Bir intihalcinin kısa anatomisi
Aceleci bir akademisyen olmasıyla tanınan Ahmet Akgündüz, her nedendir bilinmez, sürekli Said Nursi (Okur) hakkında iddialı bir çalışma gayretinde ve sürekli onu methetmek için değişik yollara başvurmaktadır. Seyyit olduğu hakkında hummalı çalışmalar yaptığı “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Şahsiyeti” eserinin 2.cildi, 10/05/2016 tarihli İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından toplatılmasına karar verildi. Haber de:”
Rotterdam İslam Üniversitesi rektörü Ahmet Akgündüz’e, 6 cilt halinde hazırladığı “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Kişiliği” adlı kitabında, Zehra Vakfı’nın kurucusu merhum İzzettin Yıldırım’a iftira ve açıkça Kürt düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle kardeşi Cesim Yıldırım tarafından açılan hukuk davası sonuçlandı.
Akgündüz, kitabında; Zehra Vakfı kurucusu İzzettin Yıldırım ve Med-Zehra kurucusu Sıddık Dursun’un Molla Mustafa Barzani tarafından Nurcular arasında Kürtçülüğü yaymak için özel olarak sokulduğunu ve onun adına çalıştıklarını iddia etmişti. Akgündüz’ün Mustafa Barzani’ye isnatla kitabına aldığı ve “Kürtçe aslının çevirisidir” dediği bozuk bir Türkçeyle yazılmış mektup, imzasız, kaynaksız ve kim tarafından yazıldığı belirsizdi.
İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada, belgenin aslı sunulamamış ve iddiaların hiçbiri ispatlanamamıştı. Dava sonucunda Akgündüz’ün “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Kişiliği” adlı kitabının 2. Cildi için toplatılma kararı alındı ve 2.500 TL tazminata mahkûm edildi.
Akgündüz, yine sözkonusu eserinde, kendi kitaplarında onlarca yerde kendisinin “Kürt” olduğunu söyleyen Bediüzzaman Said Nursi’yi de, kendince topladığı belgelerde “seyyid” olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı.
Daha önce Kürtlere karşı tutumuyla defalarca gündeme gelen Akgündüz, en son Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin yanında tarihi yerlerin korunması için basın açıklaması yapan avukat ve insan hakları aktivisti Tahir Elçi’nin katledilmesinden sonra sosyal medya hesabında yazdığı “su testisi su yolunda kırılır” twittiyle de her kesimden büyük bir tepki toplamıştı.” geçmektedir. Haberin linki “http://www.ilkehaber.com/haber/ahmet-akgunduze-sahte-belge-soku-kitabi-toplatildi-37811.htm”
Bu hadiseyi internetten öğrenmiş bulunduğumda çok şaşırmıştım. Kendisi hakkında kötü olabilecek hiçbir şey dinlememiştim yada okumamıştım. Ahmed Akgündüz’ün yazdığı kitaplarında arşiv belgelerine dayandığını hatta neredeyse sıfır hatada olduğunu kabulle okurdum.
