Avrupa’da yazılıp İstanbul’da sahnelenen FATİH’E HAKARET OPERASI…
(8/6/2013) Ali Eren
O da ne!
İstanbul’da Fatih’e hakaret operası mı oynandı?
Evet maalesef öyle oldu değerli okuyucular!
Gerçi Hıristiyanların, Fatih’e hakaretlerle dolu bir piyes yazmaları gayet normal. Çünkü İslam düşmanlığından ileri gelen Osmanlı düşmanlığı, onların zaten genlerinde mevcut…
Ama böyle bir piyesin İstanbul’da sahnelenmesi ne demek oluyor! Böyle bir piyes, İslam âleminin başkenti kabul edilen İstanbul’da nasıl sahnelenir?
Sahnelenememeli ama basbayağı sahnelendi, sahnelenebildi işte…
Ne zaman?
Daha yeni, 2010 senesi Temmuzunda…
Nerede?
Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’nda…
Tarihçi yazar Ahmet Uçar, Yedikıta dergisinin Eylül 2010 tarihli 25. sayısında, Fatih Sultan Mehmed’e hakaretlerle dolu olan bu piyesin İstanbul’da sahnelendiğini yazmıştı.
Biz de, bu oyunun oynanmasının yıl ve aydönümü olan 2013 yılının Temmuz ayında, Sayın Ahmet Uçar’ın o mühim makalesini iktibas etmeyi ve “Diyalogcu hıristiyanseverler”e arz etmeyi uygun bulduk.
Sayın Ahmet Uçar’ın o mühim makalesi şöyle:
“Yıllar önce, Bolirci Fabris’in yazdığı, Rossini’nin “İkinci Mehmed” piyesiyle aynı konuda olan piyes, İtalya’da oynatılmış ve Osmanlı-İtalya arasında diplomatik krize sebep olmuştu. Bugün ise, bizzat G. Rossini’nin Mora isyanına destek olmak ve Yunanlılar arasında milliyetçiliği yaymak maksadıyla yazdığı “Mehmed II” adlı opera, “Fatih Sultan Mehmed” adıyla 1. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin açılış gösterisi olarak 2-3 Temmuz 2010’da Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’nda sahnelendi. Her ne kadar G. Rossini’nin operasının uyarlanmış hali(!) olduğu iddia edilse de opera, tarihî hassasiyetlere ters düşen yönleriyle tepkiyle karşılandı.
***
Şüphesiz, 1453’te gerçekleşen İstanbul’un fethi, dünya tarihinde çok büyük bir dönüm noktasıdır. Fetih, özellikle İslâm dünyası ile Hıristiyan Batı medeniyeti arasındaki ilişkiler açısından olumlu ve olumsuz birçok yeni gelişmelere sebep olmuştur. Bilhassa Batı’da İslâm düşmanlığının artmasında fethin tesiri göz ardı edilemez.
Alman şarkiyatçı Carl Heinrich Becker, İstanbul’un fethiyle, İslâmiyet’in Avrupa’da genişlemesi, yayılması ve böylece Hıristiyanlığın önüne sed çekilmesinin, Batı’da İslâm düşmanlığının temel sebebi ve ilk tarihi olduğunu ileri sürmüştür.
Şunu da hemen belirtelim ki, 20. yüzyılda bile bazı batılı yazarlar o günün Batı dünyasını fetih karşısında duyarsız kalmakla suçlamışlardır.
***
Alman misyoner Julius Richter “Bizans İmparatorluğu yavaş yavaş eriyip, İslâm imparatorluğu içinde yok olurken, hatta 1453 tarihinde Osmanlı Türkleri İstanbul’u fethederken, Hıristiyanlar her şeyden habersiz ve gailesiz bir hayat yaşıyorlardı.” demekten kendini alamamıştır.
Aslında Richter’in söylediğinin aksine Batı, İstanbul’un fethine pek de duyarsız kalmamıştı. Batı’da, günümüze kadar Konstantinopolis’in İstanbul oluşunun intikamını almak için Fatih’le ve fetihle alâkalı yüzlerce eser ve binlerce makale kaleme alınmıştır ve bu türden yazılar halen devam etmektedir.
