“LEVLAKE LEVLAKE…” HADİS-İ KUDSİSİ
Acemi bir yazar, ilk kitabını tecrübeli bir yazara götürerek incelemesini istemiş. Bir süre sonra heyecanla kanaatini öğrenmek için gittiğinde usta yazar şöyle demiş; “Kitabını okudum. içinde bir çok yeni şey ve bir çok hakikat var.” Acemi yazarın heyecanı tam sevince dönüşecekken usta yazar devamla: “Fakat kitabındaki hakikatlerin hiçbiri yeni değil, yeni olanların da hiç birisi hakikat değil” demiş.
Evet günümüzde eli kalem, dili kelam tutan herkes bir şeyler söylüyor. Fakat dile getirilen hakikatlerin hiçbirisi yeni değil, yenilerinde hiçbirisi hakikat değil. Bu, en fazla da hedef tahtasına oturtulan ve sistemli olarak tarumar edilmeye çalışılan “hadis” meselelerinde böyle… “Kimin neye, nasıl inanacağını ve kime güveneceğini şaşırtmak” herhalde bu sistemi dizayn edenlerin ana gayelerinden biri olsa gerek. Üzerinde düşünülmesi ve sorulması gereken soru şu; Biz, bize gelen haberlerin Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ait olduğunu mu, yoksa bizim aciz aklımıza uygunluğunu mu sorguluyoruz? Eğer Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e aidiyetini sorguluyorsak; akıllı kimsenin yapacağı şey o ilmin menbaına, saadetli asra yakın yaşamış olan zatların kitaplarına müracaat ve rivayetlerine itimattır. Yok eğer biz rivayetleri akıl kantarına arz edip yeni şeyler bulma hayal ve gayretindeysek bunların hakikatten nasibi yoktur.
Elbette Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ait olmayan bir rivayeti ona isnat etmek büyük bir iftiradır. Fakat onun söylediği şeye mevzû demek de bir o kadar günah ve iftira değil midir? Muhaddislerimiz ve müfessirlerimizin yüksek gayretleri ve muazzam himmetleriyle bütün hadisi şerifler, kategorilere ayrılmıştır. Sonradan gelenlerin onların sahih saydığı bir hadisi şerifi zayıf, zayıf saydığı bir hadisi şerifi ise mevzû sayma hakları yoktur. Hem nasıl olabilir ki. Biz bile bir zamanda bir memlekette olan bir hadiseyi ve söylenen sözleri, o memlekete hem zaman olarak hem de mekan olarak yakın kimselere sorup sıhhatli bilgi alabiliyoruz. O halde biz evvela kime itimat edeceğimizi, kime güveneceğimizi ve kimin yolundan gideceğimizi iyi tespit etmeli, daha sonra rivayetleri onlara arz etmeliyiz. Hadis okumaktan aciz sünnet tenkitçilerine mi, yoksa yüz bin[1]/üç yüz bin[2] hadisi şerifi metni, bütün ravileri ve bu ravilerin cerh ve ta’dîl noktasından halleriyle ezberleyen muhaddislere mi güveneceğiz. Bu yazının kaleme alınmasına vesile olan “Levlâke Levlâk Lemâ Halektu’l-Eflâk” (Sen olmasaydın, sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım) hadisi kudsisini inşallah bu minval üzere ele alacağız. Evvela bu hadisi şerifin rivayet edildiği sahih kaynaklarımızı ve rivayetlerimizi zikredecek, daha sonra itirazcıların sözlerine yer verip, suallerini cevaplamaya çalışacağız. Tabi ki bizim ayrı bir hususiyetimiz de Ehl-i Tasavvuf olmak olduğundan, sened-i manevî ve keşfî hadislerle alakalı malumatı da bu risalenin sonuna ilave edeceğiz. Gayret bizden, himmet piranımızdan, muvaffakiyet Allah’tandır.
لولاك لولاك لما خلقت الافلاك
Sen olmasaydın, sen olmasaydın Eflâki yaratmazdım
1- Mevâhib-i Ledünniyye (İmam Kastalânî): Bu hadisi şerifle alakalı göstereceğimiz delillerimizin ilki İmam Kastalânî hazretlerinin “Mevâhib-i Ledünniyye” isimli eseridir. Kendisi hadis ilminde “hâfız” unvanına sahip olan İmam Kastalânî hazretleri, aynı zamanda on dört kıraati ve rivayetlerini bilmesi sebebiyle kırâet ilminde de otoriteydi. Aynı zamanda da Kelâm ilminde de âlimdi.
Kastalânî’nin bu eseri, tüm Ehl-i sünnet âlimleri’nin takdirini toplamış ve kabule şayan görülmüştür. Sokullu Mehmet Paşanın teşvikiyle devrin en büyük şairlerinden Nâbi, bu şaheser kitabı terceme ederek Türkçemize kazandırmıştır. O halde biz bu eserin muhtelif yerlerinde geçen rivayetlerden birkaç tanesiyle iktifa ederek, rivayetleri aktarmaya başlayalım;
ويروى أنه لما خلق الله تعالى آدم، ألهمه أن قال: يا رب، لم كنيتنى أبا محمد، قال الله تعالى: يا آدم ارفع رأسك، فرفع رأسه فرأى نور محمد- صلى الله عليه وسلم- فى سرادق العرش، فقال: يا رب، ما هذا النور؟ قال: هذا نور نبى من ذريتك اسمه فى السماء أحمد، وفى الأرض محمد، لولاه ما خلقتك ولا خلقت سماء ولا أرضا.
ويشهد لهذا، ما رواه الحاكم فى صحيحه أن آدم- عليه السّلام- رأى اسم محمد- صلى الله عليه وسلم- مكتوبا على العرش، وأن الله تعالى قال لآدم لولا محمد ما خلقتك.