“Ahmet Akgündüz’e sahte belge şoku: Kitabı toplatıldı”
sürmanşetli haberi görünce, önce gözlerime inanmadım, sonra inanmamak için elimden gelen gayreti gösterdim. Bu haberin doğruluğu varmıydı? Yoksa asparagas habermiydi? Hazır bilgisayarın başındayken araştırayım dedim ve çok enteresan bir kaç vidyoya ve habere de rastladım. Ahmed Akgündüz, hakkı olmayan bir şöhrete mi sahipti sorusu aklıma takıldı. Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Hocanın vidyosuyla başlamak istiyorum;
Bu vidyoyu izledikden sonra Kadir Mısıroğlu ile arasında geçen ve karşılık atışmalara sebep olan vidyolarda sırasıyla önüme geldi. Kadir Mısıroğlu’nun “BİR MAZLUM PADİŞAH SULTAN II.ABDÜLHAMİD HAN” kitabındaki Said Nursi’nin Sultan Reşad’dan aldığı 20000 altın bahsiydi. Kitapdan iktibasla “…Celâleddin ÖktemHoca’dan dinlediğine nazaran, II. Meşrûtiyet arifesinde İstanbul’a gelen Said-i Nursî merhum o zaman Dârulfünûn’a tahsis edilmiş olan Zeyneb KâmilSultan II. Abdülhamid hakkında ileri-geri sözler söylemiş. Ezcümle Celal Hoca’nın bizzat işittiğini söylediği şu sözleri sarfetmiş: -Sultan, tek başına koca bir sarayı işgâl ediyor. Çıksın oradan!.. Ben orayı mektep yapacağım!.. Bu ve benzeri sözler yüzünden tımarhâneye sevkedilmişse de doktorlar, aklında bir noksanlık olmadığını ve sırf görgüsüzlüğü sebebiyle yakışıksız sözler sarfettiğini söyleyerek O’nu serbest bırakmışlar.Bundan sonra Mâbeyn’e gelerek Padişah ile görüşmek istemiş, fakat bütün ısrarlara rağmen belindeki hançeri çıkarmak istemediğinden bu görüşme vâkî olamamıştır.II. Meşrûtiyet’in ilânı üzerine Selânik’teki Hürriyet Meydanı nda düzenlenen bir mitingde bir konuşma yapmış, bu konuşma Nutuk adıyla basılıp halka dağıtılmıştır. (İstanbul, 1326…..)Daha sonra Sultan Reşad’la görüşen Said-i Nursî, O’ndan Van’da tesis etmek istediği medrese için yardım almış ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşamıştır. Vefâtında, bu altınlardan arta kalanlar, benim Eskişehir Askerî Cezâevi’nden hapishâne arkadaşım olan Hüsrev Altınbaşak’ta kalmış. O da bunları bozdurarak bugünkü Hayrat Vakfı nı kurmuştur.” bu sayfalara itirazda bulunan Akgündüz bir vidyosunda bu cümlelere cevap vermiştir. Vidyo:
https://www.youtube.com/watch?v=NY6I9d9ENxQ
Bu vidyodan hareketle Kadir Mısıroğlu’da cevapda bulunmuştur. bu vidyolar:
Mısıroğlu ve Akgündüz arasında gelişen bu hadiseler beni şaşırtmıştı. Kadir Mısıroğlu’nun yaptığı izahat ve reddiye, belgeler ve konuşmalar daha can alıcı ve neticeye götürmesi daha nettir. Akgündüz zaten yanlıdır. Mısıroğlu ise daha çok objektif olmaya çalışandır. Yukarıda geçen haberin doğruluğunuda, yapacağınız küçük bir araştırmayla sonuca ulaştırmış olacaksınız. Kadir Msıroğlu bu konuşmalarla da kalmadı ve bu mevzu hakkında bir makale yayınladı. Bu makaleyi paylaşıyorum:
“Çıkaracağın bir kitaba dâir reklâmında umûmî bir alâka uyandırmak maksadıyla bana hücum etmişsin. Bununla tatmin olmayarak kitabının henüz dumanı üzerindeyken bir mülâkatla bu alâkayı büyütmeye çalışmışsın. Hâlbuki düşünemedin ki; bu hareketin İslâm düşmanlarını sevindirse de onları seni kitabına müşteri yapmaz! Dolayısıyla da senin için bir gelir sebebi olmaz. Boşuna heveslenmişsin.
Dikkat et, câmi duvarına işiyorsun! Bunun âkibeti senin için hiç hayırlı olmaz! Eğer kendini birine cevap vermek mecburiyetinde hissediyorsan ilk cevap vermen gereken Prof. Ali Birinci’dir. O senin doktaranın yüzde yüz “intihal” olduğunu isbat etmiştir. Fakat senden bir cevap alamamıştır. Ben ilk hareket olarak O’nun yazısını “Varan-1” başlığı altında sana ve sitemizin tâkipçilerine hatırlatıyorum. Unutma, bizim sitemizin yüz on ülkede bir milyon iki yüz bin tâkipçisi mevcuddur. Bunu öğrenmek senin için zor olmasa gerektir.