***
Bugün Batı edebiyatında; romanından hikâyesine, destanından tiyatrosuna, Fatih ve fetihle alâkalı ciltler dolusu malzeme bulmak mümkündür. Biz bu makalemizde sadece, Fatih’le alâkalı tiyatro eserlerine kısaca bir göz attıktan sonra, bunlardan, Sultan İkinci Abdülhamid’in yasaklatmak istediği “Sultan İkinci Mehmed” adlı trajedi üzerinde duracağız.
***
Fatih Sultan Mehmed’e isnad edilen uydurma bir hikâyeyi konu alan opera, bir zamanlar diplomatik krizlere yol açmıştı. Günümüzde, “2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti” faaliyetleri çerçevesinde İstanbul’un merkezinde oynatılan ve Abdülhamid Han’ın müdahalede bulunduğu operanın bir benzeri, festivalin açılış gösterisi olarak sergilendi.
***
Başta Alman, İtalyan, İngiliz ve Fransız edebiyatı olmak üzere, Batı edebiyatında Fatih’le alâkalı eserlerin birkaçı hâriç, hemen hemen tamamı Fatih ve Türk aleyhtarı bir muhtevaya sahiptirler.
Almanların “Büyük Türk” adlı karnaval oyunu gibi küçük bir bölümünde ise Fatih ve Türkler, biraz daha insaflı(!) bir şekilde değerlendirilmektedir.
İngiltere, Fransa, İtalya gibi diğer Batılı ülkelerin edebiyatında ise durum oldukça vahimdir. Devirlerinin dram anlayışı ile hareket eden bazı Batılı yazarlar, korkunç, kanlı, tüyler ürpertici trajik sahneler meydana getirmeye çalışmışlar ve bazı tarih kitaplarındaki, Türklerle ilgili yanlış bilgiler de onların bu maksada ulaşmasında kolaylık sağlamıştır.
***
Böylece, Fatih Sultan Mehmed’in İrene’nin başını uçurması, Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’yı boğdurtması ve Yavuz Sultan Selim’in babası Sultan İkinci Bâyezid’i zehirlemesi gibi uydurma bilgiler, tiyatro yoluyla birer tarihî hakikatmiş gibi halka sunulmuştur.
Fransa’da Fatih’le ilgili olarak yazılan ilk piyes olan, yazarı meçhul “Tragédie Mohammad (1612)”in konusunun Fatih’in erkek kardeşini öldürtmesi olduğunu belirtirsek bu yalan ve uydurmaların ne derece garip boyutlara ulaştığını anlatmakta sanırım güçlük çekmeyiz.
“İRENE VE İKİNCİ MEHMED” Piyesi…
Batı’da Fatih ile alâkalı en meşhur piyes “İrene ve İkinci Mehmed”dir.
Bu piyes, farklı coğrafya ve zamanlarda, farklı muhtevalar kazanmakla birlikte her zaman temel esprisini korumuş, batılı yazarların, devrin ve mekânın şartlarına göre Türk-İslâm düşmanlığı yapmalarının meşhur vasıtalarından birisi hâline gelmiştir.
Bilindiği üzere, Fatih Sultan Mehmed ile İrene hikâyesi, ilk defa 1554’te Bandello’nun “Porte de Le Novelle del Bandello” adlı eserinde ortaya atılmıştır. Güya Bandello, bu vakayı, Fatih’in muasırı (aynı zamanda yaşayan) Milano Dükü Francesco Sforza’nın hekimi F. Appaiano’nun torunundan işitmiştir. Hikâye Batı’da çok rağbet görmüş, 1559’da Boaissuan tarafından Fransızcaya, 1556’da Painter tarafından “Palace of Pleasure” adıyla İngilizceye tercüme edilmiştir. Yine bu dönemde, yavaş yavaş Latince tarih kitaplarında da yer almaya başlamıştır.
***
Meşhur tarihçi Knalles, bu uydurma hadiseyi “gerçek bir olay” olarak nakletmekten kendini alamamış, yine bu hadiseyle ilgili olarak William Barksted, 1611’de “Hiren or The Fair Greeke” adlı şiir kitabını yazmıştır.
