KUR’AN-I KERİM’İN HZ. PEYGAMBER ve SÜNNETİNE VERDİĞİ KIYMET
İslam dininin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin söz, fiil ve takrirlerinden meydana gelen Sünnet-i Seniyye’dir. Bu iki temel kaynağın birlikteliği ve birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceği hususunda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır.
”تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ، لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا: كِتَابَ اللهِ وَ سُنَّةَ نَبِيِّهِ صَلّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ.”
“Size sıkı sarıldığınız sürece sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti.”
Ancak günümüzde bir takım kimseler, “Kur’an bize yeter.” diyerek Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ’in sünnetini devre dışı bırakmaya çalışmakta, onun dinde delil oluşu ve sıhhati hususunda şüphe uyandırmaya gayret etmekte, bir kısım insanlar da, bu gibi sözlerin etkisinde kalarak sünnete uymakta gevşeklik göstermekte ve herhangi bir mevzuda bir hadis-i şerif delil olarak zikredildiği zaman önemsememektedirler.
Sünneti devre dışı bırakan, ona karşı kayıtsız kalan, onu önemsemeyen bir takım kimselerin kendisinden sonra ortaya çıkacağını Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir mucize olarak biz ümmetine haber vermiş ve şöyle buyurmuşlardır.
”أَلآ إِنِّى أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَ مِثْلَهُ مَعَهُ أَلآ يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا الْقُرْآنِ فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ، وَ مَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ”…الحديث
“Dikkat edin! Muhakkak ki bana Kitab(Kur’an-ı Kerim) ile onun bir benzeri de verildi. Dikkat edin! Rahat koltuğuna kurulmuş, karnı tok saygısız bir adamın şöyle demesi yakındır: Size bu Kur’an yeter. Onda neyi helal bulursanız helal kabul ediniz, neyi de haram bulursanız haram kabul ediniz…”
Halbuki, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Hz. Allah, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i ve onun sünnetini çok müstesna bir mevkide konumlandırmaktadır. Şimdi İslam dininin birinci kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’den hareketle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ve Sünnet-i Seniyyesinin / Hadis-i Şeriflerinin yerini ve kıymetini tesbit etmeye ve sünnetsiz islam anlayışının Kur’an Kerim ile bağdaşmadığını ortaya koymaya çalışalım.
1-Hz. Peygamber (S.A.V.)’e İman
Müslüman olmanın ilk şartı olan Kelime-i Şehadette Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ismi Allahü Teala’nın ismiyle birlikte yer almıştır. Haliyle Hz. Peygambere iman müslümanlığın önde gelen şartlarındandır. Ayrıca ona inanmanın lüzumu hakkında Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet-i kerime mevcuttur.
”قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّى رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِى لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَ الأَرْضِ لآ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِى وَ يُمِيتُ فَآمِنُوا بِاللّهِ وَ رَسُولِهِ النَّبِىِّ الأُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَ كَلِمَاتِهِ وَ اتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ”
“De ki; ey insanlar! Haberiniz olsun ben size sizin hepinize Allah’ın Rasulüyüm. O Allah ki, bütün Semavat-ü Arzın mülkü Onun, Ondan başka ilâh yok, hem diriltir hem öldürür, onun için gelin iman edin Allah’a ve Rasulüne, Allah’a ve Allah’ın bütün kelimatına iman getiren o ümmî Peygambere, ve ittiba edin ona ki hidayete erebilesiniz.”
”فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَ رَسُولِهِ وَ النُّورِ الَّذِى أَنْزَلْنَا وَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ”
“Onun için siz Allah’a, Rasulüne ve indirdiğimiz nura iman ediniz. Ve Allah her ne yaparsanız haberdardır.”
”وَ مَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَ رَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا”
“Her kim Allah’a ve Rasulüne inanmazsa bilsin ki biz kafirler için bir çılgın ateş hazırlamışızdır.”
Bu ayetlerde Allah’a imandan hemen sonra Rasûlüne iman zikredilmiştir. Hiç şüphesiz Rasûle iman onun sadece bir peygamber olduğuna iman ile sınırlı değildir. Bu iman O’nun, Kur’an-ı Kerim’de zikri geçsin veya geçmesin Allah katından getirmiş olduğu bütün emirleri, nehiyleri, hükümleri kabul ve tasdiki de içine alır.
