EMRE MİYASOĞLU
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 13 Temmuz günü Cuma namazında tüm camilerden hocalar vasıtasıyla Müslümanlara verdirdiği hutbe/mesaj/bildiri/uyarı (artık adına ne dersek diyelim) ilk bakışta, genel itibariyle güzel ve anlamlı bulunabilir/di… Üzerinde yaşadığımız toprakların yalnızca bir ikamet alanı olmaktan öte bir vatan, ecdad diyarı olduğu ve bize yüz binler ve hatta milyonlarca şehidin emaneti olduğu vurgulanıyordu. Buna yürekten katılmayan bizim kardeşimiz değildir!
Yakın tarihimiz boyunca yaşadığımız darbelerden bir darbe olmasının yanısıra, Müslüman halka ve onun iradesine yönelik hain ve kanlı bir terörist darbe eylemi olan 15 Temmuz gecesinde yaşadığımız, belki yıllarca anlatılsa yaşamayanın anlayamayacağı derecede muhteşemdi. Buna yönelik verilen mesajlara katılmayan bir inançlı, imanlı insan olamaz elbette. Fakat o elim geceden bu yana, ısrarla vurguladığımız bir husus maalesef es geçiliyor. FETÖ, dini bir cemaat değildi, dini kullanan ve cahilleri kandırabilen bir şebeke idi. Din teröristi, münafık Fethullah Gülen bir hoca (şeyh/mürşid ise asla) değildi, onun takipçileri de birer “mürit” değildi. Aynı şekilde sapık misyoner Adnan Oktar da hiçbir zaman Adnan “Hoca” değildi, olamazdı; onun rezil şebeke üyeleri de asla mürid olamazdı. “Tarikat, şeyh, hoca, mürşid, mürid vs” gibi İslâm’ın hak tarikatleri ve tasavvufuna ait terminolojiyi, İslâm şeriatı ile alakası olmayan sapkınlıkları tanımlamakta kullanan zihniyetin yaptığı çok zekice bir lekeleme operasyonu. Yıllardır bu uyarılara kulak tıkayan tüm şahıs ve yayın organları, bu algı yönlendirme misyonunun bilinçli birer kuklasıdır.
Cumhuriyet tarihi boyunca planlı olarak, gerek cebren, gerekse sinsi bir şekilde dininden uzak tutulan ortalama Müslüman halkın zihni bir daha asla tasavvufa yönelmeyecek derecede kirletilmek istendi. Ve maalesef de bunda büyük ölçüde başarılı olundu. Diyanetin öteden beri var olagelen tarikat/tasavvuf karşıtı eğiliminin kendisini giderek net bir şekilde hissettirdiğini görüyoruz. 15 Temmuz darbe girişimini ise, bir taşla birkaç kuş birden vurma kabilinden planlayan dâhili ve hârici bedbahtlar, fiziki darbede başarılı olamadı görünse de, zihniyetlere büyük bir darbe vurdu. Tasavvufa ve tarikatlere mesafeli duran (daha doğrusu yüz yıl boyunca uzak tutulan halk) özel bir çabayla bütün cemaat ve tarikatlere yönelik şüpheci tavrını artık öteleyici, dışlayıcı bir tepkiye çevirdi. Zikir halkaları artık radikal birer ritüel olarak potansiyel tehdit unsuru görülüyor/gösteriliyor. Bu ise İslâm’dan beslenen Anadolu irfanının tesis edilmesinin en büyük âmili olan tarikat/tasavvuf mirasının reddi anlamına geliyor. Bu ise Anadolu’nun Anadolu oluşundan çıkışı anlamına gelir. Hafazanallah!
Anadolu’nun tasavvufla beslenen iman damarını hedefine koyanlar şunu asla unutmasınlar ki, 15 Temmuz dâhil olmak üzere bu topraklar için verilen savaşların hepsi gönlünü vatanı üzerine koyanların kendi canından vazgeçme hasleti sayesinde kazanıldı. Bu hasleti kanımıza kazıyan ise, dinimize olan bağlılığımızın aşk boyutuna ulaştığı tarikat ve tasavvuf kültürü sayesinde edindiğimiz irfan ve ihlastır.