Rivayet olunduğuna göre Allahü Teala Hazretleri, Adem (a.s)’ı yarattığı zaman kalbine ilham etti ve Adem (a.s): ” Ya Rabbi! Bana Niçin Ebû Muhammed diye künye verdin?” diye sordu. O zaman Allahü Teala emredip: “Ey Adem başını kaldır!” buyurdu. Hazreti Adem başını kaldırıp bakınca Arş üzerinde Rasulüllah Efendimizin pak nurunu gördü. “Ya Rab! Bu nur hangi nurun aslıdır?” dedi. Hak Teala: “Bu nur senin zürriyetinden bir peygamberin nurudur ki, onun ismi göklerde Ahmed, yerde Muhammed’dir. Eğer o olmasaydı seni yaratmazdım, yerleri ve gökleri de halketmezdim” diye buyurdu. Hadis İmamlarından Hâkim’in Sahih’inde rivayet ettiği de buna şahittir ki, şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphesiz Adem (a.s) Rasülullah Efendimiz’in şerefli ismini Arş üzerine yazılmış gördü. Allahü Teala hazretleri: Ey Adem! Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım, buyurdu.”
وروى أنه لما خرج آدم من الجنة رأى مكتوبا على ساق العرش وعلى كل موضع فى الجنة اسم محمد- صلى الله عليه وسلم- مقرونا باسم الله تعالى، فقال يا رب هذا محمد من هو؟ فقال الله: هذا ولدك الذى لولاه ما خلقتك. فقال: يا رب بحرمة هذا الولد ارحم هذا الوالد، فنودى: يا آدم، لو تشفعت إلينا بمحمد فى أهل السماوات والأرض لشفعناك.
Rivayet olunduğuna göre Adem (a.s) cennetten çıkarıldığı zaman bakıp gördü ki, Arş’da ve cennetin her yerinde Allahü Teala’nın şerefli isminin yanına Muhammed ismi yazılmıştı. Adem (a.s): “Ey Rabbim! Bu Muhammed kimdir?” diye sordu. Allahü Teala buyurdu ki: “Bu senin evladından o kimsedir ki, eğer o olmasaydı seni yaratmazdım.” O zaman Adem (a.s) “Ey Rabbim! Beni bu oğlum hürmetine sen affet ve merhamet et” Allahü Teala buyurdu ki: “Ey Adem! Eğer göklerin ve yerin halkı hakkında bu oğlun hürmetine benden şefaat dilesen şefaatin makbul olur.”
وعن عمر بن الخطاب قال: قال رسول الله- صلى الله عليه وسلم-: «لما اقترف آدمالخطيئة قال: يا رب، أسألك بحق محمد لما غفرت لى، فقال الله: يا آدم، وكيف عرفت محمدا ولم أخلقه؟ قال: لأنك يا رب لما خلقتنى بيدك، ونفخت فىّ من روحك، رفعت رأسى فرأيت على قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك، فقال الله تعالى: صدقت يا آدم، إنه لأحب الخلق إلىّ، وإذ سألتنى بحقه قد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك. رواه البيهقى فى دلائله من حديث عبد الرحمن بن زيد بن أسلم وقال تفرد به عبد الرحمن ورواه الحاكم وصححه، وذكره الطبرانى وزاد فيه: وهو آخر الأنبياء من ذريتك.
Ömer bin Hattab (r.a) Hazretlerinden rivayet edilmiştir ki, şöyle dedi: Rasülullah Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki: “Adem (a.s) zellesinden dolayı suç irtikab ettiği zaman: Ey Rabbim! Muhammed hakkı için beni bağışla, dedi. Allahü Teala buyurdu ki: Ey Adem! Sen Muhammed’i nerden biliyorsun? Ben onu henüz yaratmadım. Bunun üzerine Adem (a.s): Şuradan biliyorum ki, sen beni kudretinle yaratıp bana ruh üflediğin zaman başımı kaldırıp Arş üzerine “Lâ İlâhe İllallâh Muhammedün Rasûlüllah” yazılmış olduğunu gördüm. Bildim ki sen şerefli ismini ancak yarattıklarının en sevgilisi olan bir kimsenin ismine bağlarsın. Bunun üzerine Allahü Teala: Ey Adem! Doğru söyledin. O bana mahlukatın en sevgilisidir. Madem ki onun hürmetine benden mağfiret istedin bende seni mağfiret ettim. Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım, diye buyurdu. Bunu Beyhakî Delâilü’n-Nübüvve eserinde Abdurrahman bin zeyd bin Eslem’den rivayet etmiştir. Yine bu hadis-i Şerifi İmam Hâkim Müstedrek’inde rivayet etmiş, İmam Taberanî ise bu rivayete (O senin zürriyetinden olan nebilerin sonuncusudur) ifadesini ziyade etmiştir. ”
وفى حديث سلمان عند ابن عساكر قال: «هبط جبريل على النبى صلى الله عليه وسلم- فقال: إن ربك يقول: إن كنت اتخذت إبراهيم خليلا، فقد اتخذتك حبيبا، وما خلقت خلقا أكرم على منك، ولقد خلقت الدنيا وأهلها لأعرفهم كرامتك ومنزلتك عندى، ولولاك ما خلقت الدنيا.
Hz. Selman (r.a)’ın hadisinde varid olmuştur ki: “Cebrail, Rasülullah Efendimize gelip şöyle dedi: Ey Muhammed! Rabbin şöyle buyurdu: İbrahim’i dost edindimse seni habib edindim. Bana senden daha sevgili bir mahluk yaratmadım. Gerçekten dünyayı ve ehlini şunun için yarattım ki, senin güzellik ve yükseklik derecenin benim katımda ne olduğunu onlara bildireyim. Eğer sen olmasaydın dünyayı yaratmazdım.”