Eğer itham ve iftiralarına devam edersen senin Antep Orta Mektebi’nden başlayan sû-i ahvalinin çeşitli safhalarını, gülünç tarihî yanlışlarını ve evliyâ ilân ettiğin münâfık Fetoş’a dair beyanlarına kadar bir benlik tezâhürü olan bütün yanlışlarını tâdâd etmek mecburiyetinde kalacağım.
Şimdi buyur, tâkipçilerimle birlikte sen de Prof. Ali Birinci’nin bu müdellel yazısını okuyarak hâfızanı tazele.! Bakalım bu ilk tokat aklının başına gelmesine yetecek mi?!
VARAN-1
“Tarihçilikte Meslek Ahlâkı veya Ahlâksızlığın Tarihçiliği Meselesi”
- Ahmet Akgündüz:
Yakın tarihimizdeki intihâllerin (Aşırma) en dikkate değerlerinden biri, belki de birincisi Ahmet Akgündüz tarafından vakıflara dâir Arapça (yazarı Muhammed Ubeyd el-Kubeysî) bir kitabın dipnot sırası bile bozulmadan Türkçe’ye tercüme edilmesi ve doktora tezi olarak jüri mensuplarına yutturulmasıdır. Bu arada teze, Osmanlı tatbikatına dâir, klâsik vakıf kitaplarından alelacele çırpıştırılmış bir bölüm de eklenmiştir.[1] Akgündüz, aynı şekilde çok hızlandırılmış bir akademik süratle ve hâmileri (Rektörü Halil Cin) sayesinde 1986’da doktor, 1987’de doçent, 1993’de de profesörlük unvanlarını şereflendirmiştir”.[2]
“Ahmet Akgündüz ve Tarih İlminde Ahlâk Meselesi”
“Fuzulî her ne kadar;
İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Ârzû-yu muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kal imiş ancak
dese de ilmin değil, hiç şüphesiz aşksız ilmin aleyhinde bulunuyordu. Ancak, ilmin aşktan daha çetin bir sevgili olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Her aşkta az veya çok bir vuslat ihtimali vardır. Ancak ilimde böyle bir ihtimal bahis mevzuu bile edilemez. İlim, son menzili olmayan sonsuz bir güzergâhta, Kâbe yolundaki karınca misâli, bir ömür boyu hiç durmaksızın yürümektir. Tabiî bu mânâda âlim, hiç şüphesiz âşıktan daha zorlu bir işe tâlip oluyor demektir. O, en büyük hazzı bu yolda yürümekte bulup, “bu işin kârı ne?” diye sormaz. Mevlevi çilesi bin bir gün, onun çilesi bir ömür boyu sürer. Aksi takdirde âlimin “Ar yılı değil, kâr yılı” veya “Ar eden kâr etmez” sözünü hayatının düsturu hâline getiren arsız bezirgândan farla kalmaz.
Hiç şüphesiz, ilim adamının bir başka alâmet-i farikası ise gerektiği zaman yanıldığını kabul ile yanlışım tashih etmeyi de bir zevk hâline getirmesidir. Zaten yanılmazlık iddiası kulun tâkatini aşan bir davranıştır. Yanılmamak ancak Allah (cc.)’a mahsustur. Yanılmazlık iddiası enaniyet dâvâsının en büyük şâhididir.
Bu iki esastan hareketle ifade etmek gerekirse, ne yazık ki, memleketimizde “geçim köşe başını tutmuş” bir hâlde iken ilme âşık âlim yetişmesini beklemek bir ham hayalden başka bir şey değildir. Pek az istisnası bu gerçeği tekzip değil, ancak teyid için zikredilebilir. Mükrimin Halil (Yinanç) merhum ne kadar haklı:
“İnsanın, hasta iken doktor, aç kalınca aşçı, istirahata çekileceği zaman tarihçi olacağı gelir. Tarih, ilimlerin en sonunda gelir. Önce herkes alacağını vermez; hukuk doğar. Sonra hasta olurlar; tıb doğar. Sonra sihir ve nücûma itimat başlar. Tarih de lüks bir ilimdir.” Aslında kazanç hırsının insanların bütün hayatını kuşattığı bir iklimde sadece tarih değil, hiçbir ilim gelişmez ve ilim zihniyetinin sağlığı altından daima bezirgan sureti sırıtır.
