ÖLÜNÜN ARKASINDAN VE MEZAR BAŞINDA KUR’AN-I KERİM OKUMAK
Bir kimse öldüğü zaman, geride kalanların ölüye karşı bir takım vazifeleri vardır. Mesela ölünün yıkanıp kefenlenmesi, namazının kılınması ve kabre kadar taşınıp gömülmesi gibi hususlar dinimizde farz-ı kifayedir.
Ehl-i sünnet itikadında, ölüler için Kuran-ı Kerim okunması ve hayır yapılıp sevabının onlara bağışlanabileceği inancı vardır ve bu inanç haktır.
Ömerü’n-Nesefî isimli eserde: “Dirilerin ölüler için yaptığı dua ve verdiği sadakalarda ölüler için nice menfaatler vardır”, diye buyrulur.
Mutezile taifesi, “kaza değişmez, her nefis kendi yaptıkları ile mes’uldür, kişi, kendi ameliyle mukabele olunur”, gibi delillere, kendi tevilleri ile temessük ederek bu inancı inkar ederler.
Ehl-i sünnet uleması ise bu hususta varid olan hadis-i şeriflerle istidlal ederek Ashab-ı kiram ve tabiinin tatbikatlarına sarılmışlardır.
Dinimizde ölüler için kıldığımız cenaze namazının, aslında onlar için yapılan bir duadan ibaret olduğu düşünüldüğünde, bu inancı inkar etmek, inattan öteye geçmez.
İşte bu hususla alakalı bazı hadis-i şerifler:
مَا مِنْ مَيِّتٍ تُصَلِّي عَلَيْهِ أُمَّةٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ يَبْلُغُونَ مِائَةً، كُلُّهُمْ يَشْفَعُونَ لَهُ، إِلَّا شُفِّعُوا فِيهِ
“Hiçbir meyyit yoktur ki, her bireri kendisi için şefaat eden yüze baliğ olmuş bir Müslüman topluluğu kendisi üzerine cenaze namazı kılsın da onun hakkında şefaatleri kabul olunmasın.
إِذَا مَاتَ الْإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلَّا مِنْ ثَلَاثَةٍ: إِلَّا مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ
“İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç kişi müstesna. Devam eden bir sadaka, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua edecek salih bir evlat bırakan kimse.
“إِنَّ الرَّجُلَ لَتُرْفَعُ دَرَجَتُهُ فِي الْجَنَّةِ فَيَقُولُ: أَنَّى هَذَا؟ فَيُقَالُ: بِاسْتِغْفَارِ وَلَدِكَ لَكَ“
Bir adamın cennetteki derecesi yükseltilince: “Bu nereden?”, diye sorar da ona: “Bu makam, senin için çocuğunun istiğfarından dolayıdır”, diye söylenilir.
مَا الْمَيِّتُ فِي الْقَبْرِ إِلَّا كَالْغَرِيقِ الْمُتَغَوِّثِ، يَنْتَظِرُ دَعْوَةً تَلْحَقُهُ مِنْ أَبٍ أَوْ أُمٍّ أَوْ أَخٍ أَوْ صَدِيقٍ، فَإِذَا لَحِقَتْهُ كَانَتْ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا، وَإِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ لَيُدْخِلُ عَلَى أَهْلِ الْقُبُورِ مِنْ دُعَاءِ أَهْلِ الْأَرْضِ أَمْثَالَ الْجِبَالِ، وَإِنَّ هَدِيَّةَ الْأَحْيَاءِ إِلَى الْأَمْوَاتِ الِاسْتِغْفَارُ لَهُمْ “
“Kabirdeki meyyit suda boğulmak üzere olup yardım bekleyen kimse gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşından gelecek bir duayı bekler. Dua kendisine ulaştığı zaman Dünya ve içindekilerden daha sevimli olur. Allahü Teâlâ arz ehlinin duasından kabir ehline dağlar kadar ihsan eder. Dirilerin ölülere hediyesi onlar için istiğfardır.”
أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَّى لِلنَّاسِ يَوْمَ النَّحْرِ , فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ خُطْبَتِهِ وَصَلَاتِهِ دَعَا بِكَبْشٍ فَذَبَحَهُ هُوَ بِنَفْسِهِ وَقَالَ: ” بِسْمِ اللهِ وَاللهُ أَكْبَرُ , اللهُمَّ عَنِّي وَعَمَّنْ لَمْ يُضَحِّ مِنْ أُمَّتِي
Rasülüllah (s.a.v) kurban bayramı günü insanlara bayram namazını kıldırır, bayram namazını ve hutbesini tamamlayınca bir koç getirilmesini ister ve onu bizzat kendisi keserdi. Keserken şöyle derdi: Bismillahi Allah-ü Ekber. Allah’ım bunu benden ve ümmetimden kurban kesemeyenler namına kabul buyur.
انَّ رَجُلًا قَالَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ أُمِّي افْتُلِتَتْ نَفْسُهَا وَإِنَّهَا لَوْ تَكَلَّمَتْ تَصَدَّقَتْ أَفَأَتَصَدَّقُ عَنْهَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَمْ فَتَصَدَّقَ عَنْهَا
Bir adam Rasülüllah Efendimiz (s.a.v)’e gelip; “Annem ansızın öldü. Eğer o konuşmuş olsaydı sadaka verirdi. Ben onun adına sadaka verebilir miyim?” dedi. Rasülüllah Efendimiz (s.a.v) “Evet sadaka verebilirsin.” Buyurdu. O adam da annesi adına sadaka verdi.
انَّ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ كَانَا يُعْتِقَانِ ، عَنْ عَلِيٍّ بَعْدَ مَوْتِهِ.
Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a) vefatından sonra babaları Hz. Ali namına köle azat ederlerdi.
Şu halde bir kimse başka bir kimse adına namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek ve sadaka vermek gibi ibadetleri yapıp sevabını, hayatta veya ölmüş olan bir zata hediye edebilir.
Ölünün bu ibadetlerden menfeatleneceği hususunda Ehl-i sünnet arasında ihtilaf yoktur. İmam-ı Malik ve İmam-ı Şafii Hazretlerinin ibadât-ı bedeniyyedeki muhalefetleri “sevabın ta kendisi” değil de mislinin ulaşacağı yönündedir. Bu husus İbn-i Abidîn isimli eserde şöyle ifade edilir:
الْأَفْضَلُ لِمَنْ يَتَصَدَّقُ نَفْلًا أَنْ يَنْوِيَ لِجَمِيعِ الْمُؤْمِنِينَوَالْمُؤْمِنَاتِ لِأَنَّهَا تَصِلُ إلَيْهِمْ وَلَا يَنْقُصُ مِنْ أَجْرِهِشَيْءٌ ا هـ هُوَ مَذْهَبُ أَهْلِ السُّنَّةِ وَالْجَمَاعَةِ ، لَكِنْاسْتَثْنَى مَالِكٌ وَالشَّافِعِيُّ الْعِبَادَاتِ الْبَدَنِيَّةَ الْمَحْضَةَكَالصَّلَاةِ وَالتِّلَاوَةِ فَلَا يَصِلُ ثَوَابُهَا إلَى الْمَيِّتِعِنْدَهُمَا ، بِخِلَافِ غَيْرِهَا كَالصَّدَقَةِ وَالْحَجِّ .وَخَالَفَالْمُعْتَزِلَةُ فِي الْكُلِّ
وَاَلَّذِي حَرَّرَهُ الْمُتَأَخِّرُونَ مِنْ الشَّافِعِيَّةِ وُصُولُ الْقِرَاءَةِلِلْمَيِّتِ إذَا كَانَتْ بِحَضْرَتِهِ أَوْ دَعَا لَهُ عَقِبَهَا وَلَوْ غَائِبًالِأَنَّ مَحَلَّ الْقِرَاءَةِ تَنَزُّلُ الرَّحْمَةِ وَالْبَرَكَةِ ، وَالدُّعَاءُعَقِبَهَا أَرْجَى لِلْقَبُولِ ، وَمُقْتَضَاهُ أَنَّ الْمُرَادَ انْتِفَاعُالْمَيِّتِ بِالْقِرَاءَة. لَا حُصُولُ ثَوَابِهَا لَهُ ، وَلِهَذَا اخْتَارُوافِي الدُّعَاءِ : اللَّهُمَّ أَوْصِلْ مِثْلَ ثَوَابِ مَا قَرَأْته إلَىفُلَانٍ ، وَأَمَّا عِنْدَنَا فَالْوَاصِلُ إلَيْهِ نَفْسُ الثَّوَابِ .