Not: Kastalâni merhumun yukarıda naklettiğimiz rivayetlerine bakıldığında, tamamının ifade ettiği mana aynıdır. Her ne kadar rivayetler, hadis olduğunu ispatlamaya çalıştığımız rivayetin lafız olarak aynısı olmasa da, mana olarak aralarında hiçbir zıtlığın olmadığı âşikardır. Sadece kendisini bile kaynak olarak gösterebileceğimiz bu eserde, dikkat edilirse bu hadisin rivayetinde, birçok kaynak ve musannıf da zikredilmiştir. a) İmam Hâkim’in Müstedrek’i b) Beyhakî’nin Delâilü’n-Nübüvve’si c) İmam Taberânî.
2- Müstedrek (Hâkim[3] en-Nîsâbûrî): Yukarıda da ifade edildiği üzere Müstedrek’de bu hadisi şerif aynı manalı diğer hadislerle iki yerde geçmektedir.
3- Dürr-ü Meknun Kasidesi (İmam-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri): Mezhep imamımız İmamı Âzam Hazretleri bu kasidesinde peygamber efendimizin yüce derecesini şu veciz ifadeleri ile beyan buyurmaktadır.
اَنْتَ الَّذِى لَوْلاَكَ مَا خُلِقَ امْرُؤٌ
كَلَّا وَلاَخُلِقَ الْوَرَى لَوْلَاكَا
Beytin Manası: Sensin o ki; sen olmasaydın, hiç kimse yaratılmazdı, Asla! Sen olmasaydın, kâinât da halk olunmazdı.[4]
4- Kasîde-i Bürde (İmam Bûsirî Hazretleri): Peygamber âşığı İmam Busirî Hazretleri kasidesinde ve onun şerhi Harputî’de bu hakikat şöyle ifade edilmektedir.
﴿وَكَيْفَ تَدْعُو اِلَى الدُّنْيَا ضَرُورَةُ مَنْ* لَوْلَاهُ لَمْ تَخْرُجِ الدُّنْيَا مِنَ الْعَدَمِ ﴾[5]
(Beytin Manası: Sureten ve Maddeten fakir olması Fahri Alemi nasıl ve ne vecihle dünyanın meyl ve muhabbetine davet edebilir ki! O zat olmasaydı dünya ademden ihraç olunup halk olunmazdı.)
﴿لولاك لولاك لما خلقت الافلاك﴾ معناى منيفى اى حبيبم سن اولماييدك كه موجودسين نه سببدن ايجون بن افلاكى خلق ايدردم. يعنى خلق ايتمزدم ديمكدر. بناء عليه شيخ الاسلام مكى زاده بيورمشلردر كه بو بيتك مصراع ثانيسى امام بيهقى ايله حاكمك روايت ايتدكلرى حديث شريفدن مأخوذدر. او حديث شريفده (لما اقترن آدم الى الخطيئة وكان قد رأى على قوائم العرش مكتوبا لا اله الا الله محمد رسول الله فاسئل الله تعالى ان يغفر له لى فقال تعالى ان سألتنى بحق محمد فقد غفرت لك ولولا محمد ما خلقتك) قوليدر. معناسى حضرت آدم عليه السلام جنتده أكلى منهى اولان شجرهء خلددن ييوب خطيئته مقارن اولديغى وقتده عرشك عرشك قوائمنده لا اله الا الله محمد رسول الله يازيلمش اولديغنى كوردى. و جناب اللهدن محمد اجليجون مغفرت اولمقلغنى ايستدى. جناب الله بيوردى كه يا آدم اكر سن بحق محمد بنى مغفرت ايله ديه استييدك درحال سنى مغفرت ايدردم اكر او محمد اولمسيدى بن سنى خلق ايتمزدم. و شارح شيخ زاده رحمه الله سعيد بن المسيبدن او ده ابن عباسدن روايت ايلديكى حديث شريفده بو ايضاحاتمزى تأييد ايدر جونكه ابن عباس بيوريورلركه حضرت رسول الله بيورديلر جناب الله عيسى عليه السلامه وحى ايلديكه محمدى تصديق أيله و امتكه ده امر أيله كه امتندن هر كيم او محمده يتيشورسه اكا ايمان ايلسونلر. اكر او محمد اولمسيدى بن آدمى خلق ايتمز ايدم. دخى او محمد اولمسيدى جنت ايله نارى خلق ايتمزدم. عز و جلالمه قسم ايدرم كه عرش الرحمانى خلق ايلدم. مضطرب اولدى آنك اوزرينه لا اله الا الله محمد رسول الله يازديردم قرارلشوب ساكن اولدى…. حتى روايت اولنيور كه حضرت رسول مجتبا وحبيب كبريا ليلهء معراجده سدرة المنتهى ده مناجات ايجون سجده أيلديكى وقتده جناب الله عظمتيله بيورديكه (انا و أنت وما سوا ذلك خلقته لأجلك) يعنى اى حبيبم بن سنى كنديم ايجون و ماعدايى سنك ايجون خلق ايلدم. اول حبيب خداده جوابه ابتدار وكمال ادبله بيورديكه (انت و انا وما سوا ذلك تركته لأجلك) معناسى يا رب سنك عبوديت و محبتنده دائمم ماعدايى سنك ايجون ترك ايلدم ديمكدر.[6]
“Levlake Levlak Lema Halaktül Eflak” manayı münîfi “Ey habibim! sen olmayaydın ki mevcutsun ne sebepten için ben eflakı halk ederdim. Yani halk etmezdim demektir. Binaenaleyh Şeyhül İslam Mekkî Zade buyurmuşlardır ki bu beytin mısra-ı Sânîsi İmam Beyhakî ile Hakîm’in rivayet eyledikleri Hadisi Şeriften me’hüzdür. O Hadisi Şerif de: Hazreti Adem aleyhisselam cennette ekli menhî olan şecere-i huld’den yiyip hatîete mukarin olduğu vakitte Arşın Kavâiminde Lâ ilâhe İllallâh Muhammedün Rasûlüllah yazılmış olduğunu gördü. Cenab-ı Allahtan Muhammed ecli için mağfiret olunmaklığını istedi. Cenabı