İlim yapar gibi görünenler esas itibariyle şöhretin ve servetin kapısında bekleşirler. Kuru bir şöhretin değil, servetin kapısını aralayabilen kârlı bir şöhretin âşığıdırlar. “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” sözünü, ‘Yiğit ölür han kalır” şeklinde telkin buyururlar; tavırlarının bir muhtekirden farklı bir tarafı yoktur. İlim dünyası ile yer altı dünyası arasındaki fark ancak mevzu ve usûl farkından ibâret olur. Bir tarafın âleti silâhtır, diğer tarafın kalemi silâh olur. Artık vur vuranın, kâr kıranındır.[3]
Son zamanlarda ilim hayatımıza hâkim olan bu tavırdan pek fazla rahatsızlık duyulduğuna dair bir işaret de görünmüyor. İnsanlar başkalarının eserlerini ve tercümelerini çalıp kendi isimleriyle bastırıyor, yalan yanlış bilgilerle dolu kitaplarıyla şöhretlerini şekerleyip vitrinleri ve kütüphaneleri ve tabiî ceplerini dolduruyorlar. Başkalarının eserlerini çalmayı ise hizmet edebiyatıyla ambalajlıyorlar. Bilhassa Müslümancı aydınlar ve yayınevleri tam bir Müslüman-fırîblikle (Müslüman avcılığı) işi kotarıyorlar. “Ar-namus tertemiz” düsturuyla hareket edenler “kâr”dan başka bir düstur da tanımıyorlar. Bu yapılanları tutmadığımızı söylemek hakkını kullanmak, vazifemizdir diye düşünüyoruz.
Daha önce yazdığımız bir yazıda[4] adı geçen şahıslardan Sadık Yalsızuçanlar’ın ve Timaş’ın yağma ve -niçin açıkça yazmayalım- hırsızlıkları devam etmektedir. Yine Timaş Ali Çankırılı imzasıyla Batı klâsiklerini ve başka tercümeleri de basmaya devam etmektedir.[5] O yazıda, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve genç ortağı Doç. Dr. Said Öztürk tarafından Bilinmeyen Osmanlı (Haziran 1999, s. 286-293) isimli kitabında kırk bir derece hararetli bir kazanç hırsının ürünü olduğuna inandığımız bu türrehatta bulunan iki yanlışı örnek olarak zikretmiştik. Bu bazı okuyucularımız tarafından yanlış yorumlandı ve kitapta “iki yanlışın bulunması üzerinde durulacak bir şey değildir” denildi. Hâlbuki kitabın zaten isminden itibaren her şeyi yanlıştı. İsmi yanlış, yâni çok iddialı; yazılma sebebi ise ilmî değil ticârî ve tabiî metni ise tam bir çırpıştırmadan ibaretti.
II. Meşrutiyet devrinin en temel meselelerinden bir olan ve hakkında kâfi miktarda bilgi bulunan Halâskârân meselesini bile yanlış yazan ve yirminci asır İslâm dünyasının en ünlü kişilerinden Emir Şekip Arslan’ı (1869-1946) asgarî ölçüde bile tanımayan (a.g.e. 286) bir hukuk tarihçisinin Osmanlı Tarihi sahasında yaptığı bütün yanlışları tespit ve tahrir ancak bir takım, hem de geniş bir takım tarafından yapılacak bezdirici, bıktırıcı ve derin sabırlı çalışmalardan sonra mümkün olabilir. Diğer taraftan böyle bir çalışma da usûle aykırıdır. Sadece örnekler göstermek en isabetli yoldur. Bay A. A. İşaret ettiğimiz yanlışlarını kitabın sonraki baskısında (Ağustos 1999) da düzeltmemiş, nasıl olsa okuyucum (!) yutuyor diyerek aynı yanlışları piyasaya sürerken, kitabın satışını kast ederek “Ali Birinci yanılıyor, okuyucu cevabını verdi” selâmını göndermiştir. Bu defa örneğimizi teke indirerek, sadece Emir Şekip Arslan hakkındaki bilgi kaynaklarının dördünden birer sayfalık klişe koymakla iktifa edeceğiz.
