Abdülhamid Han hem ufuktur, hem umut. Hem şuurdur, hem şiir. Abdülhamid Han anlaşılmadan gelecek kurulamaz. (Hasan…) Çok doğru bir söz. Necip Fazıl’da;” Abdülhamid’i anlamak, herşeyi anlamak olacakdır.” demişti. Biz Abdülhamid dedemizden yüzyıl sonra geldik. Onu ynındaki ahmaklar anlamadılar bizler nasıl anlıcaz? Dizilerden mi? Dizilerden tarih öğrenilir mi? Asla! Gönül eğlendirirsin sadece. Abdülhamid’i anlamak için ne yapmak lazım. O bizden yüzyıl önce yaşadı ama, bakışları, anlayışı ve basireti, bizden çok daha ötesini gördü. Abdülhamid’i anlamak için düşmanlarının itiraflarına bakmak lazım. Bizim şaşkolozlar onu anlamadılar ama elin ecnebisi nasıl değerlendirdi? “Dünyada 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramıda diğer dünya siyasilerindedir.” Bismarc Abdülhamid Han hazretlerini çok güzel niteledi. Başka bir sözünde;“Sultan Abdülhamid, Avrupa’da bir hasta olarak ele alınmaktadır. Fakat bana göre o, Haliç kıyılarında bulunanların hepsinden daha yüksek bir diplomattır. Ona karşı âdilâne hüküm verilmediği kanaatindeyim” demiştir. Yunan Kraliyet ailesinden Michel de Grèce :” Genç yaşta tahta çıktığı zaman öylesine mücadele eder, öylesine saldırılara göğüs gerer ve öylesine vuruşur ki sonunda Avrupa devletleri tahtta Sultan Abdülhamid bulunduğu müddetçe Osmanlı Devleti’ni yok edemeyeceklerini anlarlar. Bu yüzden Sultan Abdülhamid’i devirmek için ellerinden geleni yaptılar ve tahttan indirdiler. Sultan Abdülhamid düşürülür düşürülmez İngiltere, petrol kuyularının üzerine atıldı.” Sultan 2. Abdülhamid döneminde Osmanlı Bahriyesi’nde 40 yıl hizmet etmiş olan Woods Paşa, sultan hakkında şu sözleri sarf etmiştir. “Bana göre Sultan Abdülhamid, gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında en müstesna mevkii işgal edenlerden biridir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri gelen en başarılı hükümdarlardandır. Çok sakin ve gösterişten uzak bir halde yaşardı. Bir meseleye çözüm ararken, mütehassıslarını dinler, ancak onların fikirlerine esir olmazdı. Şehzade iken de akıllı, nazikti ve İstanbul’a gelen seçkin Avrupalılar kendisini ziyaret etmek isterlerdi.”
Bu misallerden daha çok vardır. Anlamadığım hadise şudur ki, Avrupaya okumaya gidip, geri dönüşlerinde birer militan olan bu ittihat terakkicilere ne içirdiler? Hürriyet nedir ki? Özgürlük mü? Sen eğer müslümansan, özgürlüğün ALLAH’ın sana tayin ettiği çizgiler arasındadır! Osmanlı Devleti ALLAH’ın tayin ettiği çizgilerde özgürdü. Demek senin aradığın bu değil! Senin aradığın başka bir şey. David Livingstone, “İlluminati’nin Gizli Tarihi” kitabında “Jöntürkler”in, Paris’de Cemaleddin Efgani’nin ders halkasında olduklarını kaydediyor. Efgani! Efgani’yi biz sadece reformcu ve mason olarak biliriz. Efgani’nin daha gizli bir durumu vardır. Efgani, İsmailiyye sapıklığına mensup bir habisdir. Efgani, ismailiyye mezhebinin ritüellerni gizli bir şekilde yapmaktadır. Kendisi aslende şiidir. İran’lı olduğunu saklamak için, ‘Efgani’ demiştir kendine. Jöntürkler Osmanlı’da 1897 senesinde Genç Osmanlılar adı altında bir cemiyet kurdular. Bu cemiyet sonrasında İttihat ve Terakki ismi altında, Osmanlının mevcut ne kadar düşmanı var ise, onlar adına ülkede meşru ihanet planlarına başladı. İhanet! Hürriyet kahramanları aslen İslam düşmanı, memleket düşmanı, hürriyet düşmanı, halşfe düşmanıydılar. Hizmet ettikleri insanlar onları özgürlük ile aldattı. Hürriyet ile aldattı. Hepside koyun gibiydiler. Bizim bazı aydın(!) kesime sorsan, ortalığı karıştırarak hepsi için Hürriyet kahramanı derler. Vaziyet ortadadır. 