Allah buyurdu ki: “Ya Adem eğer sen bi-hakkı Muhammed beni mağfiret eyle diye isteyeydin derhal seni mağfiret iderdim. Eğer o Muhammed olmasaydı ben seni halk etmezdim. Şarih Şehir Şeyh Zade rahimehullah Saîd bin el-Müseyyebden o da İbn-i Abbastan rivayet eylediği Hadisi Şerifte bu izahatımızı teyid eder. Çünkü İbn-i Abbas buyuruyorlar ki Hazreti Rasûlüllah buyurdular: Cenab-ı Allah İsa aleyhisselama vahiy eyledi ki; Muhammed’i tasdik eyle ve ümmetine de emir eyle ki ümmetinden her kim o Muhammed’e yetişirse ona iman eylesinler. Eğer o Muhammed olmasaydı ben Adem’i halk etmezdim. Dahi o Muhammed olmasaydı Cennet ile Nâr’ı halk etmezdim. İzzet ve Celalime kasem ederim ki Arşu’r-Rahman’ı halk eyledim, muzdarip oldu. Onun üzerine Lâ ilâhe İllallâh Muhammedün Rasûlüllah yazdırdım kararlaşıp sakin oldu… Hatta rivayet olunuyor ki Hazreti Rasûlü Müctebâ ve Habibi Kibriyâ Leyle-i Miraçta Sidre-i Müntehâ’da münacat için secde eylediği vakitte Cenabı Allah azametiyle buyurdu ki “Ey Habibim! ben seni kendim için ve mâ-adâyı senin için halk eyledim. Ol habibi Hüdâ da cevaben kemali edeple buyurdu ki “Ya Rab! ben senin ubudiyyet ve muhabbetinde daimim mâ-adâyı senin için terk eyledim.”
5-Mektûbat-ı Rabbâni (İmam-ı Rabbanî Hazretleri): Sadece zahirî ilmiyle değil Batınî ilmiyle de maruf olan, her iki ilmi birleştirmesi sebebiyle “Sıla” unvanının haklı sahibi bulunan, İmamı Rabbani Hazretleri, bu hadisi şerifi unvanına yakışır bir üslupla çok güzel bir şekilde ifade buyurmuşlardır. Mektûbat-ı Şerife’nin muhtelif yerlerinde farklı vesilelerle bu hadisi şerif zikredilmiştir. Biz birkaç tanesine yer verelim.
والحقيقة المحمدية التى هى حقيقة الحقائق على ما انكشف لهذا الفقير فى آخر الامر بعد طى جميع مراتب الظلال هى التعين الحبى وظهوره الذى هو مبدأ الظهورات ومنشأ خلق المخلوقات كما ورد فى الحديث القدسى المشهور كنت كنزا مخفيا فأحببت ان اعرف فخلقت الخلق لاعرف واول شئ جاء الى منصة الظهور من ذلك الكنز الخفى كان الحب الذى صار سببا لخلق الخلائق فلولم يكن هذا الحب لما انفتح باب الايجاد وكان قدم العالم راسخا ومستقرا فى العدم وينبغى ان يطلب سر حديث لولاك لما خلقت الافلاك ولما اظهرت الربوبية فى هذا المقام.[7]
Bu fakire, gölge mertebelerini geçtikten sonra işin sonunda keşfen malum oldu ki, hakikatler hakikati olan Hakikatı Muhammediye, zuhurların mebdei ve mahlukatın yaratılmasının menşei olan taayyün-i hubbî’dir, onun zuhurudur. Nitekim bu mana bir hadisi kutside geçer: “Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi istedim ve beni tanımaları için mahlukatı yarattım.” O gizli hazineden zuhur sahnesine çıkan ilk şey mahlukatın yaratılmasına sebep olan sevgidir. Şayet o sevgi olmasaydı var etme kapısı açılmamış olacaktı. Alemin kademi, yoklukta yerleşik ve daimi olacaktı. “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım ve rububiyetimi izhar etmezdim” hadisinin sırrı da bu makamda araştırılmalıdır.
لولاه لما خلق الله سبحانه الخلق ولما اظهر الربوبية وكان نبيا وآدم بين الماء والطين[8]
O olmasaydı Allah Sübhanehü mahlukatı yaratmaz ve rubûbiyetini izhar etmezdi. Adem aleyhisselam su ile çamur arasındayken o nebî idi.
6– el-Firdevs bi-me’sûri’l-Hitab (Deylemî): Deylemî’nin bu kitabını, devrindeki halkın, özellikle de hemşehrilerini hadislerden ve senedlerinden uzaklaşmaları sebebiyle, sahih rivayetle sahih olmayanı birbirinden ayıramadıklarını, bu yüzden hadis eserlerine değil kıssacı vaizlerin uydurdukları hurafelerin peşine düştüklerini gördüğü için kaleme alması[9] manidardır. Önde gelen muhaddislerden olan Deylemî’nin de “dikkatinden kaçtığını” söylemek mantıklı olmasa gerektir. Onun rivayetinde rivayet direk olarak Sahabeye isnadla şu şekilde verilmektedir.
ابن عباس يقول الله عز وجل وعزتي وجلالي لولاك ما خلقت الجنة ولولاك ما خلقت الدنيا
İbni Abbas (r.a)’dan rivayet olundu ki: Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: İzzet ve Celalime and olsun ki, sen olmasaydın Cennet’i, Sen olmasaydın Dünya’yı yaratmazdım.
