Bir gemiyi İspanya’ya gitmek üzere İskenderun limanından yüklesek. Hem kendi yükünü hem de personele yolculuk boyunca lâzım olacak şeyleri yükleyip denize açılsak. Yolda fırtına başlasa. Batma korkusuyla yüklerden bir kısmını denize atsak. Dalga devam ettikçe biz de yükleri atmaya devam etsek. Böyle böyle, yükümüzü ata ata yolumuza devam ederek İspanya’ya varsak. Vardığımızda gemide atacak bir şey kalmamış olsa…
Ne olur? Dolu gemi boşalmış, kalkışta dolu iken varış yerinde bomboş kalmış olur…
Prof. Hayreddin Karaman’ın yapmak istediği de yoksa aynen bu mu? “İslam’da Ne Var Ne Yok?” diye diye, “İslamda şu yok bu yok” diye diye İslamın içini boşaltıp Nasrettin Hoca’nın kuşuna mı benzetmek istiyor?
Nasrettin Hoca’ya ait olduğunu da kabul etmiyorum ama ona izafe edilen bir fıkra şöyle:
Hoca leyleği eline almış, gagalarını, bacaklarını kesmiş ve “İşte şimdi bir kuşa benzedin” demiş.
Sayın Karaman’ın sözlerini aktarayım da bir bakın bakalım. Bakın da onun kesip kesip atarak yaptığının ve yapmak istediğinin buna benzeyip benzemediğine bir karar verelim lütfen.
Sayın Karaman, 2010 Temmuzunda “İslam’da Ne Var Ne Yok?” sorusuyla başlayıp Ağustosda devam ettiği seri yazılarına “Köle Ve Cariye Yok (Olmalıydı)” başlığı altında şöyle diyor:
“İslam’da var sanılan veya gösterilen birkaç konuya temas etmekte olduğum yazılarımda bugün kölelik meselesine geldik. Diğer konularda “yok” dediğim halde bu konuda “yok olmalıydı” dedim. Bundan maksadım şudur:
“Temel kaynağımız Kitab’a ve onun açıklaması, uygulaması mahiyetinde olan sünnete baktığımda şu sonuca varıyorum:
İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam’ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı.
Vakıa böyle oldu mu? Hayır. Peki kusur kimde? Dinde mi, Müslümanım diyenlerde mi? Şüphesiz zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlarda. “
Sayın Karaman’la sırasıyla konuşacağız. Önce onu konuşturacağım sonra ben konuşacağım. Gördüğümüz gibi ne söylediğini toptan yazarak önce ona söz verdim, şimdi de sıra bende. Öyleyse Karaman’ın ilk cümlesinden başlayalım. Şöyle diyor:
“…Kölelik meselesine geldik. Diğer konularda “yok” dediğim halde bu konuda “yok olmalıydı” dedim.”
Açıkçası, Sayın Karaman “İslamda kölelik ve câriyelik olmamalıydı” diyor.
Şimdi sıra bizde…
Bi kere, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler kölelik ve câriyelikle ilgili meselelerle dolu. Kölelik ve câriyelik meselesi, İslam fıkhı içinde de uzunca bir yer tutar.
Merak edenler için kölelik ve câriyelikle ilgili bazı sûre ve âyet numaraları verelim:
2: 177, 221 / 4: 24, 25, 36, 92 / 5: 89 / 9: 60 / 16: 71 / 24: 33 / 33: 50 / 9: 12,13 / 47: 4 / 58: 3 / 70: 30 (Koyu dizilen rakamlar sûre numaraları, diğerleri âyet numaralarıdır.)
Sayın Karaman’ın, bu kadar âyete rağmen, “İslamda kölelik ve câriyelik olmamalıydı” demesi, haşâ tabii ki Allah’a itiraz değildir ama bunu söylemekteki gayesi nedir?
Bu konuda birçok da hadis olmasına rağmen, “İslamda kölelik ve câriyelik olmamalıydı” demesi haşâ tabii ki Resûlüllah’a da itiraz değildir ama bunu söylemekteki gayesi nedir?