Ancak son bir husus olarak bir itirafta bulunmamız gerekmektedir: Yanlışına işaret ettiğimiz A. A. nasıl olsa yeni baskısında bunları tashih eder diye bir ümit taşıyorduk. Bu inancımız meğerse bir saflıktan ibaretmiş ve Prof. A. A.’nın asıl hedefi ve heyecanı yanlışların tashihi değil, kesesinin takviyesinden ibaretmiş; gerisi lafügüzafmış ve mesele ise ilmî değil, ahlâkî temellere dayanıyormuş. Kâr getiren yanlışlar yanlış sayılmazmış. Câhil diye bu meydanda, kazanmayanlara denirmiş. Bu saflığım için kendimden ve okuyucularımdan özür dilerim.
İhtiyarımla acep ben hiç olur muydum yazar
Ger bileydim Ahmed’in bunca devasız derdini.”[6]
O’nun hakkında diğer bir beyan da şudur:
“Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkolog Eric – Jan Zurcher, Akgündüz‘ün çalışmalarına aldığı kimi paragrafların, başkalarına ait eserlerle birebir aynı olduğunu iddia ediyor.
Hollandalı profesör, “Paragraflar, o kadar benzer ki, bunu Akgündüz‘ün yazdığını söylemek zor” diyor.
Ahmet Akgündüz ise iddiaları reddetti. Akgündüz, iddiaların “Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların” işi olduğunu öne sürdü.
Prof. Dr. Akgündüz Aksaray’da daha çok, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi’ isimli, Somuncu Baba’nın hayatını ele alan eseri ile tanınıyor. Prof. Akgündüz’in bu eseri, Aksaray ve Somuncu Baba ilişkisini ortaya koyan 40’tan fazla arşiv belgesinin sadece bir tanesine yer veriyordu. Eser bu ve başka hataları ile ilim dünyasında ağır eleştiri almıştı. Bu esere karşı bir reddiye yazan konunun uzmanı Prof. Dr. İsmail Erünsal, Prof. Akgündüz’ün adı geçen eserinin intihal içerdiğine de imada bulunmuştu. Prof. Erünsal’ın yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Orhan Özdil kaleme aldığı ve hakemli dergide yayınlanan makalesinde, Prof. Akgündüz’ün görmediği arşiv belgelerini tek tek ortaya koydu.”[7]
Dipnotlar:
[1] Bu kitabı TTK tarafından basılmıştır: İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara, 1989, XXXII+489 s. Ahmet Akgündüz’ün intihali ve kendisinin cevap niyetine karaladığı satırlar için: Hasan Yüksel, “Vakıflara Dâir Bir Eser Üstüne”, Tarih ve Toplum, Sayı: 89 (Mayıs 1991), s. 57-61; Ahmet Akgündüz, “Vakıf Müessesesi Adlı Eserimizin Tenkidi Üzerine”, Sayı: 91 (Temmuz 1991), s. 56-58; Buna Hasan Yüksel’in cevabı: “Vakıf Müessesesi Adındaki Kitaba Yaptığımız Tenkide Verilen Cevaba Dâir”, Sayı: 93 (Eylül 1991), s. 57-59.
[2] Prof. Dr. Ali Birinci-Tarihin Kara Kitabı, İstanbul 2014, sh. 201 vd.
[3] Burada, acı bir hakikat de olsa, mafyanın ilim hayatımızdan daha çok ve iyi kurumlaşmış ve kaideleşmiş olduğunu belirtmek gerekiyor.
[4] Bkz. “Cehâlete Methiye”, Türk Yurdu, Sayı. 144 (Ağustos 1999), s. 7-11.
[5] Timaş, ısrarla, kararlılıkla ve büyük bir hızla yağmaladığı eserlerin neşriyatına devam etmektedir. Bu, ayrı bir yazı mevzuudur. Ancak sahibi Ömer Okçu, nâmıdiğer Hekimoğlu İsmail’e bir sualimiz olacak: Acaba bu yağmayı yaşlı gözlerle seyreden ne buyuruyor, bir sorar mısınız? Cevabı bekliyoruz.