Farklı kaynaklarda az çok değişik şekillerde, fakat aynı kindar duygularla anlatılan ve baştan aşağı uydurma olan hikâyenin ana hatları şöyle hülasa edilebilir:
İstanbul’un fethi sırasında esir edilen İrene adlı bir Rum kızı, Sultan Mehmed’e takdim edilir. Sultan, İrene’ye delice âşık olur. Öyle ki yavaş yavaş devlet işlerini ihmal etmeye başlar. Sonunda bütün vaktini bu kadına hasreder. Bu durum, devlet yöneticileri ve yeniçerilerin hoşnutsuzluğuna sebep olur.
Nihayet Mustafa Paşa tarafından ikaz edilen sultan, devletin ileri gelenlerini toplar ve İrene’den de en güzel elbiselerini giyerek huzuruna gelmesini ister.
Kadın huzura çıktığı zaman, güzelliği herkesi şaşırtır. Fatih hemen etrafına dönerek “hislerine galebe çalamayacak bir padişah olmadığını” belirttikten sonra, vazife ve şeref duygusunu, aşktan daha üstün tuttuğunu ispatlamak için, İrene’yi birden bire saçlarından yakalar ve bir kılıç darbesiyle kafasını uçurur.
***
İrene/Hyrene isimli bu Rum kızıyla alâkalı olarak, Batı’da birçok piyes yazılmıştır. Hem çıkış noktaları itibarıyla, hem de verdikleri mesaj bakımından bu piyeslerin hiçbirinin gerçekle uzaktan yakından bir alâkasının olmadığı ilim çevreleri tarafından zaten bilinmektedir.
Öyle ise İrene hadisesi nasıl ortaya çıkmıştır, bu hususu incelemek gerekir.
Hammer’e göre, Eğriboz Adası’nın 1470’te fethi sırasında, elçi Paul Erisso’nun kızı Anna Erisso, iffetinden fedakârlık etmediği için(!) öldürülmüş ve İrene hikâyesi de buradan çıkmıştır.
Fatih’in hizmetinde de çalışan Giovanni Maria Angiolello’nun “Historie Turchesca” adlı yazma eserinde, Fatih’in, haremindeki kadınlardan birine kendini çok fazla kaptırdığı ve bu kadının etkisinden kurtulmak için onu öldürttüğü ileri sürülmektedir.
L. Thuasne, İrene hikâyesinin başlangıcı olarak bu hadiseyi kaydetmektedir.
***
Ancak yazdıklarının uydurma olduğu kesindir.
Nitekim Fransız yazar Voltaire bile, Irene meselesi üzerine Fransızca yazılmış “İkinci Mehmed” adlı bir piyes hakkında, piyesin yazarına gönderdiği bir mektupta “İstiklâlini kaybetmiş milletler, fatihlerine (ülkelerini fetheden kimselere) daima böyle korkunç, olur olmaz şeyler isnat ederler” diyerek, İrene hikâyelerinin tamamıyla uydurma olduğunu belirtmiştir.
Araştırmacılara göre, İrene ve Fatih’le alâkalı sadece İngiltere’de altı uydurma piyes yazılmıştır.
İngiltere’de İrene hikâyeleri, sadece Fatih’le de alâkalı değildir. 1632’de T. Goffe, The Covragiovs Turke or Amurath the First (Yiğit Türk veya Birinci Murad) adlı piyeste Fatih’in yerine Sultan Birinci Murad’ı, İrene’nin yerine de Eumorphe’yi koyup, aynı iğrenç hikâyeyi sadece kahramanlarının adlarını değiştirerek nakletmiştir.
Fatih-İrene hikâyeleri Avrupa’da sadece İngiliz edebiyatında yer almamış, Fransız, Alman ve İtalyan edebiyatlarında da sıklıkla kullanılmıştır.
İtalya’da, 1856’da yayınlanan “Sultan” adlı operada yine Fatih-İrene hikâyeleri anlatılmaktadır.
“İKİNCİ MEHMED” DRAMI…
Avrupa’da, Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla, Türk düşmanlığının artması bir tarafa, “Türk ve İslâm” kelimelerinin müteradif olarak (aynı mânâya) kullanılması sonucu, İslâm düşmanlığının da gittikçe arttığını belirtmek icap eder.
Bu hususta verilecek örnekler çok olmakla birlikte, konumuzla alâkalı olan bir tanesi, İtalyan yazar Rossini’nin yazdığı ve bestelediği “Maometto II” (İkinci Mehmed) adlı operadır.