8- Târîhu Medîneti Dımışk (Ebu’l Kasım İbni Asâkir): Hadis Hâfızı olmasıyla beraber iyi bir tarihçi olan İbn Asâkir’den hadis rivayet etmek üzere birçok kimse Dımışk’a gelmiştir.[10] O da bu meşhur kitabında şu rivayete yer vermektedir.
ولولاك يا محمد ما خلقت الدنيا
“Sen olmasaydın yâ Muhammed Dünya’yı yaratmazdım.”
9- Keşful Hafâ (Aclûnî): Yaşadığı devrin Şam hadis alimi olan Aclûnî’nin rivayetlerine geçmeden evvel bu rivayetlerle alakalı altını çizmemiz gereken bir husus var. Aclûnî bu hadisi şerifi iki yerde zikretmiştir. İlk zikrettiği hadisi şerife Deylemî’yi kaynak göstermiş ve bunu olduğu gibi kabul ederek rivayet etmiştir. O rivayet şu şekildedir.
(أتاني جبريل فقال يا محمد لولاك ما خلقت الجنة ولولاك لما خلقت النار) رواه الديلمي عن ابن عمر
Aclûnî bu hadisi şerifi kitabında bu kadar rivayet etmiştir. Bazıları kaynak olarak gösterilen bu Hadisi şerifin kırpıldığını, Aclûnî’nin bu hadise devamında mevzû dediğini iddia ederler. Ancak onların gözden kaçırdığı husus, bu rivayetin iki yerde geçmesidir. Onların iddia ettikleri Keşful Hafanın başka bir yerinde karşımıza çıkan şu rivayet olabilir.
لولاك لولاك ما خلقت الأفلاك قال الصغاني موضوع ، وأقول لكن معناه صحيح وإن لم يكن حديثا
“Sen olmasaydın, sen olmasaydın Eflâkı yaratmazdım. Sağânî bu hadis mevzû’dur dedi. Ben de derim ki (Aclûnî) Her ne kadar metin olarak hadis olmasa da mana itibariyle doğrudur, sahihtir.”
Dikkat edilecek olursa Aclûnî hadisi şerife mevzû demiyor. Mevzû diyen Sağâni. Sağânî’nin mevzû dediği ise bu metin. Bunu Aclûnî devamında beyan ediyor. Demek ki Deylemî’nin rivayet ettiği hadisle alakalı herhangi bir mevzû iddiası yok.
10- Mevzûatül Kübra (Aliyyül-Kârî): Aliyyül Kârî merhum da Aclûnî gibi bu hadisin manasının doğru olduğunu ifade etmişlerdir. Usulü Hadis ve Usulü Fıkıh kitaplarımızdan biliyoruz ki “Nakil’Bil-Mana” hadis rivayetinde caizdir. Hatta birçok hadisi şerif bu şekilde rivayet olunmuştur.
حديث: لولاك لما خلقت الافلاك قال الصغانى انه موضوع كذا فى الخلاصة لكن معناه صحيح فقد روى الديلمى عن ابن عباس رضى الله عنهما مرفوعا اتانى جبريل فقال يا محمد لولاك ما خلقت الجنة ولولاك مل خلقت النار وفى رواية ابن عساكر لولاك ما خلقت الدنيا.
11- Mefâtih’ul Gayb Tefsîri (Fahruddin er-Râzî): Büyük Kuran tefsiri diye de bilinen bu eserde rivayet Duha suresinin tefsirinde şu şekilde veriliyor.
فلا بد من أن يقال : بل الساعة فيقول الله : حين كنت صبياً ضعيفاً ما تركناك بل ربيناك ورقيناك إلى حيث صرت مشرفاً على شرفات العرش وقلنا لك : لولاك ما خلقنا الأفلاك ، أتظن أنا بعد هذه الحالة نهجرك ونتركك.
“Cenabı hak o gün şöyle buyurur; Biz seni zayıf bir çocukken terbiye edip gözetledik ve senin hakkında “sen olmasaydın eflaki yaratmazdım” dedik, şimdi sanıyor musun ki, biz seni şu halde bırakalım ve terk edelim.”
12- Bahr’ul Medîd (İbn Acibe el-Hasenî): İsra Suresinin tefsirinde bu rivayete yer verildiği görülür.
ألا ترى الله يقول لحبيبه صلى الله عليه وسلم : ” لولاك ما خلقت الكون “
“Görmez misin ki, Allahü Teala habibi için: Sen olmasaydın eflaki yaratmazdım buyuruyor.”
13- Tefsîr-i Nîsâbûrî: Bu tasavvuf tefsirinde bir kaç yerde bu hadisi şerif geçmektedir. Bunlardan birisi Bakara Suresi 127. Ayeti kerimenin tefsiridir.
فلا جرم كان محمد صلى الله عليه وسلم خاتم النبيين وحبيب رب العالمين وزبدة الكائنات وغاية الحركات ، لولاك لما خلقت الأفلاك ، أول الفكر آخر العمل
“Şüphesiz Muhammed s.a.v Nebîlerin sonuncusu, Alemlerin rabbinin sevgilisi, Kâinatın zübdesi, Harekâtın gâyesidir. Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım.”
13- Kenz’ul Ummal: Bu kitapta bu hadisi şerif şu metinle rivayet olunmuştur.
٣۲۰۲٥ – أتاني جبريل فقال: يا محمد! لولاك ما خلقت الجنة، ولولاك ما خلقت النار. “الديلمي – عن ابن عباس”.[11]
14- İânetü-Tâlibîn: Şafii Fıkhına dair yazılmış bu eserde şu şekilde geçmektedir.