[6] Prof. Dr. Ali Birinci-A.g.e. sh. 217 vd.
[7] http://www.haberfark.net/rektor-profdr-ahmet-akgunduze-intihal-suclamasi-43722h.htm”
Makalenin adresi: http://kadirmisiroglu.com/ahmed-akgunduz.html
Bu makaleden de anlaşıldığı üzere Kadir Mısıroğlu’nun şahsi kininden yakından uzakdan alakası yoktur.Ahmet Akgündüz ile alakalı bu haberler medyada da yerini bulmuştur. Mesela www.haberfark.net isimli haber sitesinde, 10.02.2016 tarihli bir haberin başlığı şöyle idi:
“Rektör Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’e intihal suçlaması”
Haberin devamında:
Hollanda’da Rotterdam İslam Üniversitesi (IUR) Rektörü Prof. Ahmet Akgündüz’ün, “bilimsel hırsızlık” (intihal) yaptığı ileri sürüldü…
Ülkenin etkin gazetelerinden Volkskrant’a konuşan bilim insanları, Akgündüz’ün çalışmalarında yüzlerce paragraflık bilgiyi kaynak göstermeden, kendisi yazmış gibi kullandığını iddia ettiler.Bilim insanlarına göre “Akgündüz’ün yaptığı intihal felaket boyutlarında”.Sabancı Üniversitesi’nden Hakan Erdem, Akgündüz’ün intihal yaptığının bilindiğini ve bunun kanıtlandığını söylüyor.Türk Tarih Kurumu eski başkanı Ali Birinci de, IUR Rektörü’nün yaptığı intihalin “felaket boyutunda” olduğunu savunuyor.Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkolog Eric – Jan Zurcher, Akgündüz’ün çalışmalarına aldığı kimi paragrafların, başkalarına ait eserlerle birebir aynı olduğunu iddia ediyor.Hollandalı profesör, “Paragraflar, o kadar benzer ki, bunu Akgündüz’ün yazdığını söylemek zor” diyor.Ahmet Akgündüz ise iddiaları reddeti. Akgündüz, iddiaların “Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların” işi olduğunu öne sürdü.Prof. Dr. Akgündüz Aksaray’da daha çok, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi’ isimli, Somuncu Baba’nın hayatını ele alan eseri ile tanınıyor. Prof. Akgündüz’in bu eseri, Aksaray ve Somuncu Baba ilişkisini ortaya koyan 40’tan fazla arşiv belgesinin sadece bir tanesine yer veriyordu. Eser bu ve başka hataları ile ilim dünyasında ağır eleştiri almıştı. Bu esere karşı bir reddiye yazan konunun uzmanı Prof. Dr. İsmail Erünsal, Prof. Akgündüz’ün adı geçen eserinin intihal içerdiğine de imada bulunmuştu. Prof. Erünsal’ın yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Orhan Özdil kaleme aldığı ve hakemli dergide yayınlanan makalesinde, Prof. Akgündüz’ün görmediği arşiv belgelerini tek tek ortaya koydu.”
BBC’nin Türkçe yayın yapan internet haber sitesinde de aynı haber ihtiva ediyor.
“Hollanda’da rektör Akgündüz’e intihal suçlaması
Hollanda’da Rotterdam İslam Üniversitesi (IUR) Rektörü Prof. Ahmet Akgündüz’ün, “bilimsel hırsızlık” (intihal) yaptığı öne sürüldü.
Ülkenin etkin gazetelerinden Volkskrant’a konuşan bilim insanları, Akgündüz’ün çalışmalarında yüzlerce paragraflık bilgiyi kaynak göstermeden, kendisi yazmış gibi kullandığını iddia ettiler.
Bilim insanlarına göre “Akgündüz’ün yaptığı intihal felaket boyutlarında”.
Ahmet Akgündüz ise iddiaları reddeti. Akgündüz, iddiaların “Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların” işi olduğunu öne sürdü.
Gezi eylemine destek verenler, Aleviler, Kürtler ve Ermeniler’e yönelik açıklamaları ile Hollanda’da tartışma konusu olan Akgündüz, bu kez “intihal” iddiası ile gündeme geldi.
