laik TC Devleti’nde herhangi bir kişinin kalkıp kendisine dini bir sıfat atfetmesi yasaktır. Herif diyor ki, “Ben ekümenik patriğim.” Yahu sen ekümenik patriksen ben de Osmanlı Devleti’nden sonra yıkılmış olan halifenin ta kendisi olurum, beşinci Osman diye. Aytunç Altındal isminde halife olmaz çünkü! Ha bu herif ekümenik oluyorsa bu laikliği niye bize yutturuyorsunuz kardeşim? Benzer şekilde Fethullah Gülen için de geçerli: Sen Türkiye’nin temsilcisi misin hemşehrim, kalkıp Papa’ya diyeceksin ki, “Yahu Papa vallahi ben sana geldim, sen de bana bir gel, kahve içelim.” Sana kim verdi bu hakkı? Sen İslam aleminin temsilcisi misin? Sen kimsin yani? Onun için buna müdahale etmiştik zamanında. Bu Cumhurbaşkanlığı’na kadar gitti. Cumhurbaşkanlığı da bu davetin yapılmasının devletin işi olduğunu açık ve net anlattı. “Bu davet yapılacaksa biz yaparız” dedi ve yaptı.
Bundan sonra mı size teşekkür geldi?
Evet, bu uyarıda bulunduğum için bana da teşekkür geldi.
Genelkurmay’dan geldi?
Genelkurmay’dan değil, bir paşadan geldi. Daima öyle olur zaten.
O an aktif görev yapan bir paşadan?
Tabii…
İsmini açıklamıyorsunuz ama?
Yok onlara gerek yok. Bu işe müdahale edilmiş olmasından dolayı duymuş oldukları mutluluğu ifade ettiler. Ben mesela ismi söylenebilecek olanı söylüyorum. Şimdi mesela Ayasofya ile ilgili açıklamalar yaptım. TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan mesela, yazılı olarak gönderdi, ben de yazılı cevap verdim. İsmi verilecek olan verilir.
Peki, şimdi siz Da Vinci Şifresi’nden sonraki tartışma ve mücadeleleri Gnostik Hristiyanların Vatikan’a karşı savaşı olarak yorumluyorsunuz. Peki bu savaştan kim galip çıkabilir?
Bu savaşın sonucunda Vatikan’ın yerinin değişmesi lazım. Vatikan değil, Lateran olacak orası. Vatikan artık bir pislik yuvası halinde. Borsalardan bilmem nerelere kadar her taşın altından Vatikan çıkıyor. Her pisliğin altından Vatikan çıkıyor. Çocuk tacirlerinden tut, dolandırıcılığa kadar, P2 Mason Locası’ndan Andro Sino Bankası’na kadar çeşitli yerlerde yapmış oldukları, ortaya koydukları yüzlerce pislik var. Yıllardır, yüzyıllardır.
Dünya siyasetinde etkin rol oynayan bir kurum haline gelmiş…
Tabii dünya siyasetinde etkili rol oynayan bir el! Mesela Polonya’nın çöküşü, Sırbistan Karadağ’a kaçırılan silahlar, Hırvatistan’a yaptıkları yardımlar. Bunlar, özellikle 1982’den bu yana birçok olayın içindeler. Dolayısıyla kardeşim, sen dini bir kurum musun, siyasi bir kurum musun? “Polonya’ya silah kaçırın” diyorlar, Vatikan hallediyor o işi. “Bilmem kimlere para gönderin, uyuşturucu madde temin edilsin, içerde ayaklanma meydana getirilsin” diyorlar, Vatikan organize ediyor. Bir konspirasyon kurumu! Gerçek gizli örgüt Vatikan!
Siz gizli örgütlerle ilgili geniş araştırmalar yapıyorsunuz. Neden bu örgütleri araştırmaya ilgi duydunuz?
Duymadım, bunları bilmeden TC Devleti’nin nerede durduğunu anlayamazsınız. Türkiye’de mason yok mu kardeşim? İttihat ve Terakkicilerin tamamı masondu. Biz nasıl bir siyaset izlendiğini, neden olayların o boyutlara gittiğini anlayabilmek istiyorsak, en azından İttihat ve Terakki’den başlasak 20’nci yüzyılda, İttihat ve Terakki’nin tamamı A’dan Z’ye mason. Mustafa Kemal’de mason olmuş bir dönem. Sırf işini yürütmek için. Başka türlü İttihat ve Terakki’ye girmek mümkün değil ki. O da mason olmuş, sonra da mason localarını kapatmış. “Bunlar Yahudi uşağıdır” demiş, kapatmış. Şimdi bunları bilmeden ne yapacağız?
