….«Kudüs Müftüsü El Hüseyin, Hitler’in gizli Müslüman olduğunu ve Haydar adını aldığını yaymıştı»… Melih AŞIK-Milliyet
….»II. Dünya Savaşı’nda Müslüman halklar arasında Nazi Almanya’sı diktatörü Hitler’in ‘Müslüman olduğu’ ve ‘Haydar adını kullandığı’ inancı yayılmıştı»…Güneri CİVAOĞLU-Milliyet
….»Hitler, gerçek adı Haydar Ebu Ali olan bir Müslüman mıydı?»…Cengiz ÖZAKINCI – Türkiye’nin Siyasi İntiharı
Dietrich Eckart, 1920’lerde vasiyetnamesinde; “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.” demekle neyi kastetti ?Yıl 1920 idi…
Dietrich Eckart kimdir? Dietrich Eckart, en büyük hedefi, zaman yolculuğunu gerçekleştirerek Dünya’nın kaderini değiştirmek olan Thule Örgütü’nün kurucusudur.Öğretisi, mistik Doğu, Hint-Tibet felsefesine dayanır.
Hitler, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan krizden güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede nasyonalizm, anti-semitizm ve anti-komünizm de sunuyordu.
Ancak ünlü kitabı «Kavgam» ‘da kendi yazdığı aşağıdaki ifadeler, basit bir günah çıkarma mıydı? Yoksa Baron Rudolf von Sebottendorff gibi gizli bir Müslüman mıydı ?
….«Müttefikimiz İtalya aşağı yukarı bizi her tarafta rahatsız etti.Afrika’da devrimci bir politika takip etmemize,mesela İtalyanların varlığı engel oldu. Durum gereği Afrika meselesi İtalya’nın özel meselesi kabul ediliyor ve bu yüzden Mussolini,Kuzey Afrika’ya sahiplik etmek ayrıcalığını talep ediyordu.Hiç olmazsa Fransa tarafından işgal edilen Müslüman memleketleri bağımsızlığa kavuşturmalıydık.Bu hareketimiz, İngilizlerin köleliğe mahkum ettiği Mısır ve Yakın Doğu’da bağımsızlık ve olağan üstü bir etki yaratacaktı. Kaderimizin İtalyanlara bağlı olması bu derece «asil» bir davranışı mümkün kılmıyordu. Zaferlerimizin haberleriyle bütün İslam dünyası çalkalanıyordu. Mısırlılar,Iraklılar,Cezayir, bütün Yakın Doğu isyana hazırdı. Bu milletlere yardım etmek,aynı zamanda çıkarlarımız gereği olduğu halde onları bağımsızlık yolunda teşvik etmek için ne yapabiliyorduk sanki? İtalyanların yanı başımızdaki varlığı bizi felce uğratırken, «İslam dünyasındaki dostlarımız» nezdinde de bu yakınlık büyük bir hoşnutsuzluk yaratıyordu.
Zira bu Müslüman ülkeler bizi isteyerek veya istemeyerek cellatlarına yardakçılık yapan bir davranış içinde görüyorlardı. Kaldı ki bu bölgelerde Fransızlardan ve İngilizlerden fazla İtalyanlardan nefret edilmektedir. Sünusiere (Cezayirlilere) karşı tatbik edilen barbarca işkencelerin hatırası, bu bölgelerde hala canlı bir şeklide yaşamaktadır.Diğer taraftan savaştan önce Mussolini’nin, kendini İslam’ın Kılıcı şeklinde dünyaya ilan etmesi gibi gülünç iddiaları savaştan önce olduğu gibi halen alay konusu olmaktadır. ”Hazreti Muhammed(s.a.v)” veya Hz. Ömer gibi büyük fatihlere yakışacak olan bu ünvan,Mussolini’ye para ile kandırılmış veya korkutulmuş birkaç zavallı ahmak tarafından verilmiştir.İslam dünyası ile yapılabilecek büyük bir politika vardı.İtalyan müttefikliğine olan bağlılığımız yüzünden elimizden kaçan nice fırsatlar gibi bunu da kaçırmıştık!