Eserin yazılış sebebi, 1821 Mora İsyanı’na destek olmak ve Yunanlılar arasında milliyetçiliği canlandırmaktır.
Daha önce “İtalya’daki Türk” adlı eseri ile Müslümanlara kinini kusan Rossini’nin bu operasının dört ayrı baskısı yapılmış, 1820-1850 arasında, çeşitli Avrupa şehirlerinde defalarca sahnelenmiştir. Batı’da Fatih Sultan Mehmed üzerine en önemli opera olarak kabul edilmektedir.
***
Rossini, 1824 yılında Paris’e yerleşir. Fransa’da yazdığı ilk operası başarısızlıkla sonuçlanınca önce 1826’da Türklere karşı savaşan Yunan askerleri yararına bir konser verir. Daha sonra da “Maometto II” operasını yeniden yazmaya başlar.
Rossini, günün şartlarından yararlanarak kraldan birtakım çıkarlar sağlamak peşindedir. Bu maksatla, Parislilerin hissiyatını galeyana getirmek için, iki perdelik “Maometto II”ye bir üçüncü perde ekler. Operanın kişilerinin tamamı -Fatih dışında- Yunanlı olmuş, operanın adı da Maometto II’den “Le Siege de Corinthe”e (Korint Kuşatması) dönüşmüştür.
***
Fatih, balelere de konu olmuştur. Rossini’nin operası ile aynı konuda olan baleler şunlardır:
Birincisi, 26 Şubat 1822’de Milano’da sahnelenen Paolo Brambilla’nın Le Siege de Corinthe Maometto (Korint Kuşatması ve Mehmet)’dir.
İkinci eser ise Antonio Monticini’nin 1834 yılında Napoli’de gösterilmiş altı perdelik balesi L’assedio di Negroponte (Eğriboz Kuşatması)’dır.
Rossini’nin Fatih-Anna operasının yeni bir varyantından başka bir şey olmayan bu tarafgir ve uydurma piyeste yazar, sadece tarihi tahrif etmekle kalmamış; Türklere, İslâmiyet’e ve Osmanlı’ya karşı, her türlü kin ve garezini birer birer kusmuştur.
33 sayfalık bu piyeste Türkler için 19 kez “barbar, zalim ve vahşî” sıfatları kullanılmıştır.
Öte yandan yıllar yılı Şiî İran’la mücadele etmiş olan Osmanlılardan, “Barbar Şiîler” olarak bahsedildiği hesaba katılırsa, piyesin hiçbir edebî ve tarihî kaygı taşımadan sadece “Türk düşmanlığı ve Yunanseverlik” duyguları üzerine kurulu bir iftiranâmeden başka bir şey olmadığı kolayca anlaşılabilir.
İTALYA İLE DİPLOMATİK MÜCADELE…
Yıl 1893 sonları…
Batı’da Yunanseverlik ve Girit meselesi yine gündemde…
Millî birliğini yeni kuran İtalya, Osmanlı’yı zor durumda bırakacak her oyunda rol almaya hazır. Çünkü gözü, başta Trablusgarp olmak üzere Osmanlı topraklarında!..
Böyle bir vasatta, Rossini’nin menfur “İkinci Mehmed” operasının bir benzeri, İtalyan sahnelerinde yeniden oynatılmaya başlanır. Operanın adı ve konusu aynı, yazarı farklıdır. Bu defa operayı, Bolirci Fabris yazmıştır.
Sultan İkinci Abdülhamid ise operadan fevkalade rahatsızdır. Hemen Hariciye vekiline (Dışişleri Bakanı), Roma sefirimiz (elçimiz) vasıtasıyla harekete geçilmesi emrini verir. Ancak İtalya’nın cevabı pek de tatmin edici değildir. Padişah, 17 Ekim 1893’te bir irade ile bu husustaki çabanın artırılmasını ister.