Masonluk da karanlık bir çıkar örgütü mü size göre?
Evet. Bu benim sözüm değil. Bu sayın Bülent Ecevit’in yıllar önce yaptığı bir açıklama. “Masonluk kökü dışarda bir menfaat örgütüdür” diyor Ecevit 75 senesinde. Ama bizdeki masonluk, dandik masonluk. Bizdekilerin esamesi bile okunmaz. Bizdekiler emir kulu. Gerçek masonluk Fransa’da. Fransız Büyük Doğu Mason Locası. İşte bunlar bir ay önce bir açıklama yaptı. Dediler ki, “Fransa’da laiklik tehlikeye girmiştir, laikliği korumak Fransız Büyük Doğu Mason Locası’nın birinci vazifesidir. Onun için laikliği tehlikeye atan Fransa’daki müslümanlardır. Dolayısıyla biz bunun korunması için her türlü yolu deneyeceğiz” dediler. “Hangi yolu?” diye sorulduğunda, “Ona biz karışırız, size söylememize gerek yok” dediler. Şimdi demek ki bizimkiler de Fransız Büyük Doğu Mason Locası’na bağlı. Onlar hangi emri verirse öyle olacak. Arada Bilderberg oldu. Bilderberg’e katılanların arasında esas adamlar yok. Bunlar fasulyeden oynayanlar. Fehmi Koru vs… Ona bıyıkları kes, mason locasından izin al falan dediler. Şimdi o gidiyor. Orada oturacak şimdi o. Böyle büyük sır, mır bekliyor. Böyle sır, mır yok ama. Bizim gibi oturacaklar, kahveler gelecek önlerine. Diyecekler ki, “Bak Aslanım, biz Türkiye’yi 50 senedir kazıklıyoruz. Dinler arası diyalog, kültür, bilmem ne falan. Sen şimdi burada oturdun mu? Haa! Şimdi Türkiye’de dinler arası diyalog palavrasını yutturamıyorsunuz. Bu gerizekâ, müslüman denilen herifler uyandılar. Şimdi siz ne yapacaksınız? Gideceksiniz, dinler arası diyalog kampanyası tekrar başlayacak. Bu, medeniyetin kendisidir. AB’ye girmek istiyorsak eğer, biz zavallı müslümanlar da kendimizi değiştirmeliyiz. Biz zaten zavallı aşağılık insanlarız. Yüce Avrupa’nın katlarına çıkabilmemiz için bizim de bu laik, çağdaş düzeni ve her değerini benimseyip, hepsini yerine getirmemiz lazım. En başta da diyalog. Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar kardeş olarak bir arada olmalıdırlar.” Sonuç şu: Yahudiler ve Hristiyanlar birleşip Müslümanları istedikleri gibi halledebilirler. Bu da bunu yapacak. Olay da bu kadar. Şimdi ortada büyük sırlar, gizler yok! Dolayısıyla konuşulacak konu da yok. Şimdi gelse Fehmi Koru, karısı “Bana da mı söylemiyorsun, boşarım seni dese, “Yahu hanım ne diyeceğim sana?” diyecek. Söyleyecek laf yok yani. Unutmayın, en büyük sır olmayan sırdır. Olmayan sırrı taşımak ve korumak kadar da zor bir mesele yoktur. Masonlar da böyledir.
Tehdit ediliyor musunuz yazdıklarınızdan dolayı?
Çook! Yakın zamanda Abdullah Gül başbakan olduğunda bana altı tane koruma gönderdi. Ben istemedim. Şimdi benim kendi imkanlarımla sağladığım korumalarım var. Çünkü devletin korumasıyla dolaştığınız zaman daha açık hedef hale geliyorsunuz. Bunlar da benim hiç umrumda değil. Canlı yayında bile beni ölümle tehdit ettiler. Ben yapacağımı yaptım, söyleyeceğimi söyledim. Benim yazmak istediğim bir kitap var. Bunu yazmam iki üç sene sürecek. Zaten özel bir yerde yazmak zorundayım. Yazacağım, ondan sonra da “Allahaısmarladık, güle güle!”
Allahaısmarladık derken?
Yani gözüm arkada kalmadan gidebilirim öbür tarafa!
Kaynak:http://www.derki.com/ezoterik/aytunc-altindal-ile-sohbet/