ولا شك بأنه صلى الله عليه وسلم الواسطة العظمى لنا في كل نعمة بل هو أصل الإيجاد لكل مخلوق كما قال ذو العزة والجلال لولاك لولاك لما خلقت الأفلاك
“Peygamber efendimizin bize her nimette büyük bir vasıta olduğunda, belki onun bütün mahlukatın aslı olduğunda şüphe yoktur. Cenabı Hak buyuruyor ki: Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâki yaratmazdım.”
15- Ruh’ul Beyan Tefsiri (İsmail Hakkı Bursevî): Bu hadisi şerif bu tefsirin birçok yerinde farklı vesilelerle geçmektedir.
{الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِىَّ الامِّىَّ} وفيه إشارة إلى أن في أمته من يكون مستعداً لاتباعه في هذه المقامات الثلاثة ، وهي : مقامات الرسالة ، والنبوة التي هي مشتركة بينه وبين الرسول والأنبياء ، والمقام الأمي الذي هو مخصوص به صلى الله عليه وسلّم من بين الأنبياء والرسل عليهم السلام ، ومعنى الأمي : أنه أم الموجودات وأصل المكونات كما قال : “أول ما خلق الله روحي” وقال حكاية عن الله : “لولاك لما خلقت الكون” فلما كان هو أول الموجودات وأصلها سمي أمياً كما سميت مكة أم القرى ؛ لأنها كانت مبدأ القرى وأصلها ، وكما سمي أم الكتاب إما لأنه مبدأ الكتب وأصلها فأما اتباعه في مقام الرسالة والنبوة
فإن قلت ما الحكمة في تعدد مواطن نزول القرآن وتكرر مشاهده مكياً مدنياً ليلياً نهارياً سفرياً حضرياً صيفياً شتائياً نومياً برزخياً يعني بين الليل والنهار أرضياً سماوياً غارياً ما نزل في الغار يعني تحت الأرض برزخياً ما نزل بين مكة والمدينة عرشياً معراجياً ما نزل ليلة المعراج آخر سورة البقرة ، الجواب الحكمة في ذلك تشريف مواطن الكون كلها بنزول الوحي الإلهي فيها وحضور الحضرة المحمدية عندها كما قيل : سر المعراج والإسراء به وسير المصطفى في مواطن الكون كلها كأن الكون والعرش والجنان يسأل كل موطن بلسان الحال أن يشرفه الله تعالى بقدوم قدم حبيبه وتكتحل أعين الأعيان والكبار بغبار نعال قدم سيد السادات ومفخر موجودات الولاة ما شم الكون رائحة الوجود وما بدا من حضرة الكمون لمعة الشهود كما ورد بلسان القدس (لولاك لولاك لما خلقت الأفلاك).
والإشارة في الآية أن فضل الله موهبة من مواهب الحق يؤتيه من يشاء وليس لأحد فيه مدخل بالكسب والاستجلاب وبذلك يهدي العبد للإيمان ويوفقه للعمل الصالح والعظيم في قوله : {وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا} هو الله تعالى أي أن الله العظيم هو فضل الله عليك ورحمته كما أنك فضل الله ورحمته على العالمين ولهذا قال : “لولاك لما خلقت الافلاك” ومن فضل الله عليك أنه لم يضله شيء من الروحانيات والجسمانيات عن طريق الوصول اللهم احفظنا من الموانع في طريق الوصول إليك آفاقية أو أنفسية والحقنا بفضلك بالنفوس القدسية
BU HADİSİ KABUL ETMEYENLER
Bu hadisi şerifin mevzû olduğunu söyleyenler İbn-i Teymiye, İbni Cevzi, Sağanî, Elbânî gibi bazı zatlardır.
Evvela İbn-i Teymiye’nin ehli sünnet alimlerince muteber olmadığını ve islam’a soktuğu birçok sapık felsefî fikirleri bilen bir müslümanın, onun bir hadise sebebsiz yere -sadece aklî bir takım çıkarımlarla- mevzû demesini yadırgamaması lazım. Şayet bu hadisi şerif akla uygun olmadığı için hadis sayılmayacaksa, peygamber efendimizin alemlere rahmet oluşunu, Allahu Teala’nın en sevgili kulu oluşunu nereye koyacağız. Bunlarda bir çırpıda inkar edilivermez mi? Hem kaldı ki, bu akla zıt bir şeyde değildir. Allah yeryüzünde bulunan her şeyi insanlar için yarattığını Bakara Suresi yirmi dokuzuncu ayeti kerimesinde beyan buyuruyor. Yer yüzündekilerin bizim için yaratıldığına inanan ve kabul eden akıl, neden bizim de Fahri Kainat sebebiyle var olduğumuza inanamıyor?
Bu hadisi şerifi alenen inkar eden kişilerden biri de Nâsıruddin Elbânî’dir. 1914 Senesinde Arnavutlukta doğmuş, 1999 da ölmüştür. Onun etkisi altında kaldığı kişilerin başında İbni Teymiye, el-Cevziyye gibi zatlar gelir. Bunların mezhepleri benimsemeyip geleneksel düşünceyi dikkate almama, kitap ve sünnete vurgu yapma gibi şeklinde özetlenebilecek düşünce çizgisi onun eserlerinde ve rivayetlerle ilgili tutumlarında açıkça görülür. Elbânî görüşleri ve tutumu sebebiyle pek çok alim tarafından tenkid edilmiş, ayrıca klasik kaynaklarda yer alan hadisleri sahih ve zayıf diye ayırarak farklı çalışmalar şeklinde neşretmesi yüzünden şiddetle eleştirilmiş ve eserleri üzerine reddiyeler yazılmıştır.[12] Hal böyle olunca onun da beslendiği kaynak aynıdır ve nasıl bir kişi olduğu ortadadır. O bir hadise mevzû dedi diye öyle olması gerekmez.