Nafile olarak tasaddukta bulunacak kimse için efdal olan, bütün mümin erkek ve kadınlar için niyyet etmesidir. Çünkü verenin ecrinden hiçbir şey eksilmeksizin, o sadaka, onlara da ulaşır. Bu görüş ehl-i sünnet ve cemaatin görüşüdür. Lakin İmam Malik ve Şafii hazretleri “sırf bedene taalluk eden ibadetleri” bundan istisna ettiler. Mesela, namaz, tilavet gibi. Onlar indinde bunların sevapları meyyite ulaşmaz. Ancak bedeni ibadetlerin dışındakiler böyle değildir. Onların sevapları meyyite ulaşır. Mutezile taifesi (zikri yukarıda geçtiği üzere) hiçbir ibadetin sevabı ölülere ulaşmaz diyerek muhalefet etmişlerdir.
Ancak Şafii ulemasından Müteahhirinin kaydettiği üzere kıraatin, onun yanında okunduğunda veya gıyabında olsa da kıraatin akabinde o meyyit için dua edildiğinde sevabının meyyite ulaşacağıdır. Çünkü kıraat mahalli, rahmet ve bereketin indiği yerdir. Onun akabinden edilen duanın kabulü daha çok ümit olunur. Şu halde onlara göre de meyyit bu kıraat ile menfaatlenir. Lakin bu menfaatlenmesi onun için de aynı sevabın hasıl olması şeklinde değildir. Bunun için onlar dualarında: “Allah’ım, benim okuduğum kur’an’ın sevabının benzerini şu fülana da ulaştır” tarzını tercih etmişlerdir. Biz Hanefiler indinde ise o meyyite ulaşan, o sevabın ta kendisidir.
Ölülerin arkasından ve kabirleri başında Kur’an-ı Kerim okunmaz diyenler şu Ayet-i Celileleri delil gösterirler.
Neml Süresi, Ayet 80:
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
“Şüphesiz sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da daveti işittiremezsin.”
Bu Ayet-i Celile’deki “mevta” ile murat hakiki manada ölü değildir ki ölülere Kur’an-ı Kerim okumak faydasız olsun. Zira Elmalılı merhum bu Ayet-i Celiledeki “Mevta” ile muradın hakkı duymayan kâfirler olduğunu ifade etmişlerdir.
Fatır Süresi, Ayet 22:
وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
“Ölüler de müsavi olmaz diriler de, gerçi Allah (c.c) her dilediğine işittirirse de sen kabirdekilere işittirecek değilsin.”
Bu Ayet-i Kerime’deki “kabirde olanlara işittiremezsin” ile murat yine hakiki manasıyla değildir. Bu ayet Kurtubi Tefsirinde şöyle izah edilir:
أي الكفار الذين أمات الكفر قلوبهم
“Habibim sen küfrün kalplerini öldürmüş olduğu kâfir kimselere işittiremezsin.”
Yasin Süresi, Ayet:70
لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
“Hayatı olanları inzar etmek (uyandırmak), kâfirlere (nankörlere) söz (azap ile hüküm) hak olmak için o kur’anıindirdik.”
İnzar elbette diri olanlar içindir. Ölüler için değildir. Ölülerin arkasından ve kabirleri başında Kur’an-ı Kerim okuyan hiçbir Müslüman ölen ve kabirde yatan kimseyi inzar etmek niyetiyle okumayıp bilakis okuduğu Kur’an-ı Kerimden hâsıl olan sevabı ölen ve kabirde yatan zata hediye etmek için okur.
Yine bu görüşte olanlar şu hadis-i şerifle istidlal ederler:
“Bir kimse başka birisi namına oruç tutar veya namaz kılabilir mi?”, diye sorulunca Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar:
لَا يَصُومُ أَحَدٌ عَنْ أَحَدٍ وَلَا يُصَلِّي أَحَدٌ عَنْ أَحَدٍ
“Hiçbir kimse hiçbir kimse adına oruç tutamaz ve namaz kılamaz.”