Yapmamız gereken, Fransız zulmü altında bulunan bütün milletleri bağımsızlığa kavuşturmak ve İngiliz işgali altında bulunanları isyana teşvik etmekten ibaretti.Bu politika bütün İslam dünyasında heyecanlar yaratacaktı. İster iyi,ister kötü olsun İslam dünyasında bir milleti ilgilendiren her hangi bir konunun Atlantik’ten Büyük Okyanus’a kadar bütün İslam dünyasında tesir edeceği bir gerçektir. (Atlantik’ten Hint Okyanusuna değil, Büyük Okyanusa kadar ifadesi, ilginçtir.)
Psikolojik yönden politikamızın etkisi iki katlı felaket oldu.Bir taraftan hiçbir fayda etmeyen Fransızların gururunu yaraladık;diğer taraftan sömürgeleri üzerindeki egemenliklerini muhafaza etmek için gayret gösterdik.Zira bütün korkumuz Fransız sömürgelerindeki bağımsızlık havasının İtalyanların Kuzey Afrika’daki sömürgelerine bulaşmaması idi.Madem ki bu topraklar şimdi İngiliz ve Amerikan kuvvetlerinin işgali altındadır,bu sonuçların bizler için bir felaket olduğunu söyleyebilirim.Bizim bu mürai dış politikamız İngilizlerin, Suriye’de, Irak’ta ve Libya’da kurtarıcı rolünde gözükmelerine dahi sebep olmuştur. »….(62 yıl sonra da durum aynı…)
…Thule Örgütü, 1943 yılına kadar Tibet’le yakın ilişkiler içersinde olmuş, karşılıklı heyetler gönderilmiştir. Hatta, 1926 yılında, Berlin ve Münih’e, küçük bir Hindu kolonisinin yerleştirildiği bilinmektedir (Ruslar’ın Berlin’e girişi sırasında, ölenler arasında, Himalaya ırkından gelme, Alman üniforması giymiş, üzerinde kimliği ve rütbesi bulunmayan 1.000 kadar cesede rastlanmıştır). Nazi’lerin “Odessa” adlı bilim örgütünde de, üst rütbeli Tibetli’lerin çalışmış olduğu saptanmıştır. Tibet kökenli “Yeşil Ejder” adlı bir örgütün de, Thule Örgütü ile bağlantılı olduğu bilinmektedir.
Thule Örgütü’nün merkezi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul’a taşınmıştır. Örgütün başkanı, Hitler tarafından İstanbul’a gönderilen, ancak daha sonra İstanbul’da intihar süsü verilerek öldürülmüş olan (Türk literatüründe “Gizli Müslüman Baron” diye anılan), “Baron Rudolf von Sebottendorff” (diğer adıyla, “Rudolf Glauer”) dir. Araştırmacı yazar Jason Bishop, Baron Sebottendorff’un, İslam mistizmi ve süfizmini tüm ayrıntıları ile çok iyi bilen ve tarikatlarla doğrudan teması olan bir kişi olduğunu belirtmektedir.
Baron Sebottendorff, 1933 yılında yayınlanan, “Before Hitler Came” (Hitler’den Önce) isimli kitabında, Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını konu almış ve kitap, bu nedenle Gestapo tarafından yasaklanmıştır.
Haushofer ve Hanussen ile birlikte, Gurdjieff de Müslüman olmadan önce bu örgüte mensuptu. Diğer bir örgüt üyesi olan Rudolf Hess’in de Müslüman olduğu ileri sürülmüştür. Hitler’in, Thule Örgütü’ne 1920 yılında katılması ve, örgütün kurucusunun vasiyetindeki ifadeleri, düşündürücüdür : Acaba Hitler, gizli bir Müslüman mıydı?
Takdir Sizlerindir…
Araştırma : Mustafa İstanbulluoğlu
IŞIĞIN SESİ