İmam-ı Şafiî Hz. (204/819) Rasûle iman ile alakalı olarak; ”Allah Teala kendisine ve Rasûlüne imanı diğer bütün amellerin başlangıcı ve kamil imanın kaynağı yapmıştır. Bir kul Allah’a iman edip de Rasûlüne iman etmese imanı tamam ve sahih olmaz, hatta kabul görmez.” demiştir.
2-Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Üsve-i Hasene Olması
Kur’an-ı Kerim’de Rasûllah Efendimiz (s.a.v.) bizzat Hz. Allah tarafından ebedî saadete talib olanlar için her yönüyle örnek bir şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Konu ile alakalı ayetlerde şu veya bu konuda diye bir kayıt konulmamış olması O’nun her hususta insanlar için örnek alınması gereken bir rehber olduğunu göstermektedir.
”لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِى رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَ الْيَوْمَ الْآخِرَ وَ ذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا”
“ Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah’da pek güzel bir örnek vardır. Allah’a ve ahiret gününe ümit besler olup da Allah’ı çok zikreyleyen kimseler için.”
Bu ayet-i kerimede Müslümanların pratik olarak dini yaşayabilmek için bir örnek şahsiyete ihtiyaçlarının olduğundan bahsedilmektedir. Yine buradan bu numune şahsiyetin Peygamber efendimiz (s.a.v.) olduğu ve O olmadan dinin doğru bir şekilde yaşanamayacağı anlaşılmaktadır.
3-Hz. Peygamber’e Kur’an-ı Kerim Dışında da Vahiy Gelmesi
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ’in sünnetine karşı lakayt değerlendirmelerde bulunan, onu umursamayan bir takım kişileri buna iten sebeplerden bir tanesi de sünneti ve hadisleri vahiy dışı olarak görmeleridir. Halbuki sünnetin bir kısmı vahiy mahsulü bir kısmı da vahyin kontrolü altındadır.
Vahiy, vahy-i zahir ve vahy-i batın olmak üzere iki kısımdır. Vahy-i zahir, Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Kudsî, ve Hadis-i Şeriflerdir. Vahy-i batın ise Rasûlullah (s.a.v.)’ın içtihadlarıyla nail oldukları şeylerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir mesele ile karşılaştığında öncelikle Allahü Teala’dan gelecek vahy-i zahiri beklerdi ki; bu Ayet-i Kerime, Hadis-i Kudsî veya Hadis-i Şerif şeklinde olabilirdi. Vahy-i zahir gelmeyecek olursa kendi içtihadı ile amel ederdi. Eğer içtihadında isabet edemezse hemen Cenab-ı Hak tarafından ikaz olunurdu. Dolayısıyla Rasulullah’ın yapmış olduğu içtihadları (vahy-i batın) da bizzat Allahü Teala tarafından tasdik ediliyordu.
Sünnetin bir kısmının vahiy kaynaklı bir kısmının da vahyin kontrolünde olması dindeki kıymetini ortaya koymaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman vahyin sadece peygamberlere gönderilen ilahi kitaplarla sınırlı olmadığını, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ’e Kur’an-ı Kerim’in dışında da vahiy verildiğini görmekteyiz.
”وَ لَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَ رَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ أَنْ يُضِلُّوكَ وَ مَا يُضِلُّونَ إِلاَّ أَنْفُسَهُمْ وَ مَا يَضُرُّونَكَ مِن شَىْءٍ وَ أَنْزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ وَ عَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَ كَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا”
“Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitab (Kur’an)’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.”
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِنْكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَ يُزَكِّيكُمْ وَ يُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ وَ يُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ”
“Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.”
Bu ve benzeri ayet-i kerimelerde Kitab’a ilaveten Rasûlullah’a verildiği zikredilen “hikmet” alimlerce, “sünnet” olarak tefsir edilmiştir. Mesela, İmam-ı Şâfiî Hz. bu görüşünü şöyle dile getirir:
“Allahü Teala (burada) önce Kitab’ı -ki ondan maksat Kur’an’dır- ardından da hikmeti zikretmiştir. Kur’an ilimleri sahasında ehliyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki hikmetten kasıt, Rasûlullah’ın sünnetidir. Çünkü önce Kur’an-ı Kerim zikredilmiş peşinden ayrı olarak hikmet eklenmiştir.”