***
Sultan İkinci Abdülhamid’in Başkâtibi Süreyya Paşa’nın kaleme aldığı irâde (padişahın isteği) özetle şöyledir:
“Sultan İkinci Mehmed unvanıyla yeniden sahneleneceği, İtalyan gazetelerinde görülen manzum dramın bir nüshasının gönderildiğine, İtalya Hâriciye Vekili’nin, piyeste İslâm’a ve cennetmekân İkinci Mehmed’e karşı hakaret ihtiva eden (taşıyan) sözler bulunmadığı için yasaklanamayacağına, durumun sükût ile (sessizlikle) geçiştirilmesinin daha münasip olacağına dair cevabı, Roma sefaretinin (elçisinin) tahrirâtıyla (yazılarıyla) manzur-i âlî olmuştur (görülmüştür).
Bu dramın oynanması asla câiz olmadığından, her ne kadar İtalya Hâriciye Vekili bir şey yapmıyor görünse de, daha öncelerde Fransa ve İngiltere’de bu tür oyunlar yasaklatıldığı hâlde, İtalya’da yasaklanmaması kabul olunamaz. Bu dramın yasaklanması için kesin ve ciddi teşebbüslerde bulunularak, irâdenin gereği mutlaka yapılmalıdır.”
***
Bu irade üzerine Roma sefirimiz (elçimiz) yeniden teşebbüse geçer.
Ancak bu sırada İtalyan Hariciye vekili Roma dışındadır. Bu sebeple bakanlık nezdinde herhangi bir girişimde bulunamaz. Ancak, Venedik konsolosumuzdan, Venedik’te hâlâ oynanmakta olan Sultan İkinci Mehmed operasıyla alâkalı bilgi ister.
Venedik’teki konsolosumuz konuyu hemen araştırarak 3 Kasım 1893’te Roma sefirimize (elçimize) şu bilgileri verir:
“Sultan İkinci Mehmed adlı manzum drama dair, 29 Ekim 1893 ve 12 numaralı elçilik yazısı alındı. İşbu dram, hakikatte geçen nisan ayında Venedik’te sahneye konmuş olup, oyunun isminden hâsıl olan merak saikasıyla bendeniz dâhi gidip gördüm. Bu dram bize azıcık dokunacak bir sözü havi olsa idi, size muhakkak haber verirdim. Fakat hâl bu merkezde olmayıp bilakis bu dram, yüce adları her zaman anılan Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han Gazi Hazretleri’nin vatanperverâne fikirleri ve güzide hasletlerini ortaya koymaktadır.
Bu dram Venedik’te yalnız iki kere oynandı, ancak mûsikisinde görülen noksanlardan dolayı fazla bir muvaffakiyet hâsıl olmadığından hiç değilse Venedik’te bir kez daha oynatılması şüphelidir.
Aldığım bilgilere göre mezkûr dram bu kış Trieste’de de oynanacaktır. Bu vesile ile şunu da haber vereyim ki, bugünlerde burada “Mustafa’nın Kerimesi / kızı” adlı bir opera daha oynanmaktaysa da, bize dokunacak hiçbir sözü hâvî (taşıyor) değildir.
Bu opera, son zamanlarda Venedik Goldoni tiyatrosunda altı defa seyirci önüne çıkmıştır. Kahire’de geçen bir aşk macerasına dair olup, pek mânâsız bir entrikayı tasvir ediyor. Matbûâtla, tiyatroya dair olan talimata tamamıyla uygun hareket etmeyi daima vazifeden addedeceğimi temine hacet göremem (Bu meseleyi dikkatlice takip etmekteyim).
Emr ü ferman, hazret-i men lehü’l-emrindir.”
***
Roma sefîri, Venedik Konsolosluğu’nun bu raporunu, 7 Kasım 1893 tarih ve 365 numaralı bir yazı ile hemen Hâriciye (Dışişleri) Vekâleti’ne bildirir ve bu arada İtalya Hâriciye Nezâreti ve hükümeti nezdindeki teşebbüslerine de devam eder. Ancak netice alamaz, çünkü Hâriciye Nâzırı (Bakanı) henüz Roma’ya dönmemiştir. Osmanlı Hâriciye Nezâreti ise bir an önce netice alması için onu sıkıştırmaktadır.
Roma sefîrimiz 17 Kasım 1893 tarih ve 377 numaralı telgrafla son durumu bir kez daha bildirir:
“Yüz yirmi sekiz numaralı telgrafnâmeniz alındı. (İtalya) Hâriciye Nâzırı burada bulunmadığı için reis-i vükelâ (Başbakan) nezdinde teşebbüse geçtim. Nâzırın yakında dönmesinden sonra bu teşebbüsü takip edeceğim.”