Bedai-us Sanai’ isimli ederde bu hadisi şerif zikredildikten sonra şöyle buyrulmuştur:
أَيْ : فِي حَقِّ الْخُرُوجِ عَنْ الْعُهْدَةِ لَا فِي حَقِّ الثَّوَابِ ، فَإِنَّ مَنْ صَامَ أَوْ صَلَّى أَوْ تَصَدَّقَ وَجَعَلَ ثَوَابَهُ لِغَيْرِهِ مِنْ الْأَمْوَاتِ أَوْ الْأَحْيَاءِ جَازَ وَيَصِلُ ثَوَابُهَا إلَيْهِمْ عِنْدَ أَهْلِ السُّنَّةِ وَالْجَمَاعَةِ
“Hiç kimsenin hiçbir kimse adına oruç tutamayıp namaz kılamaması uhdesinden çıkmak hakkındadır ( bir kimse bir kimse adına oruç tutup namaz kılmakla o kimsenin borcu eda edilmiş olmaz) yoksa sevap hakkında değildir. Zira Ehl-i Sünnet vel-cemaat itikadında: Bir kimse oruç tutsa, namaz kılsa, sadaka verse ve sevabını ölü veya diri olan bir başkasına hediye etse caiz olur ve sevabı onlara ulaşır.
Emâli isimli ehl-i sünnet itikadını beyitler ile anlatan eserde:
“Ölülere, dirilerin yaptığı dualar için açık (ve onlara ulaşan) tesir vardır. Her ne kadar bunu dalalet sahipleri inkar etse de”beytiyle bu inancımız kıyamete kadar nesilden nesile aktarılacaktır.
Ayrıca fıkıh kitaplarımızda bu inanç üzere, kabir ziyaretinin nasıl yapılacağı, sünnetleri, edepleri, dikkat edilecek hususlar, bahisler açılarak birer birer kaydedilmiştir. İşte bunlardan bazıları:
Kabir ziyareti yapmak isteyen kişi evinde iki rekat namaz kılıp sevabını (ziyaret edeceği) meyyite bağışlaması müstehaptır. Her rekatta bir Fatiha bir Ayetülkürsi ve üç İhlas okur. Cenab-ı Hak o meyyitin kabrine bir nur gönderir, namazı kılana da çok sevap ihsan eder. Bundan sonra kabre gitmek üzere yola çıkar. (Fetavây-ı Hindiyye)
Yolda malayani ile meşgul olmaz. Kabre varınca (mümkünse) ayakkabılarını çıkarıp kıbleye arkası dönük olduğu halde meyyitin yüzüne karşı durur ve “Sizin üzerinize selam olsun ey kabirlerin ehli! Allah size de bize de mağfiret buyursun. Sizler bizim selefimizsiniz. Bizler sizin eseriniz üzereyiz.”, diye söyler. (Fetâvây-ı Hindiyye)
Yakınında ve uzağında durmak bakımından kabrin ziyareti, o meyyitin hayattaki ziyareti gibidir. (Fetavây-ı Hindiyye)
Ziyarette, Kur’an-ı Kerimden kolayına gelenden okuyabilir. Mesela fatiha, bakara süresinin ilk ayetleri, ayetü’l-kürsi, âmenarrasülü, yasin, tebareke, tekasür sürelerini, yine 12 veya 11 veya 7 veya 3 defa ihlas süresini okuyabilir. Sonra şöyle dua eder: Allahım okuduklarımın sevabını falana veya onlara ulaştır. (Dürrül-Muhtar)
Nevazil isimli eserde; “Kabristanlıkta Kur’an-ı Kerim okumak, gizli (kendisi duyacak kadar) olursa mekruh olmaz. Eğer kıraati sesli yaparsa mekruh olur.” Denilmiştir. Şeyh Muhammet bin İbrahim; “İster sesli olsun ister sessiz olsun kabristanlıkta Mülk süresini okumakta beis yoktur.” Demiştir. Tatarhaniye’de ise; “Bir adam ölse, varisi ölen adamın kabrinin başına bir adam oturtsa ve Kur’an-ı Kerim okusa, bazıları mekruhtur.” Demişler. Tercih edilen görüş ise mekruh olmamasıdır. Eşbeh olan ölünün menfeatlenmesidir.