Kölelik ve câriyelik meselesi İslam fıkıh kitaplarında uzun uzun yer aldığı halde, Karaman’ın “İslamda kölelik ve câriyelik olmamalıydı” demekle gâyesi İslâm âlimlerine itiraz değilse nedir?
“İslamda kölelik ve câriyelik olmamalıydı” cümlesi, insana ilk nazarda “Bu zat Allah’a, Resûlüllah’a ve İslâm âlimlerine yol mu gösteriyor?” dedirtecek cinsten olsa da biz öyle demiyor, sadece bu soruları sorup cevabını Sayın Karaman’dan bekliyoruz.
Sayın Karaman yazısının devamını kastederek “Ben zaten bu sorulara cevap verdim” diyebilir. Öyleyse Karaman’ın cevap mahiyetindeki o sözlerini aktaralım. Şöyle diyor:
“Temel kaynağımız Kitab’a ve onun açıklaması, uygulaması mahiyetinde olan sünnete baktığımda şu sonuca varıyorum: İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam’ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı.”
Sayın Karaman’ın bu cümleleri çok su götürürse de arkada daha vahimi olduğu için bunların üzerinde fazla durmayacağız. Ancak şu kadarını söylemeden de geçmeyeceğiz.
Hatırlayalım, Karaman’ın yazısının başlığı şöyleydi: “Köle Ve Cariye Yok (Olmalıydı)”
Bu iddia bi kere, “İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam’ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı” diyerek isbat edilemez.
Sıcağı sıcağına Sayın Karaman’a soralım: “zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı” diyen kim? Allah mı, Resûlü mü, İslâm âlimleri mi?
Hayır! Hiç biri!.
Peki öyleyse kim? Karaman’ın kendisi.
Haaa şu var! İslamın hedefi elbette ki insanları köleleştirmek değildir. Aksine İslamda köle ve câriye azadı teşvik ediliyor. Ama böyle bir teşvikin varlığı, köle ve câriyeliğin yasak olduğu mânâsına gelmez ki. Mantık ilminden az buçuk nasibi olan herkes zaten bunu kolaylıkla anlar.
İslamda kölelik yasaksa, bunu ortadan kaldırmanın yolu, içki, faiz ve diğer haramlar gibi tamamen yasaklamak değil midir? Peki var mı böyle bir yasak? Yok!..
Hem böyle bir yasak olsa İslam dini niçin köle azad etmeyi teşvik etsin ki? “Kölelik ve câriyelik yasaktır” der ve bitirirdi. Müslümanların elerinde de köle olmazdı.
Ama İslam dini öyle yapmamış, köle ve câriye azadını teşvik etmiştir. Niçin? Çünkü Müslümanların ellerinde köle ve câriyeler var.
“Köle ve câriyelerinize de kendi yediklerinizden yediriniz” tavsiyesinde bulunan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) İslamda köle ve câriye edinmenin yasak olduğunu söylemeyi unutmuş mu yoksa?
Bu hadis-i şerif, Müslümanların ellerinde köle ve câriyelerin bulunduğunu, bunu da Peygamberimiz’in bildiğini ve yasaklamadığını haber vermektedir…
Şimdi gelelim Sayın Karaman’ın vehâmet, felâket, fecâat ve dehşet ifade eden sözlerine.
“Zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı” diyen Sayın Karaman, arkasından şunları söylüyor:
“Vakıa böyle oldu mu? Hayır. Peki kusur kimde? Dinde mi, Müslümanım diyenlerde mi? Şüphesiz zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlarda.”
Sonunda sözü Müslümanları suçlamaya ve Allah’a baş kaldırmaya kadar getiriyor.
Fî tarihinde Papa’yla görüşen Fethullah Gülen de buna benzer bir şey yapmış, Papa’ya elden sunduğu mektupta Müslümanları suçlayarak “İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır” demişti.
Türkiye’deki Dinlerarası Diyalog çalışmalarının baş mimarı olan Fethullah Gülendir. Dinlerarası Diyalogun danışmanı ise Vakıf başkanı Harun Tokak’ın ifadesine göre Hayrettin Karaman’dır.
Görüldüğü gibi Gülen ve Karaman, Müslümanları suçlamada birleşiyorlar…
Hayrettin Bey’in yukarıdaki sözüne dönelim…
Allah (c.c.) kölelik ve cariyelik uygulamasını kaldırmak istedi de, Müslümanlar zevklerini ve menfaatlerini Allah’ın emrine tercih ederek kölelik ve cariyelik uygulamasını devam ettirdiler ha?
Peki bu “Müslümanlar” hangi müslümanlardır?
Sayın Karaman bunun cevabını ileriki cümlelerinde şöyle veriyor:
“Raşid halifeler bazı esirleri misilleme sebebiyle köleleştirmişlerdir. Ancak onlar da, daha önce mevcut köleleştirme şekillerini haram bilmiş, bunu yalnızca “devletin, Müslüman olmayan düşmanlarına karşı ilan ettiği meşru savaşta alınan esirler” ile sınırlamışlardır.
Şimdi anlaşıldı mı “zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlar”ın kimler olduğu?
Karaman’ın bu sözüne bakılırsa, “zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlar”ın başında dört büyük halife geliyor. Yani Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali Efendilerimiz. (Radıyallâhü anhüm ecmâîn)
Karaman bu cümleleri Seyyid Sâbık’tan naklen veriyor. Yani Seyyid Sâbık böyle söylüyor, Karaman da onun bu sözlerini delil getiriyor.
Karaman’ı, dört büyük halife hazarâtının rûhâniyetine havâle ederek devam edelim.
Karaman’ın bu iddiasını normal görürsek, bunun devamı da gelir.
“Zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlar” ve böyle yaparak ilâhî iradeye baş kaldıranlar, sadece dört büyük halife değildir. Kölelik-cariyelik kurumunu içtihadlarında, fetvalarında ve uygulamada yaşatmaya devam eden diğer sahabîler de tâbiûn büyükleri de mezhep imamları da fakihler de, hatta Emevî ve Abbâsilerden Osmanlılara gelene kadar bütün İslam devletleri yöneticileri de “Zevklerini ve menfaatlerini ilâhî maksada tercih eden Müslümanlar” olmuş olurlar.
Durum ve vaziyet böyleyse –ki asla böyle değildir- Hazreti Resûlüllah’ın şu hadis-i şerifi ne olacak:
“Asırların (zamanların) en hayırlısı (hayrul kurûn…) benim asrımdır. Sonra ondan sonrakiler, sonra ondan sonrakiler…”
Karaman devam ediyor:
“Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne isimli kitabında bu konuyu olması gerektiği gibi şöyle özetlemiş:
“Kur’an-ı Kerim’de köleleştirmeyi serbest bırakan bir ayet yoktur, aksine mevcut köleleri azad etmeye çağrı vardır.
Dikkat ederseniz, Seyyid Sâbık “Şu âyet kölelik uygulamasını yasak ediyor” diye tek bir âyet söyleyemiyor. Ama bu acziyetine bakmadan “köleleştirmeyi serbest bırakan bir ayet yoktur” diyerek gerçekleri gizlemekten de geri durmuyor. Ne yazık ki Sayın Karaman da onun peşinden gidiyor.
Seyyid Sâbık’a ulaşamayacağımıza göre Sayın Karaman’a soralım:
Köleleştirmeyi serbest bırakan bir âyet yoksa, Hicretin 8. senesinde Evtas’tan alınan esirler hakkındaki hükmü ifade eden Nisâ sûresi 24. ayetteki “İllâ mâ meleket eymânüküm” ifadesi ne oluyor?
Fey’ olarak gelen savaş esirlerinin Peygamberimiz’e helal kılındığını ifade eden Ahzâb sûresi 50. âyetteki “Ve mâ meleket yemînüke / elinin altında bulunan (kadın)ları…” ifadesi ne oluyor?
Aynı âyette geçen “Ve mâ meleket eymânühüm / ellerinin mâlik oldukları…” ifadesi ne oluyor?
Efendimiz (s.a.v)’e hitaben Hicret’in 9. senesinde inmiş bulunan yine Ahzab sûresinin, 52. âyetinde yer alan “İllâ mâ meleket yemînüke / elinin malik oldukları” ifadesi ne oluyor?
Sayın Karaman, Hayber gibi son senelerde cereyan eden gazalardan Peygamberimiz’e fey’ olarak esir geldiğini yazan tarih kitaplarından bir tanesini bile okumamış olabilir mi?
Onun bildiğini umarak hatırlatalım.
İslam devlet başkanı savaş esirlerini ister öldürür, ister fidye alarak serbest bırakır, ister karşılıksız serbest bırakır, isterse de köleleştirir. Bunlardan dilediğini yapmakta serbesttir. Kur’an ve Sünnet’in mübah gördüğü bu tercihlerden herhangi birisini “İslam’da yoktur” diyerek kapatmak insanların yetkisine bırakılmış da değildir.
Bazılarının bir türlü kabul edemediği köleleştirme ve câriye meselesine gelince:
Bu kimselere önce İslam teklif edilir. İslamı kabul edip Müslüman olurlarsa ne âlâ. Allah’a kul olur ve kula kul-köle olmaktan kurtulup hür bir müslüman kardeşimiz olurlar. Ama İslamı reddedip Allah’a kul olmayı kabul etmezlerse, Allah’ın kulu olan bir Müslümana kul yani köle olurlar. Mesele bundan ibaret…
Tarihte kölelik kurumunda istismar olmuş da olabilir. Ancak bir mesele istismar ediliyor diye onu İslam dışı göstermek katiyen doğru olmaz. Yapılacaksa o yanlış uygulama tenkit edilir, o kadar.
***
Sayın Karaman, yazısında şu cümlelerle teaddüdi zevcâtı yani bir erkeğin birden fazla kadınla evlenme meselesini de ele alıyor:
“… Bu cümleden olarak bir cevazdan (izinden, serbest bırakmadan) ibaret olan çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde İslâmî yönetim tarafından engellenebilir. Bu, kanunu (şerîatı) değiştirmek mânâsına gelmez. Bu, tıpkı şartlarını yerine getirememekten korkan ferdin tek kadınla evli kalmayı yeğlemesine benzer.”
Kur’an’ın mübah olduğunu bildirdiği bir hususun sınırlandırılması veya yasaklanması kimsenin yetkisinde değildir ve olamaz. Teaddüd-i zevcât uygulaması yürürlükten kaldırıldığında, insanlar şu veya bu şekilde günaha düşerlerse bunun günahına yasakçılar ortak olmayacaklar mı?
Ortada yaşanan bazı sıkıntılar varsa, yapılması gereken, İslâmî bir hükmü gayri İslamî ilan etmek değil o sıkıntıları ortadan kaldırmaktır. İslam’ın çok eşlilik müsâdesini kötüye kullananlar var diye bunu genelleştirip yasakmış gibi göstermek, İslam’ın bir hükmünü yok saymak olur. Oysa bir İslamî hükmün istismar edilmesi onun İslamî olmadığına delil olmaz.
Sayın Karaman, “çok kadınlı evlilik, genellikle kötüye kullanıldığı ve olumsuz sonuçlar doğurduğu takdirde İslâmî yönetim tarafından engellenebilir“ diyor.
Bir Müslüman meşru bir şekilde birden fazla kadınla evlenecek de bunu İslamî bir yönetim engelleyecek ha! Bu doğrudan doğruya Allah’ın verdiği bir izni ve kişinin hakkını elinden almak olur. İslâmî bir yönetim İslâmî bir izni hem engellemez hem engelleyemez.
Sayın Karaman kafasını çevirip geçmişe şöööyle bir baksın bakalım, tarihte kendisinin söylediğini söyleyen hiçbir İslam âlimi var mı? Yoktur ve Hayrettin Bey bu meselede de eşsizdir.
İnsanlardan bir kısmı bir İslamî hükmü kötüye kullanıyor diye, bu hükmü hakkını vererek uygulayabilecek durumda olanları bundan mahrum etmek neyle izah edilebilir?
Birden fazla kadınla evli olduğu halde, dünyada hanımları arasında adaletli davranan bir tek kişi dahi kalmamış olsa, teaddüd-i zevcât hükmü yine bâkidir. Aynen diğer bütün İslâmî meseleler gibi.
Yeryüzünde böyle bir hüküm var olduğu müddetçe, meşru bir gerekçeyle ikinci, üçüncü bir kadınla evlenip de eşlerinin her birinin haklarını layıkıyla yerine getirecek kimseler her zaman bulunur.
Kötüye kullanılacak olan sadece teaddüd-i zevcât değildir. Namaz da oruç da zekât da kötüye kullanılabilir. Namazı istismar edenler var diye İslâmî yönetimin namazı yasakladığını, zekâtı istismar eden var diye zekâtı yasakladığını, sakalı istismar edenler var diye sakalı yasakladığını düşünün. Ve bu misalleri çoğaltın da görün bakalım önünüze ne çıkmaz sokaklar ve lâbirentler çıkacak.
Neyse biz en iyisi Hayretten Bey’e kestirme bir soru soralım:
Çok evlilik istismar edilir de tek evlilik istismar edilmez mi? Birileri de kalkıp tek evliliği kötüye kullanırsa ne olacak? İslâmî yönetim tek evliliği de mi yasaklasın?
Hayrettin Bey’in önüne bazı gerçekleri sermek isteriz:
Sahabe-i kiram içinde neredeyse teaddüd-i zevcât yapmayan kimse yoktur.
Meselâ Hazreti Ali (r.a) Efendimiz, Hazreti Fâtıma (r.anhâ) ile evliyken başka biriyle evlenmemiştir ama Hazreti Fâtıma’nın vefatından sonra pek çok kadınla evlenmiştir.
***
Hazreti Ömer radıyallâhü anhin halifeliği zamanında, Yemen’de bulunan Hazreti Huzeyfe (r.a) orada gayrimüslim bir kadınla evlenmişti. Halife Hazretleri bunu haber alınca bir mektup yazıp derhal o kadını boşamasını istedi. Halife’nin bu isteği üzerine Hz. Huzeyfe (r.a), “Yoksa kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu mu söylüyorsun?” diye sormuş, Hz. Ömer (r.a) “Hayır! Kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu söylemiyorum. Fakat Müslüman kadınları bırakıp (bilmeden) zinâkâr kadınlarla evlenmenizden korkuyorum” cevabını göndermiştir. (el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, VII, 172.)
nesillerin Yahudi / Hristiyan kültürünün etkisini taşıması gibi bir tehlikeye de yol açabilir.
Zihinlerini teaddüd-i zevcâta takanlar, kendilerini zorlayıp biraz da Hazreti Ömer’in endişesini hissetmeye çalışsınlar. Zamanımızda gayri Müslim kadınlarla evlenenlere bu mahzuru anlatmaya çalışsınlar.
Bir de şu var:
Müslüman erkeklerin gayr-i Müslim kadınlarla evlenmelerini geçtik, zamanımızda gayr-i Müslim erkeklerle evlenen Müslüman kadınlar var. Oysa hem böyle bir evlilik câiz değil, hem de nikâh yapsalar bile yapılan nikâh, nikâh olmaz.
Nikâhlı olarak birden fazla evlilik yapanlar hakkında ileri geri fikir yürütenler, böyle gayr-i câiz evliliklere engel olmaya çalışsalar olmaz mı?
Bugün yeryüzünde fiilen bulunmayan kölelik ve câriyelik meseleleri için mesâi harcayanlar, biraz da şu anda fiilen yaşanan Müslüman kadın-gayri Müslim erkek evliliklerine mesâi harcasalar olmaz mı?
Biraz da böyle evliliklere üzülsünler, biraz da bunlara engel olmak için kafa yorsunlar da samimiyetlerini görelim…
Ali Eren