***
Osmanlı Hâriciye ve Sadâret’i telâşlıdır. Çünkü Sultan İkinci Abdülhamid kendilerinden sürekli bilgi istemektedir. Nitekim bu bilgiler Sadâret (Sadrâzamlık) vasıtası ile hemen Sultan Abdülhamid Han’a arz olunur.
Hariciye Nâzırının konuyla ilgili olarak Sadâret’e gönderdiği belgelerden birine koyduğu üst yazıyı, Abdülhamid Han’ın hassasiyetini ortaya koyduğu için kısaltarak ve sadeleştirerek naklediyoruz:
“Sultan İkinci Mehmed unvanıyla sahneye konulacağı İtalya gazetelerinde okunan manzum dramın, seyirci karşısına çıkmasının behemehâl (derhal) yasaklanmasının temini hakkında çıkmış olan irade-i seniyye icabınca (padişah emri gereği), adı geçen sefârete durumun derhal telgrafla haber verildiğini 16 Kasım 1893 tarihli cevabî tezkiremde arz etmiştim.
Bundan sonra bu hususta, Venedik şehbenderliğinden (konsolosluğundan) gelen rapor da takdim edilmişti. (İtalyan) Hâriciye Nâzırı Roma’da bulunmadığı için, (İtalyan) heyet-i vükelâsı reisi (Başbakanı) nezdinde teşebbüste bulunduğunu ve Hâriciye Nâzırının yakında dönmesiyle bu vakayı (konuyu) ısrarla takip edeceğini bildiren sefir beyefendi hazretlerinden cevaben alınan telgrafın tercümesi de leffen arz olunmakla emr ü ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir.”
***
Roma sefirimiz Mahmud Nedim Paşa, 23 Kasım 1893 tarihinde gönderdiği 382 nolu telgrafında ise konuyu İtalyan Hâriciye Nâzırı ve başbakanı ile görüştüğünü ve görüşmenin müsbet neticelendiğini haber vermektedir.
Sadâretçe Sultan Abdülhamid Han’a da takdim kılınan telgraf aynen şöyledir:
“Hâriciye Nâzırı nezdinde lâzım gelen teşebbüsât-ı âcileyi ifa ettim. Nâzır ile vükelâ reisi, emel ve arzumuza yardım için, kanunlar dairesinde, elden geleni yapacaklarını bendenize kat’i sûrette vaad ve temin eylemişlerdir.”
***
Gerek Venedik Konsolosluğu’nun raporu, gerekse İtalyan hükümetinin, eserin muhtevasında “Fatih Sultan Mehmed”i rencide edici hiçbir hususun bulunmadığı yolundaki teminatı, Osmanlı hâriciyesini (dışişlerini) tam tatmin etmemiş olmalı ki, Roma sefaretinden âcilen eserin bir nüshasının gönderilmesi istenir. Sefir Mahmud Nedim Paşa, 26 Eylül 1893 tarihli cevabında Hariciye Vekili Said Paşa’ya konuyla ilgili olarak şunları yazar:
“Devletlü Nâzır Hazretleri Zat-ı devletlerinin bana göndermekle şeref vermiş oldukları 26 Ağustos tarihli ve 5763/103 no’lu emirleri üzerine “Sultan İkinci Mehmed” isimli lirik dram hakkında bilgi edinmeye uğraştım. Öğrenebildiklerime göre bu piyes hayli evvel yayınlanmış olmakla beraber alâka görmemiş, bu itibarla ne Roma’da, ne de arattığım ekseri büyük şehir kütüphanelerinde bulunamamıştır. Bununla beraber bir nüshasını temin vaadi aldım.
Bu arada kendisiyle temas etmekten geri kalmadığım Hâriciye Nâzırı, piyesin sahneye konulması halinde, eğer eser, gerek mukaddes dinimize, gerekse eserin ismini taşıdığı şanlı hünkârımıza (Fatih Sultan Mehmed’e) karşı herhangi tahrik veya rencide edici bir şeyi ihtiva ediyorsa, oynanmasının men edileceğini temin etmiştir. Hürmetlerimle… Mahmud Nedim.”