İbni Cevzî’ye gelince, İbni Teymiyenin sadık bir talebesi olup ona Ahmed bin Hanbel Hazretleriyle eşit tutma seviyesinde bir muhabbeti vardır. Mezhebe bağlı kalmanın lazım olmadığı ve talak gibi birçok mevzuda hocasını takip etmiştir.[13] Hadis rivayetinde ise ifrata gittiği için bir çok zayıf hadisi şerife mevzu deyivermiştir. Onunla alakalı Usulu Hadis kitaplarının ne dediğine bir göz atalım:
“Yalnız İbnü’l Cevzî’nin kitabını okuyacak kimse basîret üzere olmak gerekir. Zirâ müellif pek müşeddid olduğundan teşdîd-i i’tiyâdına mağlup olarak mevzû olduklarına hiçbir delil bulunmayan birçok Ahâdîs-i Zaîfe’ye hemen “Mevzû” damgasını basmış ve acele ile Sünen kitaplarında olanlardan yüz yirmi kadar, hatta Buhârî ve Müslim’den birer hadise Mevzû deyivermiştir. Süyûtî’nin mevzûât kitapları elde bulunmadıkça İbnü’l-Cevzî’ye itimad etmemelidir.[14]
Yine İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, İbn Cevzî’yi şiddetle eleştirir ve onun hakkında şunları söyler: “…doğru söylemiştir ancak, söylediği şey hususunda kendisinin haklılık payı yoktur. Çünkü o, durumun hakikatine vakıf olma hususunda kör idi. Bu nedenle de bazı zayıf hadisleri, mevzûâttan saydı. Bunda ise mevzû olmayan bir rivayeti, mevzû diye inkar vardır ve bu ise büyük günahlardandır.”[15]
İnkar edenlerin ileri sürdüğü diğer bir iddia ise insanın ibadet için yaratıldığını beyan eden ayeti celiledir. Bu ayette Cenabı hak insanları ve cinnileri ancak kendisine ibadet için yarattığını beyan buyuruyor. Buna birçok cevap verilebilir. Evvela biz “Şu okul olmasaydı seni okumaya göndermezdim” sözüyle, “Seni okuman için okula gönderiyorum” sözünün farklı olduğunu anlayabiliyoruz. Bu hususta da Mevahib’ül-Ledünniyyedeki şu ifadeleri gözden geçirmek iyi olacaktır.
فإن قلت: إن مذهب الأشاعرة: أن أفعال الله تعالى ليست معللة بالأغراض، فكيف تكون خلقة محمد علة فى خلق آدم- صلى الله عليهما وسلم-؟ أجيب: بأن الظاهرة من الأدلة تعليل بعض الأفعال بالحكم والمصالح التى هى غايات ومنافع لأفعاله تعالى، لا بواعث على إقدامه، ولا علل مقتضية لفاعليته، لأن ذلك محال فى حقه تعالى، لما فيه من استكماله بغيره.
والنصوص شاهدة بذلك، كقوله تعالى: وَما خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ. أى: قرنت الخلق بالعبادة، أى خلقتهم وفرضت عليهم العبادة، فالتعليل لفظى لا حقيقى، لأن الله تعالى مستغن عن المنافع، فلايكون فعله لمنفعة راجعة إليه ولا إلى غيره، لأن الله قادر على إيصال المنفعة إلى الغير من غير واسطة العمل.
Eğer sual olunup: “Eşâire mezhebinde Allahü Teala’nın işleri asla mualleletün bi’l-ağrâz değildir, yani Allah, işlediği işi bir garaz için işlemez. O halde Muhammed (s.a.v)’in yaratılması Adem (a.s)’ın yaratılmasına nasıl illet (sebeb-gaye) olur?” denilirse şöyle cevap verilir ki: “Delillerden açıkça anlaşılan şudur ki, Hak Teala’nın bazı işlerini illetlendirmek demek, kendilerine gaye ve menfaatler uygun düşen işler ve hikmetler ile illetlendirmek demektir. Yoksa işe girişmeye sevkeden ve faaliyete geçmeyi gerekli kılan bir illetle illetlendirmek demek değildir. Çünkü böyle olması Allahü Teala hakkında muhaldir. Zira bu durumda başkasından dolayı güçlük lazım gelir. Bu ise olmayacak bir şeydir. Açık Kuran Ayetleri buna şahittir. Mesela: “Ben İns ve Cinni, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım” ayetinden murat “Onların yaratılmasını ibadete yakın kıldım. Yani onları yarattım, ibadet etmeği farz kıldım,” demek olur. Buradaki illetlendirme Lafzî’dir, Hakîkî değildir. Zira Allahü Teala menfaatler beklemekten müstağnidir. İşlediği iş, kendine menfaat hasıl olması için değildir. başkasına menfaat olması için de değildir. Zira başkasına vasıta ile menfaat ulaştırmaya ihtiyacı yoktur. Bizzat ulaştırmaya kadirdir.