Bazı Türk ve Hollandalı akademisyenler, Volkskrant gazetesi’nin iddiasını destekledi.
‘İntihal günahtır’
Bilimde başka birinin yazdığını kendisine aitmiş gibi göstermenin “ölümcül günah” olduğu belirtilen haberde Akgündüz intihale 1988’de yazdığı tezle başladığı iddia edildi.
Gazeteye konuşan bir tarihçiye göre Akgündüz, şu anki ünvanını “akademik torpil ve onu koruyan beyler sayesinde” elde etti.
Hollanda gazetesinin görüşlerine başvurduğu yazar Emrah Cilasun, Akgündüz’ün Said Nursi konusundaki çalışmasında, kendisine ait olmayan bir çalışmadan, paragraflar hatta sayfalar yazdığını savunuyor.
Cilasun, “Profesör ünvanı taşıyan bir kişi ile ilgili bu tür örnekler çok fazla, bu çok kötü” diyor.
Sabancı Üniversitesi’nden Hakan Erdem, Akgündüz’ün intihal yaptığının bilindiğini ve bunun kanıtlandığını söylüyor.
Türk Tarih Kurumu eski başkanı Ali Birinci de, IUR Rektörü’nün yaptığı intihalin “felaket boyutunda” olduğunu savunuyor.
Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkolog Eric – Jan Zurcher, Akgündüz’ün çalışmalarına aldığı kimi paragrafların, başkalarına ait eserlerle birebir aynı olduğunu iddia ediyor.
Hollandalı profesör, “Paragraflar, o kadar benzer ki, bunu Akgündüz’ün yazdığını söylemek zor” diyor.
Söz konusu bilim insanları, Akgündüz’ün akademik ahlakı çok fazla ciddiye almadığına dair güçlü belirtiler bulunduğunu savundu.
Rotterdam İslam Üniversitesi Üniversitesi, Volkskrant’ın sorusu üzerine intihal iddialarını araştırmak üzere geçen hafta bir komisyon kurulduğunu açıkladı.
Gazeteye göre, komisyonun başkanlığına “Akgündüz’ün sağ kolu” olan IUR Sözcüsü Ertuğrul Gökçekuyu getirildi.
Komisyon, “intihal iddialarının gerçek dışı olduğu” yönünde geçici bir karar bile aldı.
Akgündüz ise, intihal iddialarını reddediyor. IUR Rektörü, sadece ideolojik gerekçelerle suçlandığını savundu.
“Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların işi”
Ahmet Akgündüz, BBC Türkçe‘ye gönderdiği açıklamada da, iddiaları Ermeni ve PKK yandaşı “tezviratçıların işi” olarak değerlendirdi.
“Bunun Volkskrant gibi İslam ve Türk düşmanlığını adet haline getiren bir gazetede yayınlanması ise manidardır” dedi.
Akgündüz, Gezi protestolarına ilişkin, “Dinsizlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Batı tarzı yaşam tarzı isteyenlerin işi” yorumu nedeniyle Hollanda’da tartışma konusu olmuştu.
Hollanda Eğitim Bakanı Jet Bussemaker, Akgündüz’den “pılıyı pırtıyı toplayıp gitmesini” istemişti.
Hollanda gazetesinin haberinde Eğitim Bakanı Bussemaker’in Akgündüz’ün söylemleri ile ilgili önlem istediği belirtiliyor.
Ancak Hollanda hükümetinden ekonomik yardım almadığı için bakanın IUR’ye müdahale yetkisi yok.
Gazeteye göre kısa süre içinde yapılacak yasa değişikliği ile bakana, IUR’nin denkliğini iptal etme yetkisi getirilecek.”