Israrla tekrar ediyoruz, FETÖ, M. İslamoğlu’nun başını çektiği Mealci taife, Adnan sapkınlığı vesair benzeri sapık oluşumlar birer tarikat değiller ve hiçbir zaman olmadılar/olamazlar. Ne bu fasıklar hoca yahut şeyh, ne “sapık örgütleri” birer tarikat, ne de üyeleri “mürit” olmadılar, olamazlar da…
Diyanetin dikkatle hazırlandığı belli olan hutbesini dinlerken iki husus (diyanetin hak tarikatlere ve tasavvufa olan kasıtlı mesafesi nedeniyle) dikkatimizden kaçmadı:
“15 Temmuz’u bir daha yaşamamak için, dini şahıslar üzerine bina etmemek gerekir. Aklımızı, irademizi, vicdanımızı sorgulamaksızın bir başkasına teslim etmemeliyiz” cümlesi çok hassas bir ayrımın farkına varmayı gerektirir: Müslümanların, “Mümin” olma yolunda kendilerini irşad eden şeyh/mürşid gibi yüce zatlara olan aklî ve kalbî teveccühünü, münafık fasıkların takipçilerini saptırmak için cehaletten faydalanmasıyla aynı kefeye koymak en hafif söylemle cahilce ve en doğru tanımla adice bir tutumdur.
Fethullah Gülen’i, inanç terörü estirdiği yıllar boyunca eleştirmeye cesaret edemeyen, münafıklığını teşhis ve ilan etme lüzumu görmeyen Diyanet, kendisini siyasetin yönlendirdiği bir din anlayışının propagandasına esir etti. Hak olanı her koşulda söyleme görevini üstlenmek gibi aziz bir misyonu asla yüklenemeyen bu resmi ideoloji kurumu, varoluş kodlarının gereğini yerine getirerek her zaman derin devlet aklına hizmet etmekten geri duramadı/durmadı. Bugün, gelecek için benzeri bir tehdidin açık sinyallerini veren Mustafa İslamoğlu ve onun mealci taifesi başta olmak üzere, Peygamber (sav), hadis, sünnet karşıtı bid’at ehline, Ali Şeriati, Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani vesair sapkın felsefecilerin yolunu açtığı ehl-i sünnet karşıtı akıma yönelik hiçbir adım atmayan Diyanet’in tüm tarikatleri hedefe koyan tavrı nasıl izah edilebilir!? Tarihi camilerimizin önünde bütün dini ve ahlâki normlarımızı ayaklar altına alırcasına yarı çıplak gezinen iffetsizlere yönelik herhangi bir eleştiri/uyarı yapma lüzumu duymayan Diyanet’in zikir ehline yönelik bu tutumu belirli bir maksat güdüldüğünün göstergesi değil de nedir?
İkinci husus ise, “Müslümanların büyük çoğunluğunun üzerinde yürüdüğü MUTEDİL YOLun dışında kalan bütün anlayışların sırat-ı müstakimden sapma anlamına geldiğini bilmeliyiz” cümlesinin net olmayışı. Sırat-ı müstakim olan bu mutedil yol EHL-İ SÜNNET yoludur ve geriye kalan hepsi bid’attir, sapkınlıktır. Anadolu’da baş gösteren Şialaşma tehdidini önlemek için kılını kıpırdatmayan, ashaba yönelik türlü densizliklere cür’et eden hoca kılıklı sapkınlara karşı Müslüman halkı uyarma lüzumu görmeyen, tepki çekmekten korkan ve hakkı söylemekten çekinen bir kurumun tüm inanç damarları kurum bağlamıştır.
Şunu açıkça söylemeyi imanımızın gereği olarak görüyoruz:
Tarikat ve tasavvuf düşmanları…
FETÖ ve benzeri inanç terörü yapılanmalarının birer “tarikat” olarak lanse edilmek suretiyle hak tarikatlere karşı başlatılan bu adi savaşınızda Müslüman Anadolu halkı olarak karşınızdayız. 14 asırlık Peygamber (sav) emaneti olan altın silsileye karşı yürüttüğünüz çürük politikanın, bu topraklarda asla tutmayacağını size tekraren hatırlatıyoruz. Anadolu bir şeyhler, evliyalar diyarıdır ve bu gerçek sizin iddia ettiğiniz gibi “esatir’ul-evvelin” değildir; Anadolu bizzat kıyamete kadar sürecek hak yolun hizmetkârıdır, sahip olduğu değeri de buna borçludur. Hizmet ettiğiniz inanç terörü örgütleriyle birlikte siz de bu topraklardan habis birer ur gibi atılacağınız günü bekleyin…