İmam-ı Evzâî’de Hasan b. Atıyye’nin (r.a.) “Cibril Kur’an-ı Kerim’i indirdiği gibi sünneti de peygambere getiriyordu.” dediğini nakleder.
Bu meseleyi şu Ayet-i Kerime en güzel şekilde izah eder.
”وَ مَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْىٌ يُوحَى”
“O, hevâdan (arzularına göre) söylemiyor. O sade bir vahiydir ancak vahyolunur.”
“O bir şair olmadığı gibi keyf ve arzusuna göre hüküm sürmek isteyen ehl-i hevâdan da değildir.”
4-Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Kur’an-ı Kerim’i Açıklama Görev ve Yetkisi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’in en temel vazifesi tebliğ vazifesidir. Tebliğ O’nun Allahü Teala’dan aldığı vahyi insanlara eksiksiz olarak aktarmasıdır. İkinci önemli vazifesi de tebliğ ettiği şeyleri insanlara açıklamak yani tebyindir. Hadis-i Şerifler de bu noktada önem arzetmektedir.
”بِالْبَيِّنَاتِ وَ الزُّبُرِ وَ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ”
“Beyyinelerle ve kitaplarla sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür ederler.”
Bu ayet-i kerimeden de anlıyoruz ki vahyin açıklanması Rasûlullah’ın arzusuna bırakılmamış, bu, vahiy ile O’na bir vazife olarak verilmiştir. Bu yüzden de O bir açıklama yaptığı zaman her hangi bir kimsenin açıklaması gibi düşünülemez. O’nun açıklaması bağlayıcıdır. Kabulü ve tatbiki gerekir.
Bu Ayet-i Kerime’de Allahü Teâla Hz. Peygamber’e Kur’an-ı Kerim’i açıklama görevini vererek, buna ihtiyaç duyulacak ayetlerin varlığına da zımnen işaret etmiş olmakta ve bu meselede önce O’na başvurmamızı öngörmektedir.
”وَ مَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِى اخْتَلَفُوا فِيهِ وَ هُدًى وَ رَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ”
“Sana bu kitabı indirmemiz de ancak şunun içindir ki onlara hakkında ihtilaf ettikleri şeyi beyan edesin ve iman edeceklere bir hidayet, bir rahmet olsun.”
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk ve en yetkili açıklayıcısıdır. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a.v) ’in sözlü açıklamalarına ve fiili uygulamalarına yani sünnete/hadise sımsıkı sarılmak biz müminlere düşen en önemli vazifelerdendir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Kur’an-ı Kerim’i tebyini, mücmel ayetleri açıklamak, umûmîlik ifade eden ayetleri tahsis etmek, ayetlerdeki mutlak ifadeleri takyid etmek, ayetlerdeki hükümleri teyid etmek, Kur’an-ı Kerimde bulunmayan hükümler koymak ve neshe işaret etmek gibi şekillerde olmuştur.
5-Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Verdiği Hükümlerin Kabülünün Gerekliliği
Hz. Allah Peygamberimize ayetleri açıklama vazifesi verdiği gibi hüküm koyma yetkisi de vermiştir. Biz ümmete düşen ise, verilen hükmü gönül rahatlığı ile kabul edip onun gerektirdiği şekilde hareket etmektir.
”فَلاَ وَ رَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِى أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَ يُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا”
“Yok, yok Rabbine kasem ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefislerinde hiçbir darlık duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hak insanların aralarındaki ihtilafları Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e götürmelerini, verilen hükümleri gönülden kabul edip onlara tam bir teslimiyet göstermelerini istemektedir. Tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olunamayacağını da açık bir şekilde belirtmektedir.
”وَ مَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَ لَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَ رَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَ مَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَ رَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا”
“Bununla beraber gerek bir mümin için ve gerek bir mümine, Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman o işlerinden ihtiyar kendilerinin olmak olamaz ve her kim Allah ve Rasulüne asî olursa açık bir sapıklık etmiş olur.”
”إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَ رَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَ أَطَعْنَا وَ أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ”
“Aralarında hükmetmesi için Rasulü ile Allah’a davet olundukları zaman müminlerin sözü ancak “سمعنا و اطعنا” demeleridir. İşte bunlar felah bulacak olanlardır.”
Cenab-ı Hak, yukarıda verilen Ayet-i Kerime’lerde münakaşa edilen, ihtilafa düşülen bir meselenin Allahü Teâlâ’nın kitabı ve Rasûlünün sünnetine başvurularak halledilmesini emretmektedir. Yine onların vermiş oldukları hükümler hakkında tercih hakkının bulunmadığı, verilen hükümlere karşı gelinmesi halinde apaçık bir sapıklık içerisinde olunacağı, bunlara “işittik ve itaat ettik” diyenlerin ise kurtuluşa erecekleri ifade edilmektedir. Yani ebedî kurtuluşun reçetesi Kitap ve Sünnetin hükümlerine boyun eğmektir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) hüküm verirken bazen doğrudan bir ayete dayanmış, bazen Kur’an dışı bir vahye istinat etmiş, bazen de dini en iyi bilen kişi olarak kendi içtihadıyla hareket etmiştir. Ama her hal ü karda O’nun peygamberlik vazifesiyle yaptığı bütün tasarrufları ilahi kontrolden geçmiştir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ’in Kur’an-ı Kerim’de olmayan hususlarda vermiş olduğu hükümlere misal olarak, beş vakit namazın vakti, rekâtları, nasıl kılınacağı, namazlarda Kabe-i Muazzama’dan önce Beyt-i Makdis’e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, zekatın miktarı, hırsızın hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezalandırılabileceği, hayızlı kadının namaz kılamaması, oruç tutamaması, ninenin mirası gibi konular sayılabilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’an-ı Kerim’de olmayan hususlarda hüküm verme görev ve yetkisi verildiği gibi, yine onda olmayan hususlarda helal ve haram kılma yetkisi de verilmiştir. Bu husus Ayet-i Kerimelerde şöyle ifade edilmektedir.
”اَلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِىَّ الأُمِّىَّ الَّذِى يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِى التَّوْرَاةِ وَ الإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَ يَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَ يُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَ يُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَ يَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَ الأَغْلاَلَ الَّتِى كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَ عَزَّرُوهُ وَ نَصَرُوهُ وَ اتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِى أُنْزِلَ مَعَهُ أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ”
“Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları o Rasule o, ümmi Peygambere ittiba ederler ve onlara maruf ile emreder ve onları münkerden nehyeyler ve temiz hoş şeyleri kendileri için halâl, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini ve üzerindeki bağları, zincirleri indirir, atar. O vakit ona iman eden, ona kuvvetle tazim eyleyen, ona yardımcı olan ve onun nübüvvetiyle beraber indirilen nuru takip eyleyen kimseler, işte murada eren müflihin onlar.”
”قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَ لاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَ لاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَ رَسُولُهُ وَ لاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَ هُمْ صَاغِرُونَ”
“O kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah’a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiğini haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyen kimselere küçülmüş oldukları halde elden cizye verecekleri hale kadar harp edin.”
Cenab-ı Hak birinci ayette helal ve haram kılma işini doğrudan Rasûlullah’a isnad etmiş, ikinci ayette ise haram kılma işini kendisi ile birlikte Rasûlune de isnad etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de bulunmayıp bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından haram kılınanlara misal olarak, bir kadının halası, teyzesi, kız kardeşinin kızı ve erkek kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamayacağı, erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haramlığı, ehlî eşeklerin, köpek dişli yırtıcı hayvanlarla yırtıcı kuşların etlerinin yenmesinin haramlığı sayılabilir.
Bu konuyla alakalı bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِىٍّ حَدَّثَنَا مُعَاوِيَةُ بْنُ صَالِحٍ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ جَابِرٍ اللَّخْمِىِّ عَنِ الْمِقْدَامِ بْنِ مَعْدِيكَرِبَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم: “أَلاَ هَلْ عَسَى رَجُلٌ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ فَيَقُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللَّهِ فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَلاَلاً اسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَرَامًا حَرَّمْنَاهُ وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ”.