Hakkında bunca yazı ve iddia olması, ne kadar doğruluğu hakkında sevdası yüzünden bunlara isyan edecekler olsa da, ateş olmayan yerden duman çıkmayacaktır. Kendisinin Said Nursi hakkında sürekli seyyitlik iddiasında bulunması ve Said Nursi’ye tabiri caizse ilahi bir sıfat kazandırma derdinde olması da benim için soru işaretlerinin boyutunu kafamda büyütüyor. Hakkında bir çok çelişkili ifade olan birinin, Peygamber Efendimize (s.a.v.) intisab edilmeye kalkışılması, akla zarar uğraşlardandır. Necip Fazıl Kısakürek’in, “SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI” isimli eserinde, Said Nursi hakkındaki çarpıcı ifadeleri, Nurcu ismiyle malum arkadaşların her nedendir kulak arkası etmesi, araştırmaması ve NFK’nın bu denli yazmaya nasıl cüret ettiği kafalarda soru işaretidir. Bir mazlumsa eğer, NFK neden ‘Şeriat Dışı’ tabiri kullanmak mecburiyetinde kalmıştır? Kitabından iktibasla ““Bu mes’elede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nur’a hücum edilemez! O [Risale-i Nur], doğrudan doğruya Kur’âna bağlanmış ve Kur’ân dahi Arş-ı Azam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli ipleri çözsün.
Hem, bu memlekette maddi ve mânevi bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç Âyât-ı Kur’âniyenin işârâtı ile ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kati ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur (Said Nursî’nin kendi şahsî eserine Kurandan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır) bizim âdi ve kusurumuzdan mes’ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddi, hem mânevi, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. Bazı zındıkların şeytaniyetiyle Risale-i Nura karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, inşaallah bozulacaklar. Onun [Risale-i Nur] şakirdleri başkalara kıyas edilemez; dağıttırılamaz, vazgeçirilemez. Cenab-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilemezler!.. Eğer maddi müdafaadan Kur’ân menetmeseydi, bu milleti can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirdleri, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz’i ve neticesiz hâdiselere bulaşmazlar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar!
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.232)”
Bizim konumuz bu değil. “Şeyh uçmaz, Mürid uçurur” sözü gereği, Ahmed Akgündüz’ün uğraşlarının, vesika namı altında yanlışlar yapmasının sebebini, şeyh bellediği Said Nursi’ye olan aşkına bağlıyabiliriz. Taassub ne kadar büyükse, yanılgıda bir o kadar büyüktür. ALLAH-u alem…
Şimşirgil hocanın vidyosunda, Said Nursi’nin nesebi hakkında malumat veriliyor. Burda konuyu uzatmamak için tekrardan yazmıyorum. Tarih ve İslam okumalarınızda güvenilir kaynağa dikkat edin. Hiçbir bilginiz yoksa dair, çapraz okumaya gayret edin. Anlaşıldığı üzere intihal konusunda uzmanlaşan Ahmet Akgündüz beye, belkide vazifemiz olmadan ufak bir tavsiyede bulunmak isteriz:”Her ne kadar şeyhiniz seyyit olmasada, siz yinede intihallerinizle ona olan mensubiyetinizden ötürü leke getiriyorsunuz. Yapmayın! Said Nursi’nin velev ki seyyit olduğunu kabul etsek, bu onun beşeriyet sıfatından sıyrıldığı anlamına gelmez. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimiz kızına dahi ‘bana güvenme ey Fatıma!’ dediyse, Said Nursi’nin seyyit olması, onun tarikati Muhammediye silsilesine bağlı olduğu anlamına ve elinde peygamberlik mührü olduğu anlamına gelmez. Kendisinde olmayan bir sıfatı, onda varmış gibi gösterme çabasıda, hem kendilerine hemde bağlılarına hakarettir. Çünkü insanlar yalanları anlayınca tiksinecektirler ve bu tiksinti, nurcu camiası için iyi bir intiba olmayacakdır.’
Selametle…
Not: Akgündüz ve Mısıroğlu kavgası, karşıt görüşlüler için büyük bir nimet oldu. Kendi batıl görüşlerinde haklı oldukları iddiasında bulunacakdırlar. Bu aynı hükümet fetö kavgasından faydalanan karşıt görüşlülerin durumu gibi olacak. Ayrıca Akgündüz’de kendi hakkında konuşulan bu cümleler hakkında cevp vermiştir. Youtube sitesinde gerekli cevapları dinleyebilirsiniz.
2 yorum
teşekkürler dostum ellerine sağlık
ALLAH razi olsun Dostum…