KUMPANYA MÜDÜRÜ TEMİNAT VERİYOR…
İtalya hükümeti, bundan sonra da ısrarla piyesin farklı olduğunu, bu sebeple yasaklanmasına ve adının değiştirilmesine gerek olmadığını ileri sürmektedir. Bununla birlikte, eğer piyeste “Fatih ve Osmanlı aleyhtarı herhangi bir unsur bulunursa” piyesin yasaklanacağı hususunda da teminat vermektedir.
Son olarak, piyesin Milano’da sahneye konmasına müdahale eden Roma sefirimize, İtalya Hâriciye Nâzırı, piyesi oynayan kumpanyanın müdürü Mösyö Richard’ın cevabını göndermiştir.
Mösyö Richard’ın verdiği cevaptan, onun da İtalyan Hâriciyesi ile aynı görüşte olduğu anlaşılmaktadır. 14 Aralık 1893’te Osmanlı Hâriciye Nezâreti’ne, oradan da Sadâret’e gönderilen Richard’ın mektubu şöyledir:
“Fabris’in yazdığı “İkinci Mehmed” adlı opera, daha önce Venedik’te de sahnelenmiş olup, Milano’da ilk defa sahnelenecek değildir.
Mezkûr piyeste padişah hazretlerini (Fatih’i) küçük düşürücü hiçbir şey yoktur. Zaten nezaket kaidelerine uymayan bir eseri kumpanyamız kabul etmez ve oynatmaz.
Şurasını da belirteyim ki böyle bir hadiseden bahseden bir operanın sahnelenmesi ilk defa olmayıp, bundan önce de Mösyö Rossini tarafından yazılan “Sultan İkinci Mehmed” adlı opera birçok tiyatroda defalarca oynanmış ve fevkalade ilgiye mazhar olmuştur.
Fransa ve İngiltere’de yasaklanan piyeslerin, bahsettiğiniz kıymetli zatın (Fatih’in) şan ve şöhretine dokunacak muhtevaya sahip olup olmadığını bilmiyorsam da bu piyesin, yasaklanmak için onlarla mukayesesi mümkün değildir. Padişahın (Sultan İkinci Abdülhamid), muhafazasına itina göstermekte pek haklı oldukları millî hislerine dokunur bir yönü asla bulunmadığı cihetle, müellifi maddî ve manevî yönden zarara uğratacağı için, bu piyesin yasaklanması adalet ve hakkâniyet kaidelerine de uymaz.
Bu durumun taraf-ı âlilerince de kabul ve takdir olunacağı ümidindeyiz. Bu durum yüksek huzurlarınıza ihtiramla arz olunur.”
***
Bundan sonra, bu piyesle ilgili tartışmalar kapanmıştır. Çünkü piyeste Fatih’le alâkalı hakaretâmiz hiçbir şeyin olmadığını İtalya hükümeti adına bizzat İtalya Dışişleri Bakanı temin etmiştir (garanti vermiştir). Kaldı ki, böyle bir durum olursa, Sultan İkinci Abdülhamid de tekrar müdahaleye hazırdır.”
***
Kaynaklar: BOA. Y.A.HUS. 287/49; 284/63; 285/67; İ. HUS. 1311 No.10;
Mustafa HÂLİDİ – Ömer FERRUH, İslâm Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm, (Çev: Osman Şekerci), İstanbul, tarihsiz.
Berna MORAN, “İngiliz Edebiyatında Fatih Sultan Mehmed Hakkında Piyesler”, Türk Dil ve Edebiyat Dergisi, 1958, Cilt: VII, s. 73-83;
C. D. Rouıllard, The Turk in French History, Thought and Literature 1520-1660, Paris 1941.
Ümit GÜROL, İtalyan Edebiyatında Türkler, Ankara 1987.
Ziyad EBUZZİYA, “Sultan İkinci Abdülhamid’in Dinî ve Millî Konulardaki Hassasiyeti: Fransa, İngiltere ve İtalya’da Oynanmasını Yasaklattığı Piyesler”
Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi, Tebliğler (22-28 Eylül 1985), İstanbul 1983; www.istanbuloperafestival.gov.tr