Dikkat edin! Sizden biriniz koltuğuna kurulduğu halde benden bir hadis kendisine ulaşacak ta o kimse şöyle diyecek: “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var. Bu kitapta neyi helal olarak bulursak onu helal sayar, haram olan hususları da haram kabul ederiz. Gerçekten Allah Rasülünün haram kıldığı bir şey de Allah’ın haram kıldığı gibidir.
6-Peygamber Efendimize İtaat ve İttiba
Kur’an-ı Kerim’de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’e itaat etmemiz emredilmiş ve Rasûle itaat pek çok yerde Allah’a itaatle birlikte zikredilmiştir. Böylece Rasûlullah’a itaatin Allahü Teala’ya itaat demek olduğu çokca vurgulanmıştır. Hiç şüphesiz, Rasûle itaat hayatında olduğu gibi, ölümünden sonra da farzdır. Bu da elbette onun sünnetine uyularak gerçekleştirilecektir.
”مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَ مَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا”
““Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yan bükerse (yüz çevirirse) üzerlerine seni gözcü de göndermedik.”
” … وَ مَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَ مَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَ اتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ”
“Peygamber size her ne emir verirse tutun. Nehy ettiğinden de sakının ve Allah’dan korkun. Çünkü Allahشديد العقاب” “(azabı şiddetli)dir.”
Bir ayet-i kerimede de Allah sevgisinin peygambere ittibaya bağlanmış olması çok dikkat çekicidir.
”قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَ اللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ * قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَ الرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ”
“De ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah gafurdur, rahîmdır. De ki, Allaha ve Peygambere itaat edin; eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”
Allah Teala kendisini sevdiğini iddia edenlere, eğer bu sözlerinde samimi iseler, Rasûlullah’a uymalarını ve ona muhalefet etmemelerini emretmektedir. Peygambere uymak demek onun emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından kaçmak ve her konuda onu örnek almak demektir.
Peygamber Efendimiz de kendi konumunu ve kendisine itaati bir hadis-i şeriflerinde şöyle temsil ederek anlatmaktadır:
7283 – حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ، حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، عَنْ بُرَيْدٍ، عَنْ أَبِي بُرْدَةَ، عَنْ أَبِي مُوسَى، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: ” إِنَّمَا مَثَلِي وَمَثَلُ مَا بَعَثَنِي اللَّهُ بِهِ، كَمَثَلِ رَجُلٍ أَتَى قَوْمًا فَقَالَ: يَا قَوْمِ، إِنِّي رَأَيْتُ الجَيْشَ بِعَيْنَيَّ، وَإِنِّي أَنَا النَّذِيرُ العُرْيَانُ، فَالنَّجَاءَ، فَأَطَاعَهُ طَائِفَةٌ مِنْ قَوْمِهِ، فَأَدْلَجُوا، فَانْطَلَقُوا عَلَى مَهَلِهِمْ فَنَجَوْا، وَكَذَّبَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ، فَأَصْبَحُوا مَكَانَهُمْ، فَصَبَّحَهُمُ الجَيْشُ فَأَهْلَكَهُمْ وَاجْتَاحَهُمْ، فَذَلِكَ مَثَلُ مَنْ أَطَاعَنِي فَاتَّبَعَ مَا جِئْتُ بِهِ، وَمَثَلُ مَنْ عَصَانِي وَكَذَّبَ بِمَا جِئْتُ بِهِ مِنَ الحَقِّ ”
“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği İslam’ın durumu bir topluluğa gelip şöyle diyen kişinin durumuna benzer:
– Ey milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan orduyu gözlerimle gördüm. Ben size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın!
Bu sözler üzerine ahalinin bir kısmı ona itaat etti ve akşamdan yola çıkarak tabi bir yürüyüşle bulundukları yeri terk edip gittiler, kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladı, yerlerinde kaldılar. Ordu sabaha karşı onlara baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte bu hal, bana itaat, getirdiklerime ittiba edenler ile bana isyan ve Hak’tan getirdiklerimi yalanlayan kimselerin durumunun ta kendisidir. (Buhârî, i’tisam, 2)
7-Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e İsyan Etmenin Yasak olması
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Rasûlullah’a itaati emrettiği gibi ona yapılabilecek her türlü isyanı da yasaklamıştır.
”وَ مَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَ رَسُولَهُ وَ يَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَ لَهُ عَذَابٌ مُهِينٌ”
“Her kim de Allah’a ve Resulüne âsi olub hududunu aşarsa onu da bir ateşe sokar içinde ebedi kalmak üzere o, Hem ona tezlil edici bir azab var.”
”وَ مَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَ يَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَ نُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَ سَاءَتْ مَصِيرًا”
“Her kim de kendisine hak tebeyyün ettikten sonra Peygambere muhâlefette bulunur ve mü’minler yolunun gayrısına giderse biz onu gittiğine yolda bırakırız ve kendisine Cehennemi boylatırız ki o ne fena gidiştir.”
”ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَآقُّوا اللّهَ وَ رَسُولَهُ وَ مَنْ يُشَاقِقِ اللَّهَ وَ رَسُولَهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ”
Böyle, çünkü onlar Allaha ve Resulüne karşı geldiler ve kim Allaha ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki Allahın ıkabı şiddetlidir.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaati emreden ve ona karşı gelmeyi yasaklayan bu ayetler, ona itaatin isteğe bağlı değil zorunlu olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.
8-Peygamber Efendimizin İnsanlara Doğru Yolu Göstermesi
Peygamber Efendimiz kendisine itaat eden ve kendisinin yolundan gidenleri doğru yola götürür. Onun kendisine tabi olanları daima iyiye ve en güzele götüren bir rehber olduğu bizzat Allahü Teala tarafından tesbit edilmiş ve garanti altına alınmıştır. Bu husus Yüce Allah tarafından pek çok ayette ifade edilmiştir.
”قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَ أَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَ عَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ وَ إِنْ تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَ مَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ”
“De ki: Allah’a itaat edin ve Rasüle itaat edin. Yine dinlemezseniz artık onun üzerindeki ancak ona yükletilen sizin üzerinize de size yükletilendir ve eğer ona itaat ederseniz hidayete erersiniz. Rasulün üzerindeki ise ancak açık bir tebliğdir.”
”وَ كَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِى مَا الْكِتَابُ وَ لَا الْإِيمَانُ وَ لَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِى بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَ إِنَّكَ لَتَهْدِى إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ * صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِى لَهُ مَا فِى السَّمَاوَاتِ وَ مَا فِى الْأَرْضِ أَلآ إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ”
“Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahyettirdik, sen kitap nedir? İman nedir? Bilmiyordun ve lakin biz onu bir nur kıldık ve emin ol sen her halde doğru bir yola çağırıyorsun. O Allah’ın yoluna ki göklerde ne var yerde ne varsa hep onundur, uyan! Bütün işler döner dolaşır Allah’a varır.”
”وَ إِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ”
“Doğrusu sen onları dosdoğru bir caddeye çağırıyorsun.”
Bu ayetlerden bizzat Hz. Allah’ın şahitliği ile anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber bütün sözleri, fiilleri, takrirleriyle (hadis/sünnet) doğru yoldadır ve insanları doğru yola götürmektedir.
(Böyle bir şey mümkün olmamakla birlikte) Şayet Rasûlullah (s.a.v) kendisine uyanları doğru yoldan ayırmış veya Allahü Teâla adına bir söz veya hareket tarzı uydurmuş olsaydı elbette Cenab-ı Hak şu Ayet-i Kerimede işaret ettiği gibi buna en şiddetli bir şekilde müdahale ederdi.
”وَ لَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ * لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ * ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ * فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ”
“O, bize isnâden bazı laflar uydurmaya kalkışsaydı, Elbette biz onu ondan dolayı yeminiyle yakalar. Sonra da ondan vetinini (iliğini)keser atardık. O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.”
Netice olarak, “Kur’an bize yeter. Onda neyi bulursak alırız, onda bulamadığımızı almayız.” anlayışında olan, sünnete karşı lakayt değerlendirmelerde bulunan kimselere en güzel cevabı yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim; üsve-i hasene olan Rasülüllaha imanın farz olduğunu, Ona itaat ve ittibanın gerekli olup muhalefetin yasaklandığını, vermiş olduğu hükümlere gönülden teslim olmanın imanın bir gereği olduğunu belirtmek suretiyle vermiştir.
11