ZAYIF VE KEŞFÎ HADİSLERLE ALAKALI MALUMAT
Bir hadisin mevzu olduğuna dair kesin bir delil bulunmadan mevzu sayılması mahzurludur. Zira Sahih olan bir hadisin mevzu sayılmasıyla, mevzu olan bir hadisin sahih sayılması aynı mesabededir. Bu hususla alakalı Bursevî merhum şöyle buyurur: “İbnu’s-Salah demiştir ki: bu asırda mevzu hadisleri cem edenler, mevzu hadisleri ciltler dolusu çoğalttılar. Hakkında mevzu olduğuna dair delil bulunmayan birçok hadisi, mevzu yaptılar. Bu türlü hadislerin hakkı, mutlak manada zayıf hadisler arasında zikredilmektir.[16] Bu şekilde sahih hadisi cerh eden kişi günahta, hadis uyduran gibidir. Ancak mevzu dediği hadisle beraber, onun mevzu olma sebebini de zikrederse o başka.”[17]
“Huffâz (hadis hafızları) sened ile naklederler. Mükâşifûn (keşif sahipleri) ise, bizzat Rasülullah (s.a.v)’in ağzından ahzedip (alıp) söylerler. Bir nesnenin sened-i malumu (bilinen senedi) olmamaktan fi nefsi’l-emr (hakikatte), adem-i sübûtu (sabit olmaması) lazım gelmez. belki keşfi sahih ile olunca esah (daha sahih) olur. Zira, keşifte vehm u hayal olmaz belki âyân-ı tâm (tam bir belirginlik) ve hakka’l-yakîn olur. İlhamlar ve kalbe gelen vâridât, mu’tekidlere göre huccet olmak kafidir, gerekse zahire göre burhan olmasın.”[18]
Evliya’nın sözleri de hadis cinsinden değerlendirilebilir. Hele onlar bu sözleri Rasülullah Efendimizden rivayet ettiklerini söylüyorlarsa. Çünkü onlar bu sözleri, Rasülullah (s.a.v) den bir lisanı mahsus ile işittikleri istikamette söylerler. Bu hususla alakalı Bursevî Hazretleri “Ebrâr’ın iyilikleri, mukarrabînin kötülükleri mesâbesindedir” kelâm-ı latîfi, İbn-i Asâkir’in rivayet ettiği üzere hadis değildir. Belki şeyh Ebû Saîd el-Harrâz’ın sözlerindendir. Ebû Saîd el-Harrâz, Şeyh-i Ekber lisanı üzere tarikatın büyüklerinden belki, ehass-ı ehl-i hakikattandır. Bu makûleler fi’l-hakîka Elsine-i Fahr-i Alem’den bir lisan-ı mahsus ve hasenatından bir hasene-i hâssa olmakla, makaleleri Fahr-i âleme nisbet olunur. Nitekim hazreti Ali’nin “Kim nefsini bildiyse, rabbini de bildi” kelamına ve emsaline hadis itlak ederler.[19]
Bursevî Hazretleri böyle zatlardan sadır olan hükümlere muhalefet edilmemesini tembih ve söyledikleriyle amel edilmesini tavsiye için de şu ifadeleri sarfeder: “Havâss-ı Nas denilen bu kimselerin fetva verdiği nesne bilâ tereddüd ma’mûlu’n-bih tir. Zira onların ilmi “huzûrî” dir, “husûlî” değil. Onların kavl u filinde galat olmaz. İlham, avâmı nâsa hüccet değil ise de, erbab-ı itikada hüccettir. Bu manadandır ki ilâ haze’l-an (şu ana kadar) ve ila kıyami’s-saati (kıyamete kadar), sünen-i evliyâ ile amel olunur. Erbab-ı inkârın zanniyyatla mukabelesine iltifat olunmaz.”[20]
Bursevî Hazretleri kendisinin de keşfen hadis rivayeti derecesine ulaştığını ifadeden sonra o hadisi şerifi de zikreder: Şam’da bulunduğum sıralarda metalib-i aliyeden bir matlub meydana geldi ki o da, derece-i sohbettir. Yani bir gece gözüm kapalı, uyku ile uyanıklık arasında bir halde iken Cenâb-ı Risâlet (s.a.v) yanıma gelip, “men tahakkaka ismî tuhukkika ismuhû” (kim ki benim ismimi tahkik ederse, onun ismi de tahkik olunur) buyurdular ve bu fakiri derece-i sima’ ve rivayete eriştirdiler.[21]
[1] Bu zevâta Hâfız unvanı verilir. Sahîh-i Buhârî muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi c:1 S:8
[2] Bu zevâta Huccet unvanı verilir. Not: Bir de Bitin hadisleri aynı minval üzere ezbere bilen zâtlar vardır ki onlar da Hâkim unvanıyla anılır. Sahîh-i Buhârî muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi c:1 S:8
[3] Hadis ilminde yüksek seviyeye ulaşmışmış muhaddislere verilen bir unvandır. Hadis ilminde Hâkim seviyesine ulaşmış kabul edilen muhaddisler şu zevâttır; Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Buhâriî, Müslim b. Haccâc, Ebû Dâvut es-Sicistânî, Nes’aî, Ebu İsa et-Tirmizî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Hakim en-Nîsâbûrî. (İSAM Ansiklopedisi)
[4] Dürr-ü Meknûn Kasidesi 4. Beyit.
[5] Kasîde-i Bürdenin 33. Beytidir.
[6] Terceme ve Şerh-i Kasîde-i Bürde (Mecmaul Fezâil Terc.) Hasan Fehmi Erzurûmî-Matbaayı Mektebe Sanayi-i Osmani S:93
[7] Mektûbât-ı Rabbânî C:3 Mektup:121 Sayfa:523 Fazilet Neşriyat
[8] Mektûbât-ı Rabbânî C:1 Mektup:41 Sayfa: 87 Fazilet Neşriyat
[9] İsam Ansiklopedisi
[10] İsam Ansiklopedisi
[11] Hadis Numarası 32025’dir. Bu numaradan bakılabilir.
[12] İsam Ansiklopedisi
[13] İsam Ansiklopedisi
[14] Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Cilt:1 Sayfa:294 Başbakanlık Yayınevi Ankara 1980
[15] Şerhu Nuhbeti’l-Fiker, varak. 218 b.
[16] Şerhu Nuhbeti’l-Fiker, varak.197 b.,198 a.
[17] Şerhu Nuhbeti’l-Fiker, varak. 197 a.
[18] Kenz-i Mahfî 2-3.
[19] Ferâhu’r-Rûh, 2,141.
[20] Ş.H.Erbaîn,282.
[21] Silsile-i Celvetiyye,105