1909 senesinde Abdülhamid Han’ı tahtından indirmeye gelenlerin şekli bellidir. Abdülhamid Han hazretleri onlara tarihe geçen şu hitapda bulunmuştur:“Bir Türk Padişahına, otuz üç sene bu makamda bulunmuş İslam Halifesine tahttan indirilme kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?” Ey ihvan-ı din! Bu sözler karşısında insan titremez mi? Nerede ittihat terakki? Nerede Türklüğü ile övünen Enver habisi? Ümmetçiler neredesiniz? İslamcılar? Turancılar? Padişahınızı bir yahudi, bir ermeni, bir arnavut ve bir nanköre peşkeş çektiniz? Tarih sizi unutmayacak. Ahirette hesabınız çetin olacak. O müstebid dediğiniz padişah size helal etmiştir hakkını. Ondaki merhamet annede yok! Lakin Abdülhamid Han hazretlerinin hakkını helal etmedikleri var. Kendi duasında onu görelim isterseniz. “Allahım helal etmiyorum! Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!
Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin (SalAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!
Ya Âdil!
Bana”Kızıl Sultan” adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!
Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..
Fakat yâ Rahman!..
Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı!
Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
Yâ Kâdir!
Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
Ya Ma’bud !..
Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!
Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
Yâ Sübhan!
Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana”Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi”Milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ”Ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..
Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.
Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!
Ayakta duramaz, haldeyim!
Vadem ne gün dolacak Allahım?..” Böyle dua eden bir insan nasıl müstebid olacak ki? Abdülhamid ihanet edenler, bazıları tahttan indirildiği vakit, bazıları vefatından ve Osmanlının yıkılmasından sonra başlarını taşlara vurdular. Şiirler düzdüler. Pişmanlıklarını dile getirdiler. İttihat ve Terakki’nin lideri Enver Paşa memleketi terk ederken Talat Paşa’ya şu büyük itirafta bulunmuştu: “Sultan Abdülhamid’i hal etmekle hayatımızın en büyük hatasını işledik. Kendisini çok yanlış anlamışız” Sultan Abdülhamid Han’a muhalefetinden dolayı pişmanlığını en açık bir şekilde dile getiren Filozof Rıza Tevfik’tir. Onun, “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdad” isimli şiirininden bir dörtlük şöyledir:
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasî padişahına
Bazı muhaliflerin pişmanlık ve özür şiirleri:
Abdülhak Hamid Tarhan
Ya Rabbi-i zü’lcelal-ü eya Halike’i beşer,
Senden gelür bu aleme madam hay ü beşer,
Sultan Hamid-i adile takdir-i hayr kıl,
Sultan Hamid’e malik ü memlûk olan bu halk,
Hiçbir zamanda behyemez reh-ber-i diğer.
Süleyman Nâzif
Kaç zamandır gelmişken yade biz,
İşte geldik senden istimdade biz,
Öldürürler basarsak feryada biz,
Padişahım hasret olduk eski istibdade biz…
Ahmed Râsim
Sen değil naaşın hükümdar olsa elyaktır bizlere
Dönsün etsin taht-ı Osmaniye tabutun cülus.
Bunlar pişmanlıklarını dile getirenler. Şahsen benim Abdülhamid Han’a muhalefetinden dolayı, önceleri kendisini sevdiğim fakat hakikatleri görünce kendisinden tiksindiğim ve dahi nefret ettiğim biri var. Mehmet Akif Ersoy! O kadar zeki ve ilim sahibi bir adamın, bunca iftira ve küfürle, ahirette nasıl hesap verecek, şaşarım. Yazıklar olsun diyorum. Kendisinden nefret ediyorum. Evet nefret ediyorum. Bu kadar hainlik yaptığı için ondan nefret ediyorum. Onca küfürü sultana saydığı için ondan nefret ediyorum. Hakkında sürekli alçaltıcı üsluplar kullandığı için ondan nefret ediyorum ve en ufak bir pişmanlık duymadığı için ondan nefret ediyorum!!! Yazdıklarına baktığımız zaman insanın midesi bulanıyor. Hangi müslüman halifeye böyle yazabilir. Aklım almıyor. Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
“Bu bir câni!” dedin sürdün, ya mahkum eylendin hapse.
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdana, her hisse,
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se…
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e…
-“Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler,
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer,
Âkıbet çok kötü…”
Mehmet Akif, Asım isimli eserinin sonlarında, Sultan II. Abdülhamid’e alenen hakaret ediyor:
“Sen de bir tekmede buldun mu, nihayet, yerini, Ne kılıktaysa gelen, hepsi hüviyetlerini, Aynı mâhiyette aktarma ederler çabucak. Sana her gün sekiz on kerre söverler mutlak. Hani dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin? Ne de sağlammış, evet, anlasın aptal halefin.”
“Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti! En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti. Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud; Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud. Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan, Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan, Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr. Sarmısak beynine etmez ki hakâik te´sîr. Böyle ankâ gibi medlûlü yok esmâya kanar; Adamın sabn tükenmek değil, esmâsı yanar. Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs, Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs! Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran, Bâri yirnıinci asırdan sıkıl artık hayvan! İçelim sıhhat-i sâmînize… Hay hay içeriz! Biz, efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz, İçelim… Durmıyalım… Âfiyet olsun… Şerefe!.. ” Sonra nevbetle, uzun boylu, söverler selefe. Halefin farz edelim şimdi öbür mektepten. Dalkavuklar yeni bir maske takarlar da hemen, Kuşatırlar yine etrâfını
Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfırdi:
Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.
Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;
Geyirir leş gibi, mu´tâdı değil istiğfar:
Aksırır sonra, fütûr etmiyerek burnumuza…
Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza
Savurur balgamı ta alnımızın ortasına,
Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!
Âhiret fıkri yularmış,yakışırmış eşşeğe;
Hiç kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye
Hele ahlâka sanlmak ne demekmiş hâlâ
Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ
Zevki hakmış adamın, başkası hep bâtılmış…
Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış!..
Ah, efendim, daha söylenmeyecek işler var…
Çünkü nâmûsa musallattı o azgın canavar.
– İyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep
– Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep:
Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam,
Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam,
Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.
Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün,
Memleket yoktu bugün yoktu. İyâzen-billâh…
Öyle üç balgam için millete kıymak da günah.
Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı;
Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı,
Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,
Yıkmadık âile koymazdı Hudâ hakkı için.
Mehmet Akif’in tek sorunu Abdülhamid Han hakkında yazdıkları değil. ALLAH’a yazdıklarına bakarakda karakterini görmek mümkün. Ehli Sünnet itikadına aykırı bir zihniyetle şiirler yazdığıda biliniyor. Kendisi efgani ve abduhu şeyh görür. Allah’a kafa tutan bir şairdir. Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki:
Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da,Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u övmekte, onun gibi dinde reform istemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini ilahi sese benzetmektedir. Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını bildirmektedir.
Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?
Böyle müslümanlık mı olur? İslamın neresinde ALLAH’a hesab sormak! Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de.
Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki:
Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,
Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir.
Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları?
Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti ayetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki:
Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı,
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?
Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Akif’in sözü ile yanmaz.
Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi, evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki:
Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?
Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor.
Mehmet Akif konusu uzar gider. Ne bu sapık itikadına, ne de Abdülhamid Han’a yaptığı hakaret ve küfürlere reddiye yada özür beyan etmemiştir. Bu yüzden onu hiş sevmiyorum. Onu ALLAH’ın hatrı için, Abdülhamid Han’ın hatrı için sevmiyorum.
Nereden nereye geldik. Sabırla okuduğunuz için teşekkürederim. ALLAH’ın dostunu düşmanını iyi tanıyın. Ona göre muamele edin. İmanın rüknu olarak krşımıza çıkıyor bu. Hubbi fillah, buğdi